Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala altı yıldır, 18 yıl hapse mahkûm edilerek tutuklanan Ayşe Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay ve Tayfun Kahraman 7 Eylül itibariyle 500 gündür cezaevinde.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 25 Nisan’da 17 sanıklı Gezi Davası’nda kararını vermiş, Osman Kavala’yı müebbet hapis, Yapıcı, Utku, Altınay, Özerden, Atalay ve Kahraman’ı da 18 yıl hapis ile cezalandırmıştı.
Dava önce tüm sanıkların beraati ile sonuçlanmış ardından İstinaf Mahkemesi tarafından beraat kararı bozularak 2021’de tekrar görülmeye başlamıştı.
Kavala ile birlikte Mücella Yapıcı hakkında “Cebir ve Şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet cezası, 6 sanık hakkında ise bu suça “yardım etme” suçundan 15 yıldan 20’şer yıla kadar hapis cezası talep edilmiş, kararla birlikte sanıklar tutuklanmıştı.
Yıllara yayılan dava sürecinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ihlal kararı olmasına rağmen Osman Kavala’nın tutukluluğu devam ettirilmiş, kapanan dosyalar eklemelerle yeniden açılmış, beraat kararları bozulmuş, AİHM kararının uygulanmaması sebebiyle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye için yaptırım prosedürünü başlatmıştı.
Bu süreçte Can Atalay Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilmesine rağmen halen tutuklu bulunuyor.
Can Atalay ve Hakan Altınay ile birlikte Silivri Cezaevinde aynı 20 metrakarelik odayı paylaşan Tayfun Kahraman, T24’ten Gökçer Tahincioğlu’na bir mülakat vererek dava sürecini ve Silivri’deki yaşantıyı paylaştı.
“Bu kötülük karşısında fazla iyimsermişim”
Kahraman, dava sürecinde daha önce beraat kararı verildiği ve iddialar çürütüldüğü için tutuklama kararı verilmesini beklemediğini, adli kontrol koşulları ile davanın devam ettirilmek istendiğini düşündüğünü söyledi.
Kahraman:
“Dava, beraat kararı veren 30. Ağır Ceza Mahkemesi’den hukuksuzca, hile ile 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne alındığında iktidar tarafından bu kez bir ceza verilerek ancak adli kontrol koşulları ile davanın devam ettirilmek istendiği düşüncesindeydim. Anlaşılan bu kötülük karşısında fazla iyimsermişim. 25 Nisan 2022’de tümü çürütüleceği bilindiği için hiçbir iddia ve delil tartışılmadan; bizlerin sunduğu deliller ve tanık dinleme talepleri reddedilerek, kısacası en temel adil yargılama ilkesine dahi uyulmadan, üçte iki çoğunluk oyu ile hükümeti cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlaması ile hakkımızda 18 yıl hapis cezası ve kaçma şüphesi ile tutuklama kararı verildi. Senelerdir adli kontrol şartı dahi olmadığından dava sürecinde defalarca yurt dışına çıkmamıza, hatta sevgili Çiğdem davayı takip etmek üzere yurt dışından dönmesine rağmen “kaçma şüphesi” ile bu hukuksuz davada tutuklandık.”
Kahraman’ın “dışarıya yönelik bir kıgınlığınız var mı” sorusuna “Kırgın değilim, ama bu kararı veren hukuk tanımaz bir şekilde bizleri cezaevinde tutanlara karşı elbette çok kızgınım” cevabını verdi:
Tutuklanmamızın üzerinden 16 ay geçti ve tepkiler ilk günkü kadar yüksek sesle ifade edilmiyor. Zaten ilk günkü kadar yüksek tepkilerin devam etmesini beklemiyordum. Bu geçen süre içerisinde ülke gündemini sarsan pek çok olay oldu. Fakat hâlâ ülkemizin büyük çoğunluğunun verilen kararı ve tutuklanmamızı içine sindiremediğini, buna tepkili olduğunu görüyorum. İlk cezaevine girdiğimizde yapılan anket çalışmaları basına da yansıdı. Bu sonuçlara göre katılımcıların yüzde 65’i tutukluluğun ve verilen kararın hukuksuz olduğunu, yüzde 35’i ise hukuka uygun olduğunu söylüyordu. Bu da demek oluyor ki, iktidara oy verenler bile bu tutsaklığın hukuksuz olduğunu düşünüyor. Bu sonuç tek başına, iktidarın tüm kriminalleştirme çabalarına rağmen; büyük çoğunluğun hâlâ Gezi’nin suç olduğuna inanmadığını ve davanın hukuksuz olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Evet, dışarıdaki tepki zamanla azaldı fakat bu insanların düşüncelerinin değiştiğini ya da iktidar propagandasının işe yaradığını ifade etmiyor. Tabii ki desteğin artmasını ve bu hukuksuzluğun daha görünür hale gelmesini, daha çok ses çıkarılmasını beklerim. Bu konuda üzerine en fazla görev düşen ise kurumsal muhalefet ve onların, sadece bize karşı değil tüm hukuksuzlukları ısrarla dillendirerek daha çok farkındalık yaratması gerekiyor. Ne yazık ki ülkemizde uzun zamandır devam eden bir nöbetleşe hukuksuz tutsaklık hâli var. Bu hukuksuzluklar dün başkalarını hedef aldı, bugün bizi, yarın da başkaları hukuksuzluğa uğramasın. Memleketimizde yaşanan bu nöbetleşe hukuksuzlukların artık son bulması için daha fazla mücadele edilmesi gerektiğini görüyorum. Bu görev de daha demokratik, adil ve özgür bir ülkede yaşamak isteyen herkese, özellikle de muhalefete düşüyor.
Kahraman’ın Tahincioğlu ile mülakatının tamamına bu adresten ulaşabilirsiniz.
Altınay Gezi Davası için Yargıtay’a seslendi
Kahraman ile aynı odayı paylaşan Hakan Altınay da tutukluluklarının 500. günü dolayısıyla YetkinReport’a bir mektup göndermiş, halen yargıtayda olan dosya hakkındaki görüşlerini bildiren Yargıtay Başsavcısına dava ile ilgili sorularını yöneltmişti.
Altınay, “500 gündür devam eden bu hukuksuzluğun Yargıtay’ın ivedilikle vereceği kararla biteceğini umuyoruz,” demişti.
Altınay, “İddia makamının bu kadar sorumsuz davranmasının çeşitli sonuçları oluyor: Ben 16 aydır, ya da neredeyse 500 gündür, ailemden, sevdiklerimden, işimden ayrı kalıyorum; Hükümete darbe girişimi gibi yaşamsal konularda tespit ve cezalandırma görevi olan makamlara insanların güveni azalıyor; Yargıya olan güven sadece yurt içinde değil, yurtdışında da yitiriliyor. 15 Temmuz’u çözümlemek ve cezalandırmak için gereken uluslararası adli dayanışma aksıyor; Darbe denemeleri gibi yaşamsal tehditlere hayatları pahasına direnen Ömer Halisdemir ve benzerlerinin insanüstü fedakarlıklarına gölge düşüyor,” demişti.
Altınay’ın mektubuna bu adresten ulaşabilirsiniz.
Gezi tutuklusu Hakan Altınay’dan mektup var: “Yaragıtay başsavcılığına soruyorum”