Categories: Siyaset

Arap Bankaları Türkiye’nin Arap dünyasıyla bağlarına yeni rota çiziyor

Arap Bankalar Birliği, Türkiye Bankalar Birliği (TBB), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ve Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) iş birliği ile düzenlenen “Uluslararası Arap Bankacılık Zirvesi”, İstanbul’da düzenleniyor

Arap dünyası ile Türkiye arasındaki ilişkilerin, siyasi, ticari ve yatırım boyutunu besleyen parasal ayağı sürekli genişliyor. En son, Birleşik Arap Emirliklikleri’nin en büyük bankası First Abu Dhabi Bank, Türkiye’nin dördüncü büyük bankası, Koç Holding’e ait, Yapı Kredi Bankası satın almak üzere, sundukları ve son müzakereleri yapılmakta olan 8 milyar dolar civarında bir teklif ile.

Daha önce hatırlarsanız, 2018’de Deniz Bank’ı 3.2 milyar dolara satın alan yine Birleşik Arap Emirliklerindeki (Dubai’ye ait) Emirates NBD Bank’ın da en dışlı rakibi First Abu Dhabi Bank. Daha önce pazara girmiş olan QNB Finansbank, Burgan Bank ve Arap Türk Bankası da var.

Halihazırda toplam bilançosu 827 milyar doların üzerinde olan 57 bankanın faaliyet gösterdiği Türkiye bankacılık sektöründe Arap bankalarının payı yüzde 14 civarında. Önümüzdeki dönemde daha da artması bekleniyor.

Öyle görünüyor ki, siyasi ilişkilerdeki normalizasyon devam ettikçe, güven yerli yerine oturdukça, sermaye ihraç eden (2 trilyon doların üzerinde varlığın üzerinde oturan, petrol sonrası dönem için ülke dışında yatırımlarını çeşitlendirmek zorunda olan) Arap bankaları (ve de egemen servet fonları) ile finansal sıkışıklık içindeki (taze sermaye ithal etmek için her yolu deneyen) Türkiye arasındaki parasal akışlar daha da genişleyecek, hızlanacak.

Arap Bankalar, yeni işbirliği modeli

Arap bankacıların bu yıl Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Arap Bankalar Birliği ve Türk Bankalar Birliği ile 23 Mayıs’ta İstanbul’da başlayan toplantısında ben de konuşmacıydım, iklim değişikliği-su-enerji-gıda stratejik dörtgeninde gezegenimizin geleceği, özellikle de Arap dünyası için taşıdığı önemi anlattım 22 Arap ülkesinden gelmiş yüzlerce bankacı ve onların Türk meslektaşlarına.

Bankacılık sektörü için bu dinamiklerin yarattığı risk ve fırsatları ortaya koyarak, Türkiye ile Arap dünyası arasında yeni işbirliği modelinin nasıl olması gerektiği üzerinde durdum.

Bana sorarsanız, Arap dünyası diye bir şey yok aslında. Monolitik, homojen bir Arap dünyasından söz edilemez. Ne Somali ya da Cezayir’de konuşulan Arapça Suudi Arabistan’da anlaşılabilir, ne gelişmişlik ve zenginlik bakımından Sudan ile Katar aynı kefeye konulabilir.

Geniş bir coğrafyada 465 milyon nüfusu var ama etkisi çok zayıf. 9.5 milyon nüfuslu (ve yarısı Arap kökenli) İsrail karşısında büyük ölçüde diz çökmüş vaziyette, bunca zenginliğe ve nüfusuna rağmen. Petrol ve doğal gaz gelirleri olmasa çoğunun ayakta kalması mümkün değil, onun için hidrokarbon çağının gerilemesi, yeşil enerjinin yükselmesi hepsini ciddi şekilde kaygılandırıyor.

On yılı aşkın bir süredir zehirlenmiş olan Türk-Arap ilişkilerinde son yıllarda yeni bir sayfa açarak başta BAE ve Suudi Arabistan olmak üzere ilişkilerde normalleşme sürecinin başlatıldığını, Mısır ile de Erdoğan-Sisi kucaklaşmasından sonra kapının nihayet açıldığını, bir tek Suriye ile temel konularda uyuşmazlıkların aşılamadığını, ancak Katar ve Rusya’nın arabuluculuğunda Şam ile de yakında diyaloğun başlayacağını beklediğimi ifade ettim.

Şimşek: “Tamamlayıcı yönlerimizi çalışalım”

Mehmet Şimşek’in açış konuşmasındaki “ilişkilerimiz mükemmel düzeyde” tanımlamasına katılmadığımı, zira en ufak bir siyasi depremde ilişkilerin yeniden rayından çıkma riskinin hala bulunduğunu, her vesileyle tekrarladığım üç G (“güven-güven-güven”) tam olarak yaratılmadan ne ilişkilerin arzu edilen seviyeye çıkacağını ne de bankacıların, egemen servet fonlarının paralarını gönül rahatlığıyla akıtabileceklerini anlattım.

Her zaman yatırımcı sunumlarını en ustaca yaptığını gözlediğim Mehmet Şimşek, bu defa da herkesin anlayabileceği verilerle süslediği konuşmasında güzel bir noktaya dikkat çekti.

Ekonomideki olumlu gidişatı rakamlarla ortaya koyduktan (bu arada, dürüstçe hala enflasyon, TL’nin zayıflığı, risk primi ve gelir dağılımı dengesizliği gibi konularda “outlier” olduğumuzu itiraf ettikten) sonra Arap dünyası ile Türkiye’nin birbirini tamamlayıcı özelliklerine vurgu yaptı.

Hangi alanlarda var tamamlayıcılık?

Oralarda turizm mevsimi düşük ilen bizde yüksek sezon, Arap dünyasında para çok, yatırım alanı sınırlı, bizde para az, yatırım fırsatları sınırsız, savunma sanayiinde, inşaat sektöründe, gıda sanayiinde, enerjide, ulaşım ve telekomünikasyonda, finansta. Türkiye ile serbest ticaret anlaşmaları çağrısını yineledi, ticaretin liberalizasyonundan çekinilmemesi gerektiğini vurguladı.

Özel ayrıcalık isteniyor

Benim için bu denklemde en fazla önem taşıyan husus, ilişkilerde “kazan-kazan” dengesinin iyi ve şeffaf temellerde kurulması, kapalı kapılar ardında rüşvet çarkının dönmesi ile kotarılan, gerçek içeriği kamuoyundan gizlenen anlaşmaların milli menfaatlerden taviz verilmemesi.

Zira, üst düzey bir Türk bankası icra başkanının bana ifade ettiği gibi, Arap sermayesi diğer yatırımcılara kıyasla her zaman özel ayrıcalık bekliyor, onu almadan da harekete geçmiyor. Bizim kapalıçarşı pazarlık becerisi onlarda da ziyadesiyle olduğunda çok değerli varlıkların – araya giren siyasi hüviyetli komisyoncuların da etkisiyle – ucuza gitmesi riski her zaman var. Görebildiğim kadarıyla, Deniz Bank, Finansbank ve Yapı Kredi Bankası müzakerelerinde Türk tarafı daha çetin pazarlıkçı olarak hatırı sayılır satış rakamlarını yakaladılar.

Son yıllarda bölgeye resmi ziyaretler sırasında imzalanan (çoğu gerçek ilerleme yerine ilişkilerin başarılı şekilde genişlediğini kamuoyuna siyasi bakımdan yansıtmayı amaçlayan) sayısını unuttuğumuz mutabakat muhtıralarına, havalarda uçuştuğu söylenen on milyarlarca dolarlık yatırım vaatlerine fazla aldanmayalım.

Bunların çoğu lafta kalmaya mahkum.

Önemli olan fiiliyata ne kadar dönüştüğü ve de mevcut değerli varlıkların el değiştirmesinden ziyade ülkeye ne ölçüde sıfırdan kaliteli yatırım girdiği. Arapların çoğu için o tür anlaşmaların pek bağlayıcılığı yok, bizim isteğimiz üzerine altına imza atıyorlar, gerçeğe dönüşecek anlaşmaları zaten kendilerinin belirleyeceklerinin bilincinde olarak.

Bölge denkleminde roller değişiyor

Bölgede uzun yıllar boyunca ABD ve AB nüfuzu çok baskın olagelmiş, ama son yıllarda yükselen güç Çin hem enerjide, hem ticaret ve yatırımlarda, hem altyapıda hem de güvenlik ve dış politika alanlarında Batı’yı geride bırakacak hamleler yaptı. İran ile Suudi Arabistan’ı barıştırdı. Kuşak Yol projesini denizden Umman’a kadar uzattı.

Bunun üzerine ABD’nin güçlü desteği ile Mümbai’daki G-20 zirvesinde ona rakip Hindistan’dan Dubai’ye, Suudi Arabistan üzerinden Ürdün ve İsrail’e, oradan da Yunanistan’ın Pire limanına uzanacak bir alternatif güzergah önerildi.

Rusya, Suudi Arabistan ile stratejik ortaklık kurarak dünya petrol piyasalarını kontrol etmekte olan OPEC+’i oluşturdu. Hindistan’ın da eli boş durmuyor. Bir Katarlı bankacının deyişiyle “Mollalar rejimi gittikten ve normalleşme gerçekleştikten sonra” bölgenin gerçek potansiyellini yükseltecek “uyuyan dev” İran’ın Körfez üzerindeki mevcut dostane olmayan emelleri malum. Avrupa Birliği ise, “ekonomik dev, siyasi cüce” unvanını kaybetmemek için diğer güçlere kıyasla bölgede hala çok cılız bir varlık gösteriyor.

Böyle bir jeopolitik sıkışıklıkta Çin’den Almanya’ya, Rusya’dan Suudi Arabistan’a geniş coğrafyanın en büyük gücü olan Türkiye’nin dengeleyici, tamamlayıcı güç olarak Arap dünyasının denkleminde yer alması karşılıklı menfaatlere de daha iyi hizmet edecek gibi görünüyor.

Bunu, Temim bin Hamed eş-Sanı’den sonra stratejik zekaları yüksek görünen Muhammed bin Salman ve Muhammed bin Zayed’in de son dönemde net şekilde gördüğü anlaşılıyor.

Türk dizileri ve “yumuşak güç”

Kuveytli bir bankanın yönetim kurulu başkanı, bana babasının 80 yaşında Türkçe öğrenmek için yoğun çaba gösterdiğini, çünkü ülkesinde son derece popüler olan Türk dizilerinin, başrol oyuncusu güzel kadınların etkisinde kaldığını, aslında bu dizilerin “yumuşak güç” anlamında Türkiye açısından her türlü siyasi, ekonomik, turizm ve güvenlik hamlesinden daha etkili sonuçlar doğurduğunu anlattı gülümseyerek.

Evet, Suriyeli yasadışı mültecilerinin sayılarının artmasının sosyal gerilimlere yol açtığı, toptan Araplara karşı milliyetçi damarları ortaya koyduğu bir dönemde realpolitik ve ekonomik gereksinimlerin de zorlamasıyla Türk-Arap ilişkilerinin sağlam ve karşılıklı yarar temelinde sabırla geliştirilmesi önem taşıyor.

Tabii ki her zaman ve her coğrafyada olduğu gibi sermaye belirleyici, oyun kurucu, politika şekillendirici özelliği ile devreye giriyor.

Mehmet Öğütçü

Londra Enerji Kulübü YK Başkanı

Recent Posts

AB Komisyonu Başkanı 1 milyar yolda dedi, Özel sert çıktı: “Türkiye 200 milyar kaybetti”

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…

23 saat ago

Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” sözü ve Erdoğan övgülerinin anlamı

Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…

1 gün ago

Asgari ücret, enflasyon ve üretkenlik

Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…

2 gün ago

İlk Suriye’nin geleceği toplantısından kareler: kim, kiminle, nereye?

Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…

2 gün ago

Kılıçdaroğlu ile Suriye’deki son durum ve Suriye siyaseti üzerine

CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…

2 gün ago

Suriye’de pek çok “ama” ve “acaba” dolu “geçiş dönemi”

Suriye'de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve…

2 gün ago