Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 10 Temmuz’da Türkiye’den “Önce Türkiye’nin Avrupa Birliğinde önünü açın, bizde İsveç’in önünü açalım” diyerek ayrıldı. İki saat kadar süren uçak yolculuğundan sonra 11-12 Temmuz’da NATO Zirvesinin yapılacağı Litvanya’nın başkenti Vilnius’a indi. Ayağının tozuyla NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ile toplandı. Kısa süre sonra Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine “yeşil ışık yaktığı” haberi geldi; Erdoğan muhataplarına onayı Meclis’e göndereceğini “Sorun çıkmayacağını söylemişti. Yedi maddelik bir protokol de imzalanmıştı, NATO Genel Sekreterliği hemen yayınladı.
Meclis kapanıyor. Erdoğan kapanmadan önce İsveç onayını geçirmek isteyecek mi, yoksa vaatler yerine gelsin diyerek sonbaharı mı bekleyecek? Ama NATO’daki sıcak kriz bitti. İsveç’in NATO üyeliği ABD ve AB’nin Rusya’ya karşı elini güçlendirdi. Batının bakışıyla, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’i kızdırmayı göze alarak Türkiye “sorunun değil çözümün parçası” olmaya karar verdi.
Peki, bu genel çerçeve dışında Türkiye eline kırk yılda bir geçen veto kozunu iyi kullanabildi mi? Erdoğan, Türkiye’nin talepleri olarak masaya koyduğu neyi alabildi, Türkiye’nin elinde aferinler, vaatler ve nasihatler dışında ne kaldı?
Erdoğan’ın İstanbul’dan ayrılmadan önce yaptığı beklenmedik AB çıkışı, İsveç terörle mücadele koşullarını velev ki yerine getirse dahi bunun yetmeyeceği Türkiye’nin NATO’daki veto kozunu AB için de kullanmakta kararlı olduğunu düşündürmüştü.
Aradan geçen birkaç saat içinde ne değişmişti? Örneğin Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde “önünü açacak” bir gelişme mi yaşanmıştı? Tam tersine Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Erdoğan’ın rest görünümlü talebini hemen “Ne alakası var?” diye geri çevirmişti. Yedi maddelik planın altıncı maddesinde ise İsveç’in “Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisi de dâhil” olmak üzere AB üyeliğini canlandırma çabalarını destekleyeceği vaadi vardı.
Zamanında Kenan Evren, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonra Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne onay verirken ABD’li NATO komutanının, Türkiye’nin (o zaman adı AET olan) AB’ye alınacağına dair “asker sözü” verdiğini söylemişti. Komutan 6 ay sonra emekli olmuştu.
Bu da İsveç sözü herhalde.
İsveç Türkiye’nin onayıyla NATO’ya girse de Türkiye’nin sadece İsveç’in onayıyla AB’ye gireceği yok.
Peki, uçak yolculuğuyla geçen o birkaç saat içinde İsveç, Erdoğan kabinesinin istediği PKK’lı ya da Fethullahçılardan birilerini Türkiye’ye iade mi etmişti? Çünkü Erdoğan bu yıl 15 Ocak’ta şu resti çekmişti: “Meclis’ten bunun geçmesi için her şeyden önce 100’ü aşkın 130 civarında, listeleri de verip, bu teröristleri bize vermeniz lazım. Bunlar maalesef bunu yapamadılar.”
Acaba İstanbul-Vilnius uçuşu boyunca İsveç, Erdoğan’ın sözünü ettiği “100’ü aşkın, 130 civarında” isimden herhangi birini yargıya vermiş, ya da Türkiye’ye mi göndermişti? Bildiğimiz kadarıyla hayır.
İsveç hiçbir şey yapmamış değil. Türkiye’nin talebi üzerine Anayasa değişikliği dahil terörle mücadele hukukunu değiştirdi örneğin; bu da yedi maddelik protokolde yer alıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, yasal değişikliğinin somut adımlara dönüşmesinde titizleniyordu ama o da ikna oldu herhalde.
Söylemeden geçemeyeceğim: seçim sürecinde iktidar çizgisindeki medya Cumhurbaşkanlığını Kemal Kılıçdaroğlu kazanırsa, NATO Zirvesinde İsveç’ten iade filan beklemeden onay vereceğini, çünkü ABD’nin öyle istediğini yazıp duruyordu. Çok mu farklı mı oldu? Hem de ABD Başkanı Joe Biden ile telefon görüşmesinin ertesi günü…
İktidar medyasının bugün manşetlerinde diplomasi zaferi diye duyurulan sonuç aslında bir vaatler listesi.
Yine de yedi maddelik protokolde Türkiye açısından olumlu sayılabilecek iki madde bulunuyor. Biri, 3’üncü maddedeki, “İsveç, YPG/PYD’ye ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek vermeyeceğini yineler” ifadesi. Böylelikle örgüt isimleri bir NATO belgesinde terörle mücadele çerçevesinde anılmış oldu. Önemsediğim vaat değil doğrusu, bu olgu.
Diğeri de 4’üncü maddede yer alan NATO’da “ilk kez bir terörle Mücadele Özel Koordinatörlüğü” kurulacağı vaadi. Kurulursa nasıl çalışacağını göreceğiz.
Beşinci madde deki “müttefikler arasında savunma ticaret ve yatırımlar önünde engel, kısıtlama ve yaptırım” olamayacağı ilkesinin hatırlatılması ise pratikte boş bir laf. Neticede ABD, Almanya, Norveç gibi NATO müttefikleri Türkiye’ye değişik zamanlarda askeri malzeme satış yaptırımları uyguladılar.
En somut örneği ABD’nin Türkiye’yi Rusya’dan S-400 aldığı gerekçesiyle F-35 programından çıkarması ve ardından F-16 alım talebini de karşılamaması.
Erdoğan ABD Başkanı Biden ile görüşmesine artık elinde İsveç kozu olmadan girecek. Görüşmede F-16 satışı ve Suriye’ye PKK bağlantılı örgütlere verilen ABD desteği Türkiye açısından en önemli konular.
Biden ne diyecek? Örneğin Türkiye’nin AB ile ilişkileri bakımından da önem taşıyan demokratikleşme ve insan hakları konularına, örneğin Osman Kavala ve Gezi Davasına girecek mi? Yoksa karşısında seçimi yine kazanmış ve Meclis çoğunluğuna sahip bir Erdoğan bulunduğunun ayrımında olarak ABD’nin ulusal çıkarları açısından azami faydayı elde etmeye, bu arada da Erdoğan’ın halka anlatacağı bir şeyler verme yoluna mı gidecek?
O konuya da yarın bakacağız artık, öyle görünüyor.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…