Geçenlerde mezunlarımız bu ilanı para karşılığı basmayı kabul eden 1-2 gazeteye “hala izliyor musun?” başlığıyla bir ilan verdiler. Bu ilanı “Türkiye’nin geleceği için ayakta kal Boğaziçi” başlığıyla yayına aldıkları bir web sitesinde de yayınlıyorlar. İlanda şu çağrı var:
“Hâlâ izliyor musun?
Kadrolaşmayı izliyor musun?
Liyakat dışı ilişkilere dayalı atamalar ve kadrolaşma akademik ve idari çöküşe yol açıyor.
Çöküşü izliyor musun?
Tek sesli bir yönetim anlayışı keyfi kararlarla araştırma merkezlerini kapatıyor, fakülteleri bölüyor, araştırmaya set vuruyor.
Eğitimin yara almakta olduğunu izliyor musun?
Bozulmakta olan eğitim ortamı artık nitelikli iş gücü yaratamıyor.
Açıkhava hapishanesine dönüşmesini izliyor musun?
Çok sesli kampüs hayatı sansürler, disiplin soruşturmaları ve polisiye önlemlerle ortadan kaldırılıyor.
Artık izleme, dur de!
Boğaziçi Üniversitesi’nde 3 yıldır izledikleriniz, bir filmin sahneleri değil. Ülkemizin en iyi üniversitelerinden birinin adım adım çölleştirildiği bir gerçekliğin ta kendisi.
Mezunlar olarak ülkemizin geleceği için kaygı duyan, gençlerimizin iyi eğitim hakkını savunan herkesi bir kamu üniversitesi olan Boğaziçi’ne yapılan müdahalenin yol açtığı kamu zararına dur demeye çağırıyor ve mevcut yönetimin derhal değiştirilmesini talep ediyoruz.”
İlanda söylenenlerin eksiği var; fazlası yok. Bütün bu vasatlaştırma, bezdirme, çökme ve çölleştirmeye rağmen nasıl dayanıyoruz?
Son derece parlak insanlarla çalışmak, bir araya gelmek büyük bir zevk. Meslektaşlarımız, öğrencilerimiz özel insanlar. Niye etrafımızda hep böyle insanlar var? İyi eğitim almış, kendini çalışması ile ispatlamış öğrencilerimiz var. Torpille, bilmem kimin yakını oldukları için değil, bileklerinin hakkıyla, dereceye girerek Boğaziçi Üniversitesi’ne girdiler. Onlara kendilerine güvenmeyi, çok çalışmayı, fikirlerini söylemekten çekinmemeyi aşılayan bir kurum kültürümüz, zengin bir akademik ortamımız var(dı).
Bilgisayar mühendisliği bölümü mezunlarımızın bazıları, yurtiçi ya da yurtdışında endüstri kuruluşlarında çalışır; bazıları kendi işini kurar, bazıları da akademisyen olur. Bir zamandır mezunlarımızla sık sık bir araya gelmeye özen gösteriyoruz. Onları lisans öğrencilerimizle buluşturuyor; onların hayatlarında ne aşamada nasıl kararlar verdiklerini, nasıl ilerlediklerini öğrencilerle konuşmalarını istiyoruz.
Mezunlarımız arasında değişik kıtalarda çokuluslu şirketlerde çalışıp, sonra gelip kendi işini kurmuş olanlar var; Adana’nın 40 derece sıcağından İsveç’in sıfırın altında soğuğuna değişik iklimlerde, değişik sektörlerde çalışmış olan var; Türkiye’deki büyük yazılım firmalarının yöneticileri var, çiçeği burnunda mezunken oyun firması kurmuş olan var; teknoloji lideri firmalarda yapay zekâ araştırmaları yapanlar var. Dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinden birisinde yönetici olarak çalışıp, kadın mühendise erkekten daha az maaş verdiği için şirketi dava edip dize getiren var. Hiç yatırım almadan tamamen kendi kazanımlarıyla girişimini 15 senede unicorn seviyesine çıkaranlar var. Ne kadar çalışkan, ne kadar donanımlı, öngörülü olduklarını görüp iftihar ediyoruz.
Öğrencilerimize cesaret veriyorlar; her yerde başarılı olabileceklerini, ancak dünyanın her yerini gördükten sonra yine burasının evleri olduğunu söylüyorlar. Bir toplu çılgınlık olarak mezunlarımızın yurtdışına göçmesinin mantıklı olmadığını, burada da başarılı, mutlu olabileceklerini kendi hikayeleri üstünden anlatmaya çalışıyorlar. Umarım mesaj yerine gidiyordur; çünkü birkaç yıldır mezunlarımız bir an önce yurtdışına gitmekten başka bir şey düşünmüyorlar. Lisansüstü programlara başvuran mezun sayısı sıfıra indi. Mezunlar lisansüstüne ya da çalışmaya, doğrudan yurtdışına gidiyorlar. Bir daha dönmemek üzere.
Bu mezunların içinde tabii ki akademisyenler de var. İçlerinden an başarılılarından birisi, Fatma Başak Aydemir, bölümümüze üniversite sınavının birincisi olarak girmişti. Doktorasını yurtdışında tamamladıktan ve doktora sonrası yurtdışında çalıştıktan sonra beş sene önce bölümümüze yurda dönüş projelerinden birisi ile geldi. Maalesef üniversitenin kötü zamanlarına denk geldi. El üstünde tutulması, imkanlar sunulması gereken parlak akademisyenlerin aşağılandığı, bezdiriye uğradığı bir dönem.
Çok parlak insanlarla çalışmak zordur; ne yapacaklarını söyleyip hemen yerine getirilmesini bekleyemezsiniz. Onlarla varmak istediğiniz hedefi paylaşıp fikirlerini almanız, o hedefi ve izlenecek yolu tartışmanız, onlara imkân sunmanız gerekir. Bu hem onların hedefi benimseyip en iyi şekilde oraya varmak için çalışmalarını sağlar, hem de onlar sizden daha iyi yöntemler önerebilir; hatta hedefi bile değiştirmenizi sağlayacak parlak fikirlerle ortaya çıkabilirler.
Maalesef üniversitenin içine düştüğü liyakat yerine sadakate dayalı, emir komutalı hiyerarşik makam kültürü, ancak vasat insanlara uygun; en iyileri bu şekilde tutmak imkânsız. Başak da yurtdışında iyi bir üniversiteden iş teklifi aldı; oraya daha iyi bir akademik pozisyona gidiyor.
Onun için mutluyum; ama en iyileri yurtdışına kaçırarak Türkiye’nin geleceğini kaybettiğimizi çok iyi biliyorum.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…