Ankara’da Tümülüsler Vardır! Duygu Asena’nın “Kadınlar Vardır!” kitabının yayınlandığı dönem ve halen devam eden ‘kadın karşıtı’ ortamdaki çarpıcılığını ödünç almak zorunda kaldım. Günümüzde karşılaştığımız doğal ve tarihi çevreye karşı tahripkar tutumların boyutu, bu sözü söylememe yol açıyor. Bilindiği gibi tümülüsler, arkeoloji biliminin ışığında 20. Yüzyılda bilgisine vakıf olduğumuz biçimde, tarih öncesi 1200-500 yılları arasında bu coğrafyada yaşayan atalarımız Frig halklarının gömme kültürünün bir parçası.
Tümülüsler bizlere bu uygarlıkların yaşamı, dünyaya bakışı, yaratılan kültürün incelikleri konusunda bilgi aktaran birer topoğrafik, coğrafî ve tarihsel depo. Ankara yakınlarında Gordion’da bulunan yüzlerce tümülüs ile özellikle efsanevi Midas’ın gömülü olduğu düşünülen kraliyet tümülüsü ise tam bir evrensel hazine. Bunun bilincinde olan erken Cumhuriyet yönetimleri, tümülüsleri kayıt altına alıp, korunacak tarihi eser olarak koruma ve kollama iradesi gösterdiler.
Kurtarma kazıları yapıldı, çıkan malzemeler ilgili müzelerde envanterlere girdi. 2023 yılında Polatlı yakınlarındaki Yassıhöyük / Gordion bölgesi ise gerek Frig başkenti olarak kabul edilen 13 hektarlık Gordion ana höyüğünün, gerekse de en büyükleri Midas’ın Mezarı olarak adlandırılan Büyük Tümülüs’ü de içeren yaklaşık 150 tümülüs barındıran gömü bölgesiyle UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine alındı. [1]
Ankara’nın Frig kenti olarak geçmişi İÖ 1200’lere dayanıyor, ancak kent olarak ortaya çıkışı belki de İÖ 800’leri bulmuştur. [2] Şehir içinde yaklaşık 30’dan fazla tümülüsün, korunuyor olsun ya da korunmasın, varlığı biliniyor, şimdi bu sayı artıyor; Polatlı Gordion civarında 150’ye yakın, Yozgat Kerkenes civarında ise 70 civarında bir tümülüsün varlığı biliniyor.
Tümülüslerin yaygınlığı ve kentsel belirleyiciliği
ODTÜ Mimarlık Fakültesi tarafından başlatılan bir TÜBİTAK projesi, tümülüsler üzerine yapılan kentin özgün değerlerini ortaya çıkarıp korumak ve koruma değerlerini kamuya mal etmek konusunda en yakın dönem araştırmalarından birisi olarak umut veriyor. Ela Alanyalı Aral tarafından yönetilen proje ile, Ankara kenti içindeki ve çevresindeki tümülüsler, bulundukları havzalar; ait oldukları Frig ve Hitit dönemi kentsel kullanımlar ve dönemlerinin ulaşım ve ticaret yolları açısından ilişkileri; hidrolojik-jeolojik ve topografik açıdan konumlarının altında yatan değerler; günümüzdeki durumları ile kentlinin bilişi ve belleğindeki yerler açısından incelenmekte.
Dolayısıyla iki buçuk yıl sürecek araştırmalar çerçevesinde, tümülüslerin arkeolojik, tarihî, ekolojik, kent coğrafyası ve kentin sürdürülebilir dokusu açısından niteliklerinin daha iyi bilinir olması amaçlanmakta. Bilinmektedir ki tarihsel ve arkeolojik zenginlikleri güçlü olan Türkiye’de, köylerden kasaba ve şehirlere kadar hemen her ölçekteki yerleşimin geçmişi biner yıllık basamaklarla ifade edilebiliyor. Bu da kuşkusuz, şehir planlama, mimarlık ve yerel yönetim konularını ilgilendiren bir ara düzlemde veri toplanıp bilgiye dönüştürülmesini, yani her yerleşimin çok katmanlılığının ortaya çıkarılmasını, katmanların hangilerinin ne derece bilinebilir olduğunun anlaşılmasını ve önceliklendirme ile, geleceği ilgilendiren kararların bunlar üzerine inşa edilmesi gerekliliğini ortaya koyuyor.
Tümülüsler kentsel bilincimizin parçası
Şu ana kadar böyle olmuştu. Türkiye’nin çağdaş anlamda modernleşmesinin başlangıcını 1920’lere tarihleyebiliriz, ancak modern arkeolojik değerlere göre eğitim verilmesi ve kazılar yaptırılması 1930’lu yılların başını buldu. Yerli ve yabancı uzmanlar tarafından yapılan kazılarda, şehirlerin yerüstü ve yeraltı arkeolojik ve tarihi değerleri her zaman korunmaya çalışıldı; hatta nitelikli kazı yapılamayacaksa, bu bölgeler planlara işlenip korumaya alındı, basit çitlerle çevrildi ve bilgi dahilinde geleceğe aktarıldı.
Rasattepe’nin barındırdığı üç tümülüs ile Anıt Kabir’e komşuluk yaptığını; AOÇ Müdürlüğü’nün bulunduğu Marmara Köşkü ve Karadeniz Havuzu’nu barındıran merkezi çiftlik yükseltisinin “Beştepe” olarak adlandırılmasını bu 5 tümülüse borçlu olduğunu; Yenimahalle’de, Etlik’te, Önder Mahallesi’nde irili ufaklı tümülüslerin, günlük yaşam içinde Ankara semt sakinleriyle birlikteliklerinin sürdüğünü biliyoruz. Bugün ise sadece arkeoloji, tarih, ekoloji, jeoloji, doğal üstyapı, sosyoloji, semt kültürü ve semt tarihi açısından değil, en geniş biçimiyle yer tarihi-yerin tarihi gibi konularda da donanımlı ve bilinçli bir şehir yaşamımız var. Böyle olduğu içindir ki, “tümülüslerin hayatımızdaki yeri” hem geçmişe göre daha büyük; hem de daha kapsamlı, karmaşık ve çok katmanlılık benzeri çok bileşenli.
Yumurtatepe ve “Anıt Kabir”
Literatürde 20 No’lu tümülüs olarak bilinen Demetevler-AOÇ kavşağındaki tümülüsün komşusu, 1980’li yıllarda Demetevler konutlarının içinde hapsolurken, iki tümülüs arasındaki sulak havza, imar planı sırasında yola ‘kaptırılmıştı’. Şimdi ise daha kötüsü, 20 No’lu tümülüsün yanına Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bir spor federasyonuna alan tahsisi yapılmışa benziyor. [3]
Bu tahsisin derhal durdurulması gerekiyor! Neden mi? Yetkiler, bu tümülüsün Cumhuriyet tarihi açısından önemini bilmiyor da ondan!
“Mevsim sonbahar… Orman Çiftliğinin idare odasındayız…
Çiftlik müdürü Tahsin Bey, yanında Alman mimar ile birçok yeni inşaat projeleri hakkında izahat veriyor… Çiftliğin büyümesi planları ele alınıyor… Bu arada şimdi bir beton köprünün Ankara-İstanbul asfaltını çiftliğe bağladığı yol ağzının tam karşısına gelen küçük tepeciğe sıra geldi. Oraya bilmem hangi cins tavuklar için bir tesis düşünülmüştü. Ata, durdu, sonra,
– Olmaz, dedi, bu tepeye dair benim başka bir fikrim var.
Sonra bana döndü:
– Benim için nasıl bir kabir tasavvur edersin?, diye sordu.
Hepimizin dili tutulmuştu, zannedersem Bayan Afet söze atıldı.
– Böyle güzel bir günde böyle şeyler nasıl aklınıza geliyor, gibi bir cümle söyledi.
Atatürk, güldü. O gün bilhassa neş’eli ve yüzü sıhhat ışıkları ile nurlanmıştı:
– Ölüm, dedi, beşerin değişmez kaderidir. Marifet unutulmamaktır.
Sonra uzun uzun pencereden dışarı bakarak ilave etti:
– Şu küçük tepede bana küçük ve güzel bir mezar yapılabilirdi. Dört yanı kapalı üstü kapalı olmasın… Açıklardan esen rüzgârlar bana yurdun her yanından haberler getirir gibi kabrimin üstünde dolaşsın… Kapıya bir kitabe konsun… Her geçen her zaman okusun…
Herkes susuyordu… Kimsenin bir kelime sarfına mecali yoktu. Alman mimar da önüne bakıyordu. Atatürk:
– Mamafih bütün bunlar benim fikrim… Türk milleti elbet bana münasip göreceği şekilde bir yer yapar… diye hüzünlü konuşmayı kapadı. Aradan yıllar geçti. O tepe (Hatıralar Tepesi) adını aldı ve öyle bomboş kaldı.
Türk milleti ebedi Ata’sına layık olduğu Anıt Kabir’i dikti. Atatürk’ün başka bir vesile ile kabrinin bulunmasını istediği Çankaya’daki küçük tepede bugün dostu ve arkadaşı Celal Bayar’ın ihtimam ile bir heykeli dikilmiş bulunuyor. İnsan ihtiyarsız [ihtiyaren]:
– Acaba, diyor, Hatıralar Tepesi’ne de bir taş dikilip üstüne Gençliğe Hitabe’si yazılsa…” [4]
Bu ilginç anlatı, Atatürk’ün mimarlık, çevre düzenleme ve kent planlama kararları hakkındaki görüşlerinin kayda geçen ender örneklerinden birisi olarak önemini koruyor. Hayri Egeli’nin önerisi de, aradan geçen yıllardaki erken Cumhuriyet kültürünü koruma doğrultusundaki başka öneriler gibi gerçekleşmedi. Bu bilgiyi, bir başka kaynakta Haydar Köprülüoğlu da doğrulamakta. [5] Yanındaki ‘Alman’ mimarın İsviçreli Ernst Egli mi, yoksa Alman Hermann Jansen mi olduğunu anlıyamıyoruz; her ikisi de sırasıyla o zamanki adıyla Gazi Çiftliği’nin tasarlanmasına katkıda bulunmuştu. Büyük olasılıkla Egli, çünkü yaptığı planda söz konusu iki tümülüs ve çevresi “Şehitler Tepesi” olarak adlandırılmış.
1935 tarihli bu plan eskizinin raporunda 7 no’lu bölge için söyledikleri şunlar: “Bu mahal büyüklerimizin ve kahraman şehitlerin ebedî şeref yatağı olarak düşünülmüştür.” 1928’de Marmara Köşkü’nü planlayan Egli 1933 yılından başlayarak Çiftlik yapılarının genişletilmesiyle görevlendirilmiş, Bira Fabrikasının ekleri, Müdür ve İşçi Evleri ve AOÇ Hamamı gibi yapıları tasarlamıştı. 1934 yılında yaptığı planda Egli, sözkonusu tepeleri Şehitler Tepesi olarak adlandırarak AOÇ ana eksenini güçlendirmiş ve tepeleri korumuştu. Elimizde bir belge yok ama, gerek Atatürk gerekse Egli, Teodor Makridi Beyin 1925-26 yıllarında yaptığı kazıların yanısıra, büyük olasılıkla Eti Müzesi’nin kurulması fikriyle beraber Ankara ve çevresindeki kurtarma kazılarının iyice belirgin kıldığı tümülüslerin varlığından haberdardı.
Beklentimiz
Yumurtatepe ya da ‘Hatıralar Tepesi’ne Gençliğe Hitabe Yazıtı konulmadı, ancak bu tümülüs Cumhuriyetimizin 100. Yılında tarihi geçmişiyle kolektif belleğimize kazındı.
Şimdi ne mi bekliyoruz?
Şunu: Anıtlar Yüksek Kurulu’nun (o zamanki adıyla Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu) 14 Ocak 1972 tarihli 6691 sayılı tescil kararına uygun, 5 Mart 1991 tarihinde Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından 1673 sayı ile “birinci derece arkeolojik sit” olarak kayda geçmiş haliyle, günümüz gelişen teknoloji ve yaklaşımlara ters düşmeyen biçimde 20 No’lu tümülüs ve çevresinin korunmasını ve tarihine yakışır biçimde geleceğe taşıyacak kararların alınmasını…