Yerel seçimlere az bir süre kaldı. 2023 genel seçimlerinde yaşanan heyecan bugün siyasi partilerde ve seçmenlerde görülmüyor. Yerel seçimlerde, siyasi partilerin yanında kuşkusuz adayların kimlikleri de önem taşıyor. Ancak Mart sonunda gideceğimiz sandıkların bize nasıl sonuçlar göstereceğini değerlendirmeden önce bugüne nasıl geldiğimizi hatırlamakta yarar olabilir.
Geride bıraktığımız 2023 yılında Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri sonrasında siyasal hayatımızda önemli gelişmeler oldu. İttifak yapıları bozuldu, bir zamanlar her gün adını andığımız 6’lı masa dağıldı; masanın asli oyuncularından CHP’nin genel başkanı kurultayda delege oylarıyla değişti. Bir diğer oyuncu İYİ Parti masadan ayrıldı. Ayrılırken, bir yandan ittifaklara kapalı olduğunu söyledi, diğer yandan yeni seçim stratejisini ana muhalefet partisi CHP’ye muhalefet üzerine inşa etti. Bu, başlı başına garip bir durum ve iyi incelenmesi gerekiyor.
Hatırlayalım: 2018 genel seçimlerinin önemli özelliklerinden biri, 2017’de çıkarılan yeni seçim yasasıyla partiler arasında ittifaklar kurulmasına izin vermesiydi. Böylece, siyasi ittifaklar ilk defa Türk siyasi hayatına girdi. Bir başka özellik, 2017 halk oylamasıyla 1961 anayasasından beri yürürlükte olan içişleri, ulaştırma (haberleşme) ve adalet bakanlarının seçime 90 gün kala görevlerini bürokrat bakanlara bırakmaları zorunluluğundan vazgeçilmesiydi. Son olarak, yine aynı halk oylamasıyla adına Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen yeni ve dünyada benzeri olmayan bir yürütme yapısına geçilmesi oldu.
Bu değişiklikler, Türkiye’yi “rekabetçi (seçimli) otoriter” sistem patikasına soktu. Hala ısrarla bu patikada ilerliyoruz. Özetlemek gerekirse, Cumhurbaşkanı kim seçilirse seçilsin, yargı ve parlamentonun denetiminden uzak ve bağımsız bir yönetim yapısının başı olacaktı. Daha ötesi, Cumhurbaşkanı yüzde 50+1 sistemiyle seçilirken, parlamento yüzde 10 (2023’den itibaren yüzde 7) ülke barajıyla ve nisbi temsile dayalı bir seçimle iş başına gelecekti.
Bu uygulamanın bizden başka bir ülkede örneği olmadığı için bunun gelişme evreleri hakkında tahminde bulunmak da zor görünüyor. Ancak, birkaç aydır yaşadığımız yüksek yargı krizi hem bu tespiti doğruluyor, hem geri çevrilmesi zorlaşan, otoriterlik dozu artan ciddi bir demokratik gerileme sürecine girdiğimizi gösteriyor.
Şimdi, ayrıntılara bakalım: İttifak sisteminin elvermesiyle, iktidar ve muhalefet partileri farklı isimler altında ittifaklar kurdular. Kendi parti adları ve logolarıyla bir çatı altında seçime girebildiler. Bu birliktelikler sonucunda ittifak partileri, her ilde aldıkları oy kadar milletvekili çıkardılar; ayrıca milletvekili çıkaracak kadar oy alamayan partiler ile artık oylar da yabana gitmedi; bu oylar ittifaktaki diğer partilerin oylarına eklenerek yine aynı ittifak için milletvekiline dönüştü. Sistem özünde, iktidar partilerinin çıkarları gözetilerek düzenlendi.
2019’da yapılan yerel seçimlerde, yasayla tanınan ittifak kurma hakkı yalnız genel seçimler için öngörüldüğünden bu kez ittifak yerine, illerin sosyal dokularına göre farklı iş birlikleri kuruldu. Bu sayede daha önceki dönemlerde iktidarın elinde olan, başta İstanbul olmak üzere Ankara, Adana, Mersin ve Antalya gibi büyük şehirlerde yerel yönetimler muhalefetin eline geçti.
Bizim gibi kurum ve kurallarıyla yerleşik demokratik yapısı olmayan ve el yordamıyla yönünü bulan ülkelerde seçim yasalarının iktidarların işine gelecek şekilde sık sık değiştirildiğini biliyoruz. Çok partili genel seçimin yapıldığı 1946’dan bu tarafa geçen 80 yıla yakın sürede bunun çok sayıda örneğini deneyimledik.
2019 yerel seçimlerinin İstanbul’daki sonucunu beğenmeyerek, seçimi tekrarlatan (bu da Türk siyasi hayatında bir ilktir) ve sonrasında, seçim ittifakları düzenlemesinden mutlu olmayan iktidar bu konuya bir kez daha el attı. 2022 yılında seçim yasasında yapılan değişiklikle ülke geneli barajı yüzde 10’dan yüzde 7’ye düşürüldü. Böylece dünyadaki en yüksek ülke geneli seçim barajının yarattığı bir demokrasi ayıbından —gerçekte başka hesaplara dayansa da— kurtulma imkanı bulduk.
Ancak, ittifaktaki partilerin illerde milletvekili çıkaracak kadar oy alamamaları durumunda bu partilerin aldığı oyların il bazında ittifaktaki diğer partilerin oylarına eklenmesi engellendi. Böylece ittifaklar kurulması, pratikte barajı geçemeyecek partileri sadece baraj engeline takılmaktan kurtaran bir araç oldu; ittifaklardaki küçük partilerin aldıkları oyların, hangi ittifakta olduklarına bakılmaksızın büyük partilerin hesaplarına eklenmesi sağlandı.
Bu karmakarışık düzenlemenin de demokratik sayılamayacağı herhalde açık. Eklemekte yarar olabilir: Türkiye, 1980 askeri müdahalesinin üzerinden geçen 44 yılda hala sorunsuz bir demokrasi olmayı başaramadı. 1982 anayasasının 177 maddesinin büyük kısmı 183 defa değiştirildi, hala anayasa değişikliği meselesini konuşuyoruz.
Garabetler silsilesinin sonuçlarını geçen yılki milletvekilliği seçimlerinde hep birlikte gördük. Küçük partiler yeni yasayla seçime bağımsız girmeleri halinde milletvekili çıkaramayacaklarını gördükleri için Cumhur ve Millet ittifaklarındaki bazı partiler ittifakın büyük ortaklarının listeleri altında seçime katıldılar. Cumhur ve Millet ittifaklarında bu uygulama sonucunda farklı partilerden 40’tan fazla milletvekili Parlamentoya girmiş olsa da bu yola başvuran partiler de, bu partilere gönül veren seçmenler de mutlu olmadı. Seçim sonuçları ortaya çıktığında, siyasetin matematik olmadığını, öncelikle demokratik ruh ve felsefeye dayanması gerektiğini yaşayarak görmüş olduk.
Siyasi iktidar, 2018 ve 2019 seçimleri sonrasında bu yasal değişikliğe ek olarak bir de söylem değişikliğine gitti. Geçen yılki genel seçimlerde tüm kampanya boyunca muhalefet PKK’yla iş birliği yapmakla suçlandı. Kandil’in yayınladığı videolar seçim meydanlarında bu amaçla değiştirilerek kullanılınca, bu konuda pek de ayrım göz etmeyen seçmenin kutuplaşmış tutumuyla, muhalefetteki partiler iktidarın bu söyleminden zarar gördü; “bizim terörle bir ilişkimiz yok” seslerini duyan olmadı. Olumsuz propaganda muhalefet oylarını düşürdü.
Genel seçimlerde güç kazanan iktidar yerel seçimlerde de psikolojik üstünlüğü elinde tutuyormuş gibi görünüyor. Önceleri “seçmenin evinde tencere kaynamazsa hükümetler buna dayanamaz, düşer” yönündeki görüşün geçerliliği son 2-3 seçimde sınandı. Türkiye, 2018’den bu yana aşamadığı ciddi bir ekonomik krizin içinde olsa da, ekonomik sıkıntıların siyasi iktidarı pek de ürkütmediği, seçimleri de pek etkilemediği anlaşılıyor. Bu durumun ayrıca tartışılması gereken nedenleri ve açıklamaları var.
Muhalefet partileri kendi aralarında geçen yerel seçimlerdeki iş birliğine benzer bir birliktelik kuramadıkları için, şimdi muhalefete mensup başkanlar tarafından yönetilen başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bazı büyük şehirlerin yeniden iktidarın eline geçmesi ihtimali önümüzde duruyor. Bu ihtimalin yaratacağı zincirleme etkilere hazır olmalıyız.
Önümüzdeki seçimlerde yalnız yerel yöneticileri (belediye başkanı, belediye meclisi, muhtarlar) seçmekle kalmayacağız. Ekonominin seçmen oylarına etkisini de göreceğiz. O halde bazı tespitler yapalım:
– Türkiye’de kutuplaşma siyasi kimlikler yerine kültürel (etnik, dini, sosyal) kimlikler üzerinden tanımlanıyor. Bu durum, Türkiye seçmeninin ağırlık merkezini —tarihinde olmadık derecede— uç sağa çekmiş durumda. Seçmenin yaklaşık yüzde 65’i aşırı sağın çeşitli renkleri altında toplanmış, merkez zayıflamış vaziyette. Uç sol çok zayıf; merkez sol da öyle. Seçim anketleri bu durumu ortaya koyuyor. Nedenleri ayrı bir tartışma konusu.
– Türkiye’nin “seçimli otoriter” yapısı, toplumsal muhalefetin üzerinde giderek kapanan alan nedeniyle, yerel seçimlerin ardından yeni bir evreye dönüşebilir. Nitekim, saygınlığı tartışılmayan Freedom House demokrasi endeksleri, Türkiye’yi 2018 yılından bu yana “özgür olmayan ülke” kategorisinde sınıflandırıyor.
– Türkiye’nin iç ve dış politikası güvenlikçi anlayış üzerine kurgulanmış durumda. Toplumsal ve kurumsal muhalefet “ulusal güvenlik” gerekçesiyle giderek hareket edemez hale geliyor. Alet çantasında çekiçten başka aleti kalmayanın, önüne çıkan her meseleyi çividen ibaret görmesi böyle bir şey işte.
– Ekonomimiz her zamankinden daha kırılgan durumda. Mesele sadece enflasyon değil. Son yıllarda tüm makro ekonomik göstergeler yerle bir olmuş vaziyette. Kolay bir çıkış yolu olmayacak; seçimlerin ardından birkaç yıl sürecek daha zorlu bir döneme gireceğiz.
– Veri şeffaflığı konusunda soru işaretleriyle karşı karşıyayız. Maraş merkezli depremler, Kovid-19 salgını, ekonomik ve sosyal veriler, adalet, demokrasi ve temel özgürlükler, kalkınma göstergeleri, göç ve göçmen istatistikleri, 2003’den bu yana tam 17 defa değiştirilmiş eğitim sistemi, tökezlemiş sağlık sistemi, bozulan çevre ve enerji güvenliği denklemi bu konuda ilk akla gelen örnekler. Bunları biz konuşmasak da dünya ayrıntılarıyla biliyor.
– Bu değişkenlerin toplamında, Türkiye’nin içeride ve dışarıda anlatacak bir başarı hikayesi kalmamış olması ayrı bir kaygı kaynağı. Üstelik orta gelir tuzağından çıkamamış, nüfusu hızla yaşlanan, yetişmiş gençlerini dış göçe veren bir ülkeyiz artık. Bu gidişatı tersine çevirmek de hayli zaman alacak.
Seçim sonuçları muhalefet partileri için önemli sonuçlar doğuracak; bunda kuşku yok. CHP’deki yeni yönetim gireceği ilk seçimde başarılı olamazsa, ana muhalefet istikrar kazanamayacak. İYİ Parti’nin yoluna nasıl devam edebileceği belirsiz. Muhalefet kanadında Deva, Gelecek, Saadet, Zafer, TİP gibi partiler yerel seçimlerde kayda değer bir başarı gösterecek gibi görünmüyorlar. Benzer bir durum, Cumhur ittifakı bünyesindeki küçük partiler için de geçerli olabilir. DEM ise kendine özgü nedenlerle mevcut gücünü koruyacaktır.
Genel toplamda, toplumsal ve kurumsal muhalefetin sivil toplumla birlikte varlığını sürdürülebilmesi yerel seçimlerden başarıyla çıkmasına bağlı. Bu başarıyı gösteremezlerse, seçimlerin ardından Türkiye’nin gelir dağılımı iyice bozulmuş, sosyal adalet ideali kaybolmuş, neoliberal ekonomi felsefesinin darmadağın ettiği, otoriterleşmiş, özgürlüklerin kaybolduğu bir ülke haline dönüşmesi şaşırtıcı olmayacak.
Biz kendimizi nasıl görmek istersek isteyelim, somut ve nesnel veriler Türkiye için umut verici durmuyor. O halde soru şu olabilir: Bunun farkında mıyız? Değilsek, bir an önce bunun ayırdına varmamızda büyük yarar olabilir.
SIYASETT.COM’U ZENGİNLEŞTİRİYORUZ…
2023 yılı genel seçimleri öncesinde Türk siyasal hayatıyla ilgili güçlü bir veri bankası kurmak amacıyla Siyasett.com sitesini kullanıma sunmuştuk.
Siyasett bir yıl içinde büyük ilgi gördü; şimdi her gün çok sayıda ziyaretçiye hizmet sunuyor.
Geçtiğimiz haftalarda Siyasett’e Kitaplık menüsünü ekledik. Burada Türk siyasal hayatıyla ilgili kitapların listesini derledik. Bu listeyi önümüzdeki günlerde daha da zenginleştireceğiz.
Son olarak bu hafta içinde siyasal hayatımızla ilgili Türkçe ve İngilizce seçilmiş makale ve yorumları günlük olarak okuyucularımızla paylaşmaya başlayacağız.
Siyasett’in yeni menü başlıklarını inceleyip görüşlerinizi bizlerle paylaşmanızı bekliyoruz.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 23 Kasım’daki basın toplantısında Donald Trump’ın 20 Ocak 2025’te başlayacak ikinci…
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…