Deneyimli diplomat ve siyasetçi Mehmet Ali Bayar, Gazze yönetimini elinde bulunduran Hamas’ın İsrail’e 1973’ten beri yöneltilen en büyük saldırılarından birini yapması ile başlayan çatışmaları YetkinReport için değerlendirdi.
Saldırının bir şok unsuru gibi sunulmasının politik bir propagandanın uzantısı olduğunu belirten Bayar, 6. gününe giren çatışmalarda yaşanan vahim tablonun İsrail’de tarihin en sağ hükümetini kurmuş olan Binyamin Netanyahu’nun sorumluluğunda olduğunu, “uzun bir sürecin sonucu” olduğunu belirtti.
Orta Doğu’da İsrail Filistin meselesinin çözümü için kurulan Mitchell Komisyonu’nun üyelerinden biri olan ve zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i temsilen Washington Büyükelçiliği Müsteşarlığı yaparken komisyonda yer alan Bayar, Murat Yetkin’in İsrail-Hamas çatışması ile ilgili sorularını yanıtladı.
Hamas’ın saldırısının “herkesin söylediği gibi hiç beklenmedik bir mesele” olmadığını belirten Bayar, “Bu, 2005’ten beri Hamas’la İsrail arasındaki dördüncü hatta beşinci savaş olacak. Bütün dünyanın artık Filistin meselesiyle tamamen ilgisiz hale gelmesi ve İsrail merkezli bir okumayla Orta Doğu’nun değerlendirilmeye çalışılşması meseleyi birden bire şaşkınlık ve süpriz biçiminde gündemimize getirdi,” dedi.
– Hamas’ın İsrail’e saldırısının ardından şiddetini artırarak devam eden çatışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu son durum, uzun sürecin bir devamı, yani ilk defa ortaya çıkmış bir durum değil. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bölgedeki bu durumun bu noktaya gelmesinin en büyük sorumlularından bir tanesi. Bugün ne yaparsa yapsın ve İsrail’de sivil halkın başına ne gelmiş olursa olsun, Netanyahu o dönemde Filistin İsrail meselesinde barış umutlarını çökerten ve bilinmezliğe sürükleyen birinci devlet adamı, siyasetçi olarak tarihe geçecektir. Bir defa Netanyahu’nun eli bugüne kadar bu işlerde çok kanlı.
Bugün meydana gelen hadise, İsrail’de bugün televizyonlarda konuşan tüm İsrailli yetkililerin, sivil halkının, akademisyenlerin de söylediği gibi veya bütün dünyada Amerika’dan Türkiye’ye kadar bu meseleyle yakından ilgili herkesin söylediği gibi hiç beklenmedik bir mesele değil. Bu 2005’ten beri Hamas’la İsrail arasındaki dördüncü hatta beşinci savaş olacak. Yani dört tanesi oldu. Zaten mesele buradan kaynaklanıyor. Bütün dünyanın artık Filistin meselesiyle tamamen ilgisiz hale gelmesi, İsrail merkezli bir okumayla Orta Doğu’nun Filistin meselesini ve hatta Orta Doğu’nun değerlendirilmeye çalışılması, hele son bir iki senedir, meseleyi yeniden birden bire “şaşkınlık ve sürpriz” biçimde gündemimize getirdi ve biz bunu “şok edici bir durum” olarak görüyoruz. Hadisenin kendisi bugün vahim bir vahim bir terör hadisesidir.
– Son zamanlarda sanki İsrail’in Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile normalleşme çabaları ile Birleşik Arap Emirlikleri’nden, Amerika Birleşik Devletlerinden adeta “Hamas artık sesini kesti, hiçbir şey yapamayacak” havası vardı, yanılıyor muyum?
Çok haklısınız. Zaten bütün bunlar meselenin son derece yanlış okumasıdır. Hatta o kadar ki, İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Hanegbi 29 Eylül’de “artık Hamas sadece barış istiyor, ekonomik ilişki istiyor, savaş istemiyor” diye demeç verecek kadar gafletlerini diyelim veya umursamazlıklarını sergiledi. Kaldı ki gene Eylül ayı içinde Jake Sullivan, Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı, o da aynısını söylüyordu. Demek ki böyle koordineli bir propaganda da var. Yani hem böyle bir okuma da var.
– Aynı şekilde MOSSAD İsrail gizli servisinin de bütün dünyada “en büyük istihbarat örgütü,” “her şeyden haberdar” gibi bir algısı vardı. Saldırıdan sonra çöküş içinde oldukları yorumu yapıldı. Siz bu yorumlara ve “Gazze’yi zaten haritadan silmek için bunu kasten yaptılar” gibi komplo teorilerine ne diyorsunuz?
Şimdi komplo teorilerini bir kenara bırakalım, ama Orta Doğu her türlü komploya ve komplo teorisine açıktır. Hani “fala inanma ama falsız da kalma” mantığından hareketle komplo teorilerini de çok fazla göz ardı edemiyoruz. Çünkü burada çok şey yaşadık, yaşanmaya da devam ediyor. Şimdi bu hadisenin bir “şu anı” var. Bu anın durum tespitini yapalım. Bu an nedir şu anda gözüken? Birden bire Hamas militanları güvenlik duvarını yararak İsrail’in ana karasına on iki köye, şehire on beş mil, yani yirmi kilometre derinlikte bir alana girdiler ve bu şehirlerin bir kısmını ele geçirdiler ve sivil asker demeden bir eyleme giriştiler. Buradaki vahim durum, yaşlı, genç, bebek fark etmeyen sivillere karşı yürütülmüş olan katliam. Bu tabii müthiş bir terör hadisesi, ama Orta Doğu’nun alışık olduğu bir terör hadisesi. Demin de dediğim gibi ilk defa gündemimize gelmiyor.
Biz Filistin meselesini unuttuk, Gazze meselesini bir kenara koyduk. Filistin, İsrail meselesinin çözülmemesinin dünyada pek çok başka meseleyi çözümsüz hale getireceğini ve dünyadaki belirsizlikleri, güvensizliği sürdüreceğini unuttuk, bigane kaldık. Şimdi birden bire bize hadisenin boyutu ve İsrail’e karşı yapılmış olması, İsrail’in bu kadar güçlü bir güvenlik devletine karşı yapılmış olması bizi hayrete düşürüyor.,
Sorduğunuz soru da yani MOSSAD sadece MOSSAD değildir. İsrail’in Şin Bet gibi istihbarat örgütleri var. Bunların hepsinin bir anda habersiz olmuş olması, istihbaratsız olmuş olması akla yakın gelmiyor. Amerikan istihbaratının da veya bir başkalarının bunlardan bihaber olması akla yakın gelmiyor. Yani burada iki gündür İsrail kaynaklarını, dinlediğimizde, hem de en yetkili bir takım çok yakın zamana kadar MOSSAD’ın başı olmuş, Şin Betin başı olmuş, bakanlık yapmış insanları dinlediğimizde, İsrail’in son birkaç senedir büyük bir güvenlik istihbarat zaafı içinde olduğu, adeta bir küstahlık içinde, kendi yenilmezliğine kendisini inandırdığı ve tedbir almadığı gibi bir takım bilgiler, bulgular da ortaya çıkıyor.
Şimdi buradan günümüze gelirsek, Netanyahu gibi içeride meşruiyeti son derece tartışılır, hakkında beş altı tane çok ciddi yolsuzluk davası açılmış olan, hatta bunların bir ikisinden hapse girmesi mukadder olan bir adam, birden bire İsrail’i çok ciddi şekilde bölerek sadece Ortodoks Yahudi partilerinin, yani Yahudi dininin Ortodoks kesimini temsil eden, aşırı dinci partileri koalisyonuna alarak, ilk defa merkezden uzaklaşmış sağ, aşırı sağ bir hükümet kurdu ve anayasayı değiştirerek parlamento kararlarını yüksek mahkeme kararlarının üstüne çıkartan bir kanunu geçirmeye çalıştı ve sonunda geçirdi. Ama bunu yaparken İsrail ikiye bölündü, milyonlarca İsrailli sokaklarda çatıştılar ilk defa İsrail ordusunun pilotları hatırlarsanız biz eğer bu kanun geçerse uçmayız diye toplu halde eylemde bulundular. İsrail ordusunun önemli generalleri aleyhte birtakım şeyler söylediler. Anayasal devletin ortadan kalkması bizi zaafa düşürür dediler.
Ortada İsrail’de çok ciddi bir siyasal güvenlik askeri zafiyet yaşandığı kesindi. Bunun müsebbibi de Netanyahu. Şimdi Netanyahu ektiğini biçiyor. Bu meselenin bugünkü hali. Yani neden bugünü seçti Hamas? Bir defa şunu düşünün. 1973 savaşının ellinci yıldönümü. Yani zaten esasen böyle bir savaşın elli gibi sembolik yıldönümünde bir şey beklememek bir gaflet.
Bugün yaşananlar aslında bugün yaşanmıyor. 1948’den beri yaşanan bir sürecin yeni bir evresi. Bir defa bunu anlamak lazım. Yani meselelerin anası olan, sorunların anası olan Filistin sorunu halledilmeden bu coğrafyanın on dokuzuncu yüzyıldan kendisini çıkarması ve kurtarması mümkün değil. Hala biz gele gele on dokuzuncu yüzyılın parametrelerinde bir meseleyi tartışıyoruz.
Şimdi 73 savaşı, bir Arap-İsrail harbiydi. İlk defa 67’den bu yana onuru kırılmış, toprakları elinden alınmış, zaafa düşmüş Arap dünyası, Enver Sedat’ın Mısır’ı yeniden toparlaması ile elde ettiği askeri güç ve büyük askeri kabiliyetlere ve Suriye’nin de katılımıyla işte o Yom Kippur bayramındaki İsrail gafletini, ataletini de kullanarak saldırdılar. Ve hatırlarsanız İsrail gidiyordu. Yani İsrail gerçekten ana karası da işgal etti, Yani Mısır ve Suriye kuvvetlerinin eline geçebilirdi. Ne oldu? İsrail Amerika’ya başvurdu. Başkan Nixon Kissenger’ın da araya girmesiyle belki bugün yaptıkları gibi muazzam bir hava köprüsüyle İsrail’e çok ciddi bir askeri yardım indi. 24 saat içinde de o denklemi değiştirdi. Yani 73 savaşında İsrail kaybettiği savaşı Amerika’nın son andaki muazzam askeri desteğiyle kazandı, Sina ele geçirildi, Batı Şeria ve Gazze’deki varlığını kuvvetlendirdi. İsrail, mağlup olacağı bir savaştan güçlü çıktı. Şimdi bunun ellinci yıldönümüydü. Bu her zaman Arap aleminde, Filistinlilerde bir mahcubiyet ve haysiyet kırıklığıyla hatırlanan bir tarih. Ellinci yıldönümüne rastlaması boşuna değil. Bir defa burada bir ciddi aymazlık var İsrail tarafında eğer varsa.
İkincisi, çok yakın zamanın hadiseleri, giderek böyle yuvarlak halkalar halinde dışarıya doğru genişletirsek, bu meselenin bugün değilse yarın, yani bu olayların bugün değilse yarın bir başka gün olmasını zaten çok ihtimal dahilinde soktu. Şimdi hatırlayın, hadisenin temeli şu. İsrailliler elli bin dolar milli gelir seviyesine ulaşmış, star-tup ülkesi adı altında dünyanın teknolojide, yapay zekada, bilimde çok ileri seviyelerine gelmiş güçlü bir ekonomiyle dünyanın önemli bir ekonomisi olmuşlar. Bu nüfusla büyük bir, nasıl diyelim, yenilmezlik, hatta küstahlık, hatta aymazlık ve de umursamazlık içine girdiler. Ve başka bir şey oldu. İsrail toplumu çok zenginleşti. İsrail gençleri dünya vatandaşı zaten savaşma veya bu milli meselelerindeki eski heyecanlarını kaybettiler, savaşma güdülerini kaybettiler.
Üçüncüsü, Netanyahu gibi son derece ülkeyi bölen, ideolojik zıtlıklar üzerinden, siyasal karşıtlıklar üzerinden iktidarını sürdüren ve iktidarda kalabilmek için her metoda başvuran, içerde ve dışarıda bir adam, bir siyasetçi, ülkesini adım adım bu sonuca getirdi. Şimdi bakın ne yaptı. Hatırlarsınız, Oslo süreci diye, Filistinlilerle İsrail arasında tarihi bir süreç başlatmıştı ABD Başkanı Bill Clinton. Tarihe de herhalde bununla çok parlak bir şekilde geçecek o Oslo süreci. Ilk defa tarihte Filistinlilerle İsrail’in birbirlerini tanımalarına yol açmıştı ve onun üzerinde de on yıllar içinde birtakım adımlar atıldı ve birtakım barış yapıları oluşturulmaya çalışılıyordu. Netanyahu, arkasına aldığı İsrail iç siyasetinde ve dünyadaki birtakım Yahudi lobilerinin, özellikle Amerika’daki bazı unsurları, arkasına alarak, ki bunlar sağcı Yahudi lobileridir, bunlarla bu barış sürecini önce tıkadı, sonra ortadan kaldırdı.
Dikkat buyurursanız son İbrahim anlaşmaları, Abraham Accord, denilen ve İsrail’in belli başlı Arap ülkeleriyle Suudi Arabistan, başta Birleşik Arap Emirlikleri ve diğerleri olmak üzere geliştirdiği yakınlaşma ve hatta tanıma süreci aslında Filistin sorunu ile alakasını ve Filistin sorununu dışlayan, kenara iten, yok farz eden bir süreç oldu. Zaten Netanyahu’nun yapmak istediği de buydu. Netanyahu şunu diyordu: “Benim için Filistin diye bir sorun yoktur. Artık iki devletli dünyanın kabul ettiği iki devletli çözüm de ortadan kalkmıştır. Gerek kalmamıştır. Çünkü ben o kadar güçlüyüm, o kadar zenginim ve o kadar etkiliyim ki bakın bütün bu büyük Arap ülkelerini de peşime taktım. Mısır da başta olmak üzere İbrahim anlaşmalarıyla ben zaten Orta Doğu’da yeni bir düzen kuruyorum, arkasında Amerika’nın olduğunu varsayarak.” Kaldı ki burada ABD Başkanı Donald Trump’un çok önemli bir etkisi vardı ve Filistin meselesini yok farz etti. Şimdi Filistin meselesi özelinde hadiseyi politik olarak, diplomatik olarak anlattığınızda bir defa böyle bir resim var.
İki, bunun üzerine başka bir şey yaptı. Kurduğu hükümet, İsrail tarihinin en faşist, en sağcı, en gerici, en saldırgan hükümeti ki bunun içinde çok tehlikeli bakanlar var. Bunlar geçen yazdan bu yana çok kısa süre içerisinde Batı Şeria’daki bütün illegal Yahudi yerleşimlerindeki silahlı grupları yani sivil olup öyle diyelim milisleri serbest bıraktılar ve dünyanın işgal altında olarak tanımladığı ve ileride Filistin devletinin toprağı olacak olan Batı Şeria’da Filistin yerleşimlerine saldılar ve buralarda çok ciddi katliam meydana geldi. Yani bu, bu işi iyice yoğunlaştırdı. Bunun üzerine bundan birkaç hafta önce Mescid-i Aksa’yı kapısını açarak ordunun öncülüğünde Yahudi gruplarını Mescidi Aksa’ya, ki bizim dinimizce en mukaddes üç ibadet mevkiinden biridir, soktular ve kendi Yahudilerin dini bayramına tesadüf eden günlerde orada dua etmelerini izin verdiler. Tabii bunun müthiş bir isyan doğurmaması mümkün değildir. Yani bu biline biline yapılmış bir hareket
Şimdi bütün bunlar, 1973 savaşının ellinci yıldönümünde bu tür bir eylemi pekiştiren diyeyim veya bu tür bir eylemin oluşumuna katkı sağlayan iç ortamlar. Yani öyle bir noktaya getirdiler ki bir yerden bir eylemin patlamaması, yaşadığımız intifada süreçlerini de hatırlarsak, zaten safdillik olur. Evet, bu bir. Bir de bunun dış unsuru var.
– Evet aslında ben tam tam oraya gelecektim. Bir yanda İsrail’in Suudi Arabistan ile yakınlaşması, bir yanda hem Hamas yetkililerinin hem de Lübnan’daki Hizbullah yetkililerinin de açıklamalarında gördüğümüz İran etkisi var. Bir yanda da ABD’nin 1973 savaşında İsrail’e verdiği hayati destekten siz de bahsettiniz. Dünyanın en büyük uçak gemisi Gerald Ford, büyük bir filo ile beraber yola çıktı. Sizce bu yalnızca Hamas için mi yola çıktı? Yoksa biraz daha geniş mi düşünmek gerekir?
Birincisi, Orta Doğu’da şiddet müzakerenin bir aracıdır; şiddetin her boyutu, savaş dahil. Taraflar birbirlerine karşı ellerini ne zaman yükselteceklerini üç aşağı beş yukarı bilirler ve sıkıştıkları anda veya bir takım gelişmeler kendi arzularının hilafına teşekkül ediyorsa, buna mani olabilmek için her türlü metoda başvururlar, terör, devlet şiddeti, savaş, operasyon veya başka metotlar, espiyonajla ilgili metotlar da dahil olmak üzere.
Şimdi bakınız Orta Doğu dediğimiz coğrafya Atlantik den başlıyor biliyorsunuz. Kuzey Afrika, Orta Doğu coğrafyasının bir parçası neticede. Orta Doğu geniş bir coğrafya. Orta Doğu’nun manevi coğrafyası fiziki coğrafyasından çok daha derin. İçinde Kafkaslar, Rusya, Hindistan’a kadar uzanan ilintileri olan bir coğrafya ve mesele Orta Doğu meselesi. Bunun şu anda da kalbinde Filistin meselesi yatıyor.
Aslında mesele Osmanlı İmparatorluğu’nun konsolidasyonundan sonra Osmanlı rejiminin ideal formülünün yeniden üretilmemiş olması. Orta Doğu sorunu orada başladı ve bir daha bitmedi ve devam edecek. Bunun kalbinde Filistin meselesi yatıyor.
Şimdi İransız, bu dünyada, Orta Doğu’da, bu coğrafyada bir kalıcı barış, kalıcı düzen, kalıcı istikrar kurmak mümkün değil. Bu bir vaka. Yani İran’ı beğenirsiniz beğenmezsiniz, İran büyük bir tarihi derinliğe, devlet geleneğine, müthiş bir kültüre ve muazzam yaşam içgüdülerine sahip bir ülke. Bakın başından bir sürü şey geçiyor ama yıkılmıyor. Beklenen bütün öngörüleri yıkarak, hatta kendisi kendi savunmasını kendinden çok daha ötelerde Balkanlar da dahil olmak üzere oralara kadar uzatarak bir takım tedbirler alabiliyor. Devlet geleneği sağlam, rejim farklılıklarına rağmen.
Şimdi İran, Suudi Arabistan, İsrail yakınlaşmasını öyle seyredemezdi. Yani buna bigane kalamazdı. Çünkü Suudi Arabistan İsrail yakınlaşması, dünya tarihindeki birtakım gidişatı değiştirebilecek boyutlarda bir yakınlaşma olacaktır. Bu işin içine Sünni Şii meselesi giriyor, bu işin içine Körfez meselesi giriyor, petrol giriyor, enerji yolları giriyor, bunun içine yaşamsal meseleler giriyor. İran şunu biliyordu ki er veya geç Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri İsrail’le ve Amerika’yla yakınlaştıkları takdirde bir gün İran’ın karşısına bu bir yaşamsal tehdit olarak çıkacak. İran bunu görüyor. Yani Tahran’da sabah uyanan bir adamın dünyaya bakarken, etrafını algılarken gördüğü tabloda bir Orta Doğu resmi var, Güney Kafkasya, Kuzey Kafkasya boyutu var, Orta Asya boyutu var, Pakistan meselesi var, körfez var. Baktığı zaman değişen paradigmanın, değişme yolundaki paradigmanın kendisine karşı çok ciddi bir tehdit haline geleceğini gördü.
Şimdi İran’ın farklı metotları var. Terör unsurlarını kullanabiliyor, bir takım böyle ulusal direniş örgütlerini kullanabiliyor. Bilfiil kendisinin Şii yapılanmasıyla Orta Doğu’da muazzam yerleşikliği var. Irak’ta rejim adeta İran’ın bir uzantısı. Suriye keza öyle. Suriye’de çok önemli bir güç. E tabi Filistin’deki uzantıları. Hamas Şii değil, Sünni bir örgüt ama Hamas ve İslami Cihad yaşamsal olarak İran’a bağlı.
Yani normal bir diplomat tepkimle bütün bu gelişmeler yaşanırken eminim ki Türkiye devleti, Amerika başta olmak üzere muhataplarına bütün bu gelişmelerin karşısında İran’dan bir tepkinin, İran’dan bir karşı hamlenin mutlaka bir yerde geleceğini ikaz etmişlerdir. Ve bu zaten bizim daima doğal iç gücümüzdür. İran bu tepkiyi burada verdi. Yani verdi derken şu anda erken bir yorum olabilir ama açıklamalar onu gösteriyor.
– Aslında Mısır istihbaratı diyor ki biz uyardık İsraillileri dikkate almadılar. Bunun yanında tekrar olacak ama, bu kadar eleştiri altındayken ne kadar ileri gidebilir Netanyahu? Ve Amerika bu işin neresinde olur? Tabii şimdi Amerika diyoruz, Suudi Arabistan diyoruz, Türkiye var, ne bileyim Rusya var bir yandan. Yani önüne herkesi sürükleyip götürebilecek durumda mı?
Biz genelde dışarıdan bakarken İsrail’i bir bütün olarak görüyoruz ve Yahudi unsuru dediğimizde de bunu bir bütün olarak telakki ediyoruz. Yani sanki bir İsrail var, bir tek bir İsrail ve bir Yahudi yapısı var gibi. Ve böyle değerlendiriyoruz. İsrail’in yarısı Netanyahu ve onunla birlikte hareket eden tüm bu sağ faşist, saldırgan, militarist, ırkçı, dinci yapıya karşı ayaklanmış demokrat bir kitle. İsrail bir demokrasi. İsrail 1948’den bugünlere kadar demokrasiyle idare edilmiş ve uzun zaman sol, merkez sol ve merkez- merkez sağ yönetimlerde ama hep koalisyonlarla idare etmiş, yani demokratik uzlaşılarla idare edilmiş bir ülke. Hiç bir zaman İsrail’de tek parti hükümeti olmadı ve uzun yıllar solcu İşçi Partisi İsrail’in vicdanını temsil etti. Şimdi İsrail’in bu demokratik yapının ilk vereceği tepkide bu hadisedeki sivillere, yaşlılara, çocuklara yönelmiş terör eylemi, israil toplumunu ilk hamlede Netanyahu etrafında birleştirebilir. Toplumu ne kadar birleştirir onu göreceğiz. Ama en azından siyasal yapı Netanyahu ile birlikte hareket edecek.
Yalnız enteresan bir gelişme var. İsrail muhalefeti, yani merkez seküler, merkez sağ ve merkez sol muhalefet, Yair Lapid ve eski Savunma Bakanı Beni Gantz. Bunlar iki parti, ayrı parti ve onlarla birlikte hareket eden bir takım İşçi Partisi gibiler. Etkili diğer partiler liberal ve soldaki partiler. Bunlar savaş kabinesine Netanyahu’nun toparlamaya çalıştığı savaş kabinesine girmeyi kabul ettiler. Ama bir takım şartları var. Dediler ki bu faşist bakanlar buradan gidecek. Yani bu meselenin bu boyuta gelmesine sebep olan Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı ve bir de galiba Batı Şeria dan sorumlu Bakan. Bunların gitmesi şartıyla ulusal güvenlik ulusal birlik hükümetine girmeyi kabul ettiler.
Tabii bunun şöyle iyi bir tarafı var. Bu, Netanyahu’nun aşırılıklarını ve emellerini de gemleyebilecek bir hareket. Çünkü Netanyahu siyasetine, sizin biraz evvel söylediğiniz kafasında, hatta İran’a karşı savaşı bile göz önüne alan siyasetine karşı İsrail’in yarısı karşı. Yani biz bu tarafı unutuyoruz. İsrail’in yarısı ile dünyanın demokrasilerinin kuracağı ilişkiler veya irtibat aslında Netanyahu’nun gelmemesi bakımından da önemli. Şimdi bunların bu hükümete girmesinin böyle bir artısı var.
Yalnız şöyle de bir durum da var. İsrail’in bu meselede mutlaka bir tepki vereceği kesin. Zaten kendileri söylüyorlar. Bu tepkinin, korkarım orantısız ve gözü kara bir tepki olması da büyük ihtimal.
– İsrail Savunma Bakanı diyor ki artık Gazze’ye ekmek, su, yakıt, elektrik hiçbir şey yok. Şöyle bir laf kullandı “hayvani insanlar var karşımızda, ona göre davranacağız”. Şimdi bir yandan da Amerika Birleşik Devletleri filosunu katmış önüne geliyor, ben arkandayım diyor. O yüzden soruyorum Netanyahu nereye kadar gidebilir diye? Netanyahu Orta Doğu’yu değiştireceğiz sözünde ne kadar gerçekçi?
Netanyahu’nun hiç gerçekçi olmadığı zaten hadiselerin geldiği boyuttan belli. Netanyahu abartıyor olabilir, bu niyetleri bu olabilir. Netanyahu başından beri İran’la Amerika ve Avrupa Birliği arasındaki nükleer müzakerelere, ki bu tarihi bir anlaşmaya da bağlanmıştır, hep karşı çıktı ve anlaşmayı bozmaya çalıştı. Ve neticede de Trump’ın gelmesiyle, Amerika’daki Likudçu Yahudi lobinin de baskısıyla ve siyasal etkisiyle Amerika o anlaşmayı bozdu. En azından kendisi anlaşmadan çıktı. O anlaşma duruyor orada. Netanyahu taraftarlarının yaptıkları bütün dünyaya İran’ın bir terör devleti olduğunu söyleyerek, İran’ın bir gün er veya geç Orta Doğu’da İsrail’in varlığı ile ilgili bir hamle yapacağı ve buna karşı da önlem alınması gerektiği merkezinde. Netanyahu, İran hatta dünyayı tehdit ediyor, eğer siz bir şey yapmazsanız ben zaten günü geldiğinde yapacağım diyor. Kaldı ki son on senedir, özellikle son beş senedir İran’ın nükleer yapılarına, reaktörlerine İran’daki bilim adamlarına buralarda çalışana karşı yürüttüğü dolaylı eylemler, cinayetler vesaire, siber ataklar bütün bunlar…
– Casuslar savaşının bir kısmı da Türkiye topraklarında gerçekleşti…
Evet. Yani birbirlerinin öç alma alanı haline getirdiler şimdi. Şimdi bu iş nereye kadar gidebilir? Amerika’nın en büyük ve en güçlü, en modern nükleer uçak gemisini Doğu Akdeniz’e kaydırması hem sembolik, hem de meselenin büyüyerek İran da dahil daha geniş bölgeyi kapsayan bir savaş ortamına ulaşabilmesi ihtimali karşısında bir tedbir ve gözdağı. Yani “ben buradayım, buna izin vermem” diyor. Eğer bunu değerlendirip, bu bölgeye yönelik başka emeller olursa, ki bu İran’la ilgili, ben buradayım diyor. Yani burada somut bir tehdit de görüyor.
Ben meselenin İran’la doğrudan savaş boyutlarına falan geleceğini hiç tahmin etmiyorum. Böyle bir şey zaten İsrail’in kendi iç dengelerinden olmaz. Yani İsrail’in kendi iç dengeleri şu anda bu kadar yıpranmış bölünmüşlük ve moral bozukluğuyla İran’a karşı bir bütün halinde savaş, hele Amerika’nın arkasında tam desteği olmazsa savaş eğilimine girilmesine mani. Kaldı ki dünyanın akil hala bir aklı var.
Var mı gerçekten? Yani bence bu bir varsayım gibi bir şey artık.
Ama tabii bu şimdi çok taze. Şimdi, şu anda ateş düştüğü yeri yakıyor. İsrail kamuoyu rövanş bekliyor, öç bekliyor, bu işin ucunun alınmasını bekliyor bir taraftan. Bir taraftan da Arap kamuoyu, Filistin kamuoyu da adeta kendisi özgürleşmiş gibi hissediyor. Bakın, konuşulan konulardan bir tanesi de duvarı yıktık, bir milyar dolara yapılmış muazzam bir güvenlik sistemiyle bezenmiş o duvar bir tane motosikletli bir geçmesiyle yıkıldı ve arkasından da binlerce insan İsrail’e girdi. Bunun, Arap, Filistinlilerin haleti ruhiyesinde, zihninde ifade ettiği mana, o olayın fiziki boyutunu çok daha ötesinde. Yani bu da geri döndürülemeyecek bir vakıa.
Mesele şu andan itibaren beşinci Hamas-İsrail savaşıdır. Yani 4 tanesi oldu. İsrail sürekli hava güçleri ile hava bombardımanında bugüne kadar Gazze’yi idare edeceğini zannetti. Artı kurdukları demir kubbeyle ve kurdukları o uçaksavar sistemiyle hiçbir şey olmayacağı hissini verdi. O güvenlik hissini verdi. O bir yanılgı idi. Zaten şok oradan geliyor. O duvarın biraz dibindeki köylerde en ufak bir savunma birimi yok. Çünkü o duvarın hiçbir zaman yıkılmayacağını düşünüyorlardı.
– Yani büyük bir güven çöküşü herhalde bu
Şimdi bu zaten bu güven çöktüşünde. Hani bu depresyonu bir takım safhaları var, birincisi inkâr. Yani bu yaşadıklarını da inkâr etmek durumunda kalacaklar ve diyecekler ki biz aslında bu kadar güçsüz değiliz, işte şu oldu. Hele Netanyahu’nun itibarı, temsil ettiği siyasal kafanın ve yapının itibarı sıfırlanmıştır. Yani Netanyahu kısa dönemde kuracağı bu ulusal birlik hükümetiyle de birtakım tedbirler alacaktır. O tedbirler zaten kim olursa olsun olacaktır İsrail’in başında. Ama şunu biliniz ki, Netanyahu’nun siyasal hayatı, Netanyahu’nun temsil ettiği bu gerici İsrail saldırganlığı da sonuna gelmiştir. İsrail toplumunun bu elli bin dolar milli geliriyle, bu kadar bilimsel entelektüel birikimiyle İsrail toplumunun artık Netanyahu’nun elinde sürüklenen bu gidişatı kabul etmesi, hele bu gelinen son olaydan sonra mümkün değildir.
Bunu göreceğiz. Bu bir siyasal süreçtir. Nasıl çıkarlar bunun içinde? Peşinde olanın kendisine.
-Amerika Birleşik Devletleri’nde seçimler var, 2024 de de oradaki İsrail lobisinin gücü ortada. Seçim etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Amerika’da kongre dengeleri daima İsrail’in lehinde ve sonuna kadar İsrail lehinde bir etki yaratacaktır. Bunda hiçbir şüphe yok. Yalnız şu var. Yani Amerika bir küresel güç, İsrail’in kendi menfaatleri, çıkarları veya işte kibiri vesaire var ama Amerika’nın da daha büyük menfaatleri var. Yani Amerika’da bir bölüm çok aşırı İsrail gücüdür ama Amerikan yönetiminin neticede çok farklı dengelere bakacağını da düşünmemiz gerekiyor. Sadece Amerikan yönetiminin değil, Avrupa da.
Ben kısa vadede çok ümitvar değilim. Kısa vadede çok vahşi, kanlı, maalesef ve sivillere yönelik katliamı da içeren bir karşı hareket bekliyorum zaten. Zaten söylüyorlar. İşte Savunma Bakanından ağza alınmayacak, kabul edilemeyecek lafları.
Ama bu, şu meseleyi ortadan kaldırmıyor: zaten üç yüz küsur kilometre karelik, dünyanın en dar coğrafi konumunda, iki buçuk milyon insan aç susuz yaşıyordu. Yani İsrail’in er veya geç Filistin meselesinin geldiği boyutla barışması gerekiyor. Bakın Ehud Olmert, yaşayan son akil İsrail devlet adamı, eski jenerasyondan kalan, iki gündür yalvarıyor toplumuna, diyor ki “bakın biz tamam teröre karşı tedbir alacağız. Teröre karşı tedbir her meşru devletin hakkıdır. Doğru. Ama bizim mutlaka Filistin varlığı ile yeniden angaje olmamız gerekiyor.”
Yani bu mesele ortadan kalkmadı. 28 bin kilometre karelik İsrail, ki bunun içinde işgal edilmiş, Batı Şeria, Gazze Şeridi de var, içerisinde on beş milyon insan yaşıyor. Yarısı Arap, hatta bir tevatüre göre ki bir takım rakamlar artık verilmiyor, Arap nüfusun sayısı Yahudi nüfustan fazla. Şimdi siz böyle bir varlığı nasıl yok farz ederek sadece askeri, sadece devletin doğrudan bir savaşıyla bu meseleyi yürütmeye veya hallettiğinizi zannetmeye devam edebilirsiniz? Meselenin kökünde bu var.
Bugün neden bu sürpriz oluyor, onu anlamak mümkün değil. Hele bu “İsrail’in 11 Eylül’ü” lafı da benim için çok geçerli değil. 11 Eylül Amerika için düşünülemeyecek, farz edilebilecek, hayal bile edilemeyecek yani tasavvur bile edilemeyecek bir olay, beklenmeyen bir olaydı. Ama bu olay 1948 den beri devam ediyor. Hele Hamas meselesi, Hamas meselesi, Gazze meselesi. Dört tane savaş yaşanmış. Yani meselenin ortadan kalktığını, donduğunu kabul etmek veya bunu böyle düşünüp bugünkü hadiseyi sürpriz görmek mümkün değil.
Tabii bunu İsrail yönetimi bundan sonra atacağı adımları meşrulaştırmak için kullanacaktır. Yani diyecektir ki, nasıl ki Amerika’nın 11 Eylülü oldu, bir takım tedbirler oldu, işte gitti Afganistan’ı vurdu, kendi içinde bir takım olağanüstü kanunlar geçirdi, ben de aynısını yapıyorum diyecek, bunu kullanacaktır. Ama olay bu değildir.
Bakın, Thomas Friedman başta olmak üzere dünyanın en önemli Yahudi kamuoyu önderleri, fikir adamları veya yazarları bunu koyup bu tespiti yapıyorlar. Ve diyorlar ki “bu beklenmedik bir şey değildi, bir şeyin sonucuydu. Şimdi bizim aklımızı başımıza almamız gerekiyor” diyorlar.
Şimdi Hamas’ın meselesine gelince, o taraftakilerin çok fazla kaybedecekleri bir şey yok. Kaybedecekleri hiçbir şey kalmamış. O taraftakiler bugün İran’la işbirliği yaparlar. Hatırlarsanız Suudi Arabistan dolaylı yoldan Gazze’ye ekonomik yardımda, hatta belki el altından başka yardımlarla destekledi. Bugün Hamas militanlarının elinde çok ciddi Rus silahları var, televizyonda sergiliyorlar. Evet, zaten on yıllarca Rusya daima Filistin meselesinde bir takım gruplara, KGB veya diğerleri her türlü desteği yaptılar. Yani Hamas, oradan buradan gerektiğinde her türlü destek verilen desteği alabilecek bir yapıda.
– Bölgede bir de Türkiye varlığını da unutmamak lazım.
Orta Doğu’nun talihi ve tarihi Türkiye’de, Mısır’da ve bugünün gerçeklerinde Tahran’da belirlenir. Bu üç merkez, yani Ankara, Kahire ve Tahran Orta Doğu’nun tarihini ve tarihini bugünkü gerçekler ve tarihin de getirdiği bu süreçle belirler.
Filistin meselesini böyle devam etmesi mümkün değil. Bunun yanında Amerika veya başkaları, Orta Doğu’da İsrail’in güvenliğini ve kendi emellerini bir Kürt devletiyle uydurdukları uyduracakları bir Kürt devletiyle savunamaz. Bunun hiçbir, bunun hiçbir fizibilitesi, olabilirliği yok. Yani Türkiye’nin bugün her türlü kendi içindeki problemlerine, Türkiye’nin her türlü sıkıntılarına ve karşı karşıya kaldığı sorunlarına rağmen bölgede hala bir denge unsuru gibi gözükmesi, hele bu son olayda iki tarafa da yakınlığı ki burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1948’den beri sürdürdüğü Orta Doğu politikasını bana göre isabetli diye de ortaya çıkıyor. Çünkü ilk günden itibaren biz Yahudi yapısına da yani İsrail’e de, Araplara da aynı mesafedeyiz. Araplarla olan kardeşlik bağımız, bir bağımız, dostluğumuz, arkadaşımız, kardeşimiz ayrı ama siyaseten, meselenin, ihtilafın iki tarafıyla Türkiye daima hakkaniyet zemininde ve uluslararası hukuk zemininde, insaf zemininde daima doğru davrandık. Zaman zaman bizim Orta Doğu politikamızda, ki ben bunu son yirmi senede yaşanan bir takım iniş çıkışlara bağlıyorum, bazı aşırılıklar veya bazı ihmaller oldu.
Şimdi buradan birtakım mesajları çıkarmak lazım. Türkiye şu anda avantajlı bir konumda. Bir defa Türkiye kendi toprak bütünlüğünün korunması açısından yaptığı bütün girişimler uluslararası hukukun içerisinde. Yani bu konunun tartışılacak tarafı yok. Kaldı ki kendisine yönelik, toprak bütünlüğüne yönelik bütün tehditler dışarıdan geliyor. Bunlara karşı da oralardaki yönetim boşluklarına karşı tedbirler alıyor. PKK meselesi ile bu konuştuğumuz meselenin doğrudan bir ilintisi yok. Ama eğer birileri İsrail’in güvenliğini ve Batı’nın siyasal çıkarlarını bu bölgede İsrail’in yanı sıra bir de bağımsız bir yeni Kürt devletiyle kurgulamayı düşünüyorlarsa, onun ne kadar boş bir ham bir proje ve hayal olduğu işte bu yaşananlarla ortaya çıkıyor.
Amerikalıların aklı varsa, Amerikalıların bir stratejileri varsa, Amerikalıların hala işleyen bir ne diyelim, devlet yapıları varsa birinci olarak işte uçak gemilerini falan da gönderiyorlar. Uçak gemileri niye gönderiyorlar buraya? Uçak gemilerini bu bölgede olabilecek sıcak bir savaşa karşı tedbir olarak gönderiyorlar. Veya bir ön alma olarak ya.
– Ya da müdahale olarak.
Peki, bu bölgedeki uzun vadeli kalıcı istikrarın ve olabilecek her türlü yeni bölgesel yapılanmaların ana noktası neresi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Bir Batılı güç olarak Türkiye, NATO’nun bir üyesi olarak, Avrupa Birliği’ne aday bir üye olarak on yıllarca bu bölgede kendisini savunabildi. Toprak bütünlüğüne halel getirmedi. Ve bölgede daima bir istikrar unsuru ve arabulucu rolü üstlendi. Şimdi Türkiye’nin yeniden o prosedürü savunması lazım. Türkiye, Orta Doğu’da varlığı çok ciddi olan bir ülke. Ama Türkiye bir Orta Doğulu ülke değil. Ve Orta Doğulu ülke olmadığını da bütün artıları ile her türlü tecrübeye rağmen, her türlü başına gelmiş meselelere rağmen ortaya koyuyor. Bakın bugün, bu meselelerde, İsrailli İsrail vatandaşları uçaklarına atlamışlar, Türkiye’ye geliyorlar.
– Gelen yorumlardan biri de Türkiye bir de Filistinli göçüne mi maruz kalacak. Bu yoruma ne dersiniz?
Filistinlilerin çıkıp gidebilecekleri bir yer yok. Yani Gazze’de iki buçuk milyon insan tellerin içerisindeler. Gidecekleri yer deniz; İsrail tutmuş o denizi. İsrailli yetkililerinin “Gazzeli siviller Gazze’yi terk etsin, orayı bombalayacağız” lafı korkunç bir laf. Yani nereye gidecek insanlar?
O yüzden şu anda Türkiye’nin yapacağı şudur. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ağzından da duyduğumuz, uluslararası hukukun kabul ettiği, Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği temel paradigmada sağlam duruyor: 1967 sınırları içerisinde İsrail’in tanınmış olması, ki Türkiye 1948’e İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden. İsrail’in varlığının kabulü ve Filistin meselesinin iki devletli yapıda, Filistinlilerin bağımsız bir devlete sahip olarak çözümü. Türkiye’nin en büyük namusu, haysiyeti, meşruiyeti buradan geliyor. Türkiye’nin bunu savunmaya ve bunu savunanların da birlikte hareket etmeye şu anda ihtiyacı var.
Türkiye ne yapabilir diye soracak olursanız, Türkiye durmadan dünyanın her yerinde Birleşmiş Milletlerden başlayarak her yerinde dikkatleri konunun bu noktasına geri çekmek durumunda. Çünkü Türkiye’nin menfaati, Orta Doğu’nun barış içinde olması, Orta Doğu’da uluslararası hukukun tesisi ve Orta Doğu’da hiçbir devletin toprak bütünlüğüne halel gelmemesi, hiçbir devletin toprak bütünlüğü üzerinde maceraları geliştirmemesi. Nereden gelirse gelsin. Şimdi Türkiye bunu fırsat bilerek iki devletli Filistin sorununu, iki devletli çözümdeki, Birleşmiş Milletlerin 181, 242, 338 sayılı kararları bunların hepsini vaaz eder, ve bütün dünya bunu kabul ediyor.
Bakın kabul etmeyenler kimler? Netanyahu kabul etmiyor, işte başına gelenler. Trump Amerikası, Trump Amerikası iki devletli çözümden uzaklaştı. Amerikan sefaretini Kudüs’e de taşıyarak büyük bir adım attı. O adımı atarak da adeta meydan okudu. Uluslararası hukuka karşı geldi. Meselelerin üzerine benzinle gitti, Trump. Kendi başlarına bir kendi bildikleri bir garip Orta Doğu düzenine doğru yöneldi. Şimdi bu burada bitti. Yani bir hamle ile Orta Doğu’da tasarlanan bu ne tasarlanıyorsa, işte İbrahim Anlaşmaları vs. Bunun suyu kesildi. Ha, keşke Orta Doğu’da böyle bir yeni düzen, yani Birleşmiş Milletler-vari bir düzen Orta Doğu’da oluşabilse, ama bunun kalbi Filistin’in bağımsızlığıdır. Bağımsız bir Filistin devleti olmadan İsrail’in güvenliği de sağlanamayacaktır. Bunu İsrail’in dostu olan bir ülke olarak bizim söylememiz lazım. İsrail bizim dostumuz, biz de İsrail’in dostuyuz. 1948’de ilk tanıyan ülkelerin arasındayız. Hatta öyle ki Kudüs için tasarlanan uluslararası bir planın üç üyesi var, bağımsız üyesi. Bir tanesi de Hüseyin Cahit Yalçın. Türkiye’den seçilmiştir.1947. Düşünün. Çünkü Osmanlı mirası bizim oralarda hakim, hakim derken bir hakkaniyet içerisinde davranan, her tarafla görüşen, her tarafla hukuku olan bir ülke olmamızı gerektiriyor. Bunun içinde Hamas da var. Türkiye’nin Hamas’la geliştirilmiş çok önemli ilişkileri var.
Yani şunu demek istiyorum. Madem Türkiye uluslararası kamuoyunda bazı tereddütleri, şüpheleri de yaratacak şekilde Hamas gibi örgütlerle yakın ilişki içine geçti, şimdi o ilişkilerin tesirini kullanmanın tam sırası. Bu ilişkiler sayesinde Hamas’ı da masada tutabilmek, Hamas’ın başvurabileceği birtakım terör niyetlerinden uzaklaştırıp en azından aklı selime getirmek bakımından Türkiye’nin çok önemli rolü olabilir yani. Ama bugün İsrail’in alacağı tedbirlere karşı Türkiye’nin veya bir başka ülkenin herhangi bir yaptırım gücü olur mu, bunda emin değilim. İsrail bana göre.
– Bu önemli bir nokta. Zaten Amerikan Dışişleri Bakanıyla Antony Blinken, Hakan Fidan son iki gündür iki defadır konuşuyorlar ve konuşmalarının ekseninin de işte bir an önce ateşkesin en azından sağlanıp esir değişimine başlanması. Ama dediğiniz de doğru, ne kadar bu etkili olur orası belli değil.
Mesele, bugünkü terör eylemleri, özellikle sivillere karşı yönelmiş terör eylemlerinin çok ötesinde bir meseledir. Bu çok vahim bir durum. Yani Hamas’ın da Filistin davasının da aslında haklılığını, meşruiyetini zayıflatan, gölge düşüren ve gereksiz yere üzerlerine de çok büyük bir tepkiyi çeken bir eylem. Yani boyutları çok aşılmış. Yalnız mesele bugün başlamadı. Yani bu meselenin geldiği bir noktada, bir sivilcenin patlaması gibi bilinen tedbirlerle bugün bahsettikleri gibi Gazze’yi yerle bir etmek, işte Ortaçağ’a çevirmek, Taş Devri’ne döndürmek gibi tedbirlerle devam ederlerse İsrail’in güvenliği, İsrail’in hatta yaşamsallığı da çok ciddi tehlike altına girecektir. En basitinden kendi içindeki çelişkilerin derinleşmesi bakımından. Şimdi o yüzden diplomasiye güç vermek lazım. Bugün konuşulan esir değişimleri süratle yapılabilirse, belki verilecek tepkiler yumuşayabilir. Ama bu konuda Hamas’ın beklentisi çok yüksek olacaktır. Çünkü başta söylediğim gibi Orta Doğu’da şiddet müzakerenin bir aracıdır. Hamas ve arkasındakiler İran mıdır, bir başkası mıdır bilmiyorum. Hamas elini yükseltti. İran dedi ki bensiz Orta Doğu’da bir düzen düşünemezsiniz. Hamas dedi ki beni unutamazsınız. Ben buradayım. Filistin davası olduğu yerde duruyor. Bakın Filistin Kurtuluş Örgütü devreden çıktı.
Onun için herkesin aklını başına alıp, meselenin boyutlarının bölgesel bir savaşa gitmeden, daha büyük yaralara yol açmadan olduğu yerde, ama uluslararası hukukun emrettiği gibi ve dünyanın da tanıdığı gibi bağımsız Filistin devletini de öngören iki devletli bir zemine çekilebilmesi. Bugün yapılacak şey budur. Bunda da birinci rol, bu coğrafyanın tarihsel liderlerinden olan Türkiye’ye düşmektedir. Umarım bu fırsat kaçırılmaz.
MHP ile DEM Parti düşman çatlatmaya devam ediyor. Kötü anlamda söylemiyorum. Kürt işleri özellikle Suriye’de…
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…