Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) 21 Mart Perşembe günü toplanacak ve politika faizini mevcut düzeyde tutup tutmayacağını açıklayacak. 25 Ocak’taki toplantıda politika faizi yüzde 45’e yükseltilmişti. 22 Şubat’taki toplantıda politika faizi sabit tutulurken yapılan açıklamada “Kurul, politika faizinin mevcut seviyesinin aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sürdürüleceğini değerlendirmiştir. Enflasyon görünümünde belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda ise para politikası duruşu sıkılaştırılacaktır.” denilmişti.
Soru şu: 22 Şubat PPK toplantısından sonra enflasyon görünümünde belirgin ve kalıcı bir bozulma gerçekleşti mi?
Üç olumsuz gelişmeden söz etmek mümkün.
Birincisi, Şubat enflasyonu beklenenden yüksek çıktı: Yüzde 4,5. Daha önemlisi mevsim etkisinden arındırılmış aylık enflasyon. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, yılın ilk enflasyon raporunun tanıtımında yaptığı konuşmada, yılın ilk yarısında Ocak hariç mevsim etkisinden arındırılmış aylık enflasyonun yüzde 3 civarında gerçekleşeceğini tahmin ettiklerini söylemişti. Oysa mevsim etkisinden arındırılmış enflasyon Şubat’ta yüzde 4 oldu.
Peki, bu PPK açıklamasında belirtilen ‘belirgin ve kalıcı’ bir bozulma anlamına geliyor mu? Tek başına elbette gelmiyor. Aylık belirgin bir sapma var ama kalıcı olup olmadığına ilişkin bir şeyler söyleyebilmek için başka göstergelere bakmak gerekiyor.
İkinci sırada beklenen enflasyon var. Yılın ilk üç ayına ilişkin veriler mevcut. Ocak ayından bu yana yükseliş var beklenen enflasyonda. Ocak’ta yıl sonunda enflasyonun yüzde 42 düzeyinde gerçekleşmesi bekleniyordu. Beklenen enflasyon Şubat’ta yüzde 43’e, Mart’ta ise yüzde 44,2’ye yükseldi. Kaldı ki, Ocak değeri bile Merkez Bankası’nın yıl sonu tahmininin üst sınırındaydı. Hatırlarsanız, yıl sonu tahmin aralığının orta noktası yüzde 36, üst sınırı ise yüzde 42.
Üçüncü ve daha önemli olarak döviz kurundaki hareketlere ve arkasındaki olası nedenlere bakmakta yarar var.
Son haftalarda kurda belirgin bir artış eğilimi gözleniyor. Merkez Bankası’nın kurdaki hareketleri dizginlemek amacıyla döviz sattığını ima eden döviz rezervlerindeki azalmaya karşın bu hareketler gözleniyor. Yarısı dolar yarısı eurodan oluşan döviz sepetinin lira değeri Ocak’ta yüzde 1,7, Şubat’ta ise yüzde 2,9 oranında artmıştı. Aylık enflasyonun altındaydılar ve Merkez Bankası’nın defalarca altını çizdiği gibi enflasyonla mücadele açısından gerekli görülen sınırlı bir reel değerlenmeye işaret ediyorlardı.
Oysa Mart’ın ilk on beş gününde sepet kuru yüzde 3,3 oranında yükseldi. Martın daha ikinci yarısı var ve şimdiden kurdaki yükseliş yukarıda sözünü ettiğim Merkez Bankası’nın mevsim etkisinden arındırılmış yüzde 3 enflasyon tahmininin üzerinde.
Belirttiğim üç göstergeden ikisi ‘kalıcı’ bir sapmaya işaret etmiyor. Ama üçüncü gelişme kalıcılık açısından önemli. Bu nedenle, arkasında yatan olası unsurları değerlendirmek gerekiyor.
İki ‘olağan şüpheli’ var. Birincisi, yurtdışından yurda akan net sermaye miktarındaki değişim. Haziran-Aralık 2023 döneminde her ay cari işlemler açığının gerektirdiği finansmanın üzerinde net sermaye girişi oldu Türkiye’ye. Oysa açık ayında bırakın net sermaye girişini net sermaye çıkışı gözlendi. İkincisi, son haftalarda döviz büfelerinde bir kalabalıklaşma gözleniyor. Yerleşiklerin döviz talebinde artış var.
Bu olumsuz gelişmelerin arasında “mayıs seçimlerinden sonra döviz kuru patladı, yerel seçimden sonra da benzer bir gelişme olabilir” düşüncesi varsa, bunu ortadan kaldırmak gerekiyor. Mücadele edilmesi gereken daha temel bir şüpheyi ise defalarca vurguladım. Şu: Uygulanmakta olan ekonomi programı sadece faiz ve vergi oranlarında artış içeriyor. Bir de ekonomi kadrolarında değişiklik oldu. Oysa özellikle 2021’den itibaren yaşananlar hafızalarda canlı.
Her an uygulanmakta olan eksik programdan bile U-dönüş olabilir kaygısı var. Bu kaygıyı gidermek gerekiyor. Giderilebilirse, döviz kurunda yaşanmakta olan son gelişmeler geçici niteliğe bürünür ve son PPK açıklamasında vurgulanan ‘belirgin ve kalıcı’ bir eğilim değişikliği yaşanmaz enflasyonda.
Bu şüphelerin ‘lafla’ ortadan kaldırılamayacağı artık açık olmalı. “Şunları yapacağız” demekle olmaz/olmuyor. Eylem gerekiyor. Tekrarlayayım; Merkez Bankası yöneticilerinin, özellikle de Başkanın her istenildiği zaman görevden alınması yasal açıdan mümkün olmamalı. Merkez Bankası yasasında bunu güvence altına almak gerekiyor.
Keza, TÜİK’in açıkladığı istatistiklere eski yıllarda duyulan güvenin tekrar sağlanması lazım. TÜİK’in kurumsal yapısı bu çerçevede değiştirilmeli. Kamu kesiminin ekonomi alanında bir düşünce kuruluşuna ihtiyacı var.
Eski Devlet Planlama Teşkilatı’nı bu çerçevede yeniden kurmakta yarar var. Hem mevcut durumun analizi hem ileriye yönelik tahminler ve alternatif politika önerileri hem de yeşil dönüşüm süreci açısından önemli. “Adil ve hızlı çalışan bir hukuk sisteminin tesisi” diyeceğim ama ‘fazla şey’ istemek gibi olacak.
Bu tür kolaylıkla gerçekleştirilebilecek yapısal reformlar havayı değiştirebilir. O zaman Merkez Bankası’nın politika faizini biraz daha yükseltmesi ve bu yükselişin mevduat faizlerine yansıması ile işler rayına girer.
Bakalım neler yaşayacağız ve göreceğiz?
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…