Dünya ve Türkiye, vahim sonuçları olabilecek yeni bir dönüm noktasında. Tarihin nadir anlarından biri, hem küresel hem yerel düzeyde, eşiklerde geziniyoruz.
Pek çok kişi bu gerçeği kabul etmekte zorlanıyor, fakat gerçekten de tehlikeli bir dönüşümün içinden geçiyoruz hemen her alanda. Jeopolitik çatışmalar hız kazanırken, bölgesel savaşların patlak vereceği, hatta bazı ülkelerin parçalanacağı dahi konuşulmakta.
Önümüzdeki dönemde biz dahil tüm dünyada yaşanması muhtemel keskin ekonomik kriz, İkinci Dünya Savaşı’nın temel taşlarını döşeyen 1928 bunalımını mumla aratacak gibi görüniyor.
İklim değişikliğinin tetiklediği büyük doğal felaketler kapıda; salgın hastalıkların ve kırılganlıkların riskleri ise her zamankinden daha canlı.
Yapay zekanin sağladığı ustunluk, siber saldirilar, gıda, su ve enerji kıtlığı sıcak gündem maddeleri arasında yerini almış durumda.
Tüm bu krizlerin ortasında, mevcut demokratik yönetim tarzları ne yazık ki etkin ve süratli çözümler üretemiyor.
Halkta bezginlik var. Siyasetten soğuyoruz, kaliteyi vitrine çekemiyoruz.
Bu nedenle dünyanın birçok köşesinde otoriter rejimlerin yükselişi gözlemleniyor.
Akıllı, stratejik düşünme yeteneğine sahip ve gelecek öngörüsü güçlü liderlerin eksikliği her yerde karşımıza çıkıyor.
Bir yanda, Joe Biden, Emmanuel Macron, Olaf Scholz ve Keir Starmer gibi etkisiz Batılı liderler; diğer yanda ise Vladimir Putin, Xi Jinping, Narendra Modi, Tayyip Erdoğan ve Viktor Orbán gibi ülkelerine damgasını vurmuş güçlü otoriter liderler yer almakta.
Böyle bir dünya ile yüzleşirken, boş laflar etme ve gereksiz polemikler yaratma lüksümüz yok; içerde hem ekonomide hem de siyasi istikrar ve güvenlikte sağlam adımlar atmak zorundayız. Zemin kaygan kalırsa tepetaklak gitmek işten bile değil.
Umutsuzluğa kapılmak yerine, proaktif ve cesur inisiyatifler alarak küresel ve yerel dinamiklerin yaratabileceği hasarları mümkün olduğunca asgariye indirme yollarını bulmalıyız.
Türkiye,işte bu küresel çalkantının gölgesinde kendi geleceğini şekillendirmeye çalışıyor. AKP’nin 23 yıllık iktidarının sona erip ermeyeceği, muhalefetin ülkeyi bu karmaşadan nasıl çıkaracağı büyük bir muamma.
Türkiye’nin mevcut ekonomik krizi, yalnızca dar gelirli kesimi değil, toplumun geniş bir kesimini derinden etkiliyor. Enflasyon, işsizlik, yetersiz büyüme ve dış borç krizi, Türkiye’nin ekonomik geleceğine dair ciddi endişeler doğuruyor.
Türkiye, küresel ekonominin bir parçası olarak, bu çalkantılardan derinden sarsılıyor.
Ancak sorun yalnızca ekonomiyle sınırlı değil. Türkiye’nin demokratik yapısı da ağır eleştirilerin odağında. Hukukun üstünlüğünün zedelenmesi, yargının bağımsızlığının sorgulanması ve basın özgürlüğünün kısıtlanması, demokrasinin derin yaralar almasına neden oluyor.
Bu olumsuz tablo, yalnızca içeride değil, Türkiye’nin uluslararası arenadaki itibarını da zayıflatıyor. Bölgesel istikrarsızlıklar, Suriye, Libya, Karadeniz gibi kriz bölgelerindeki belirsizlikler, Türkiye’nin geleceğine dair büyük soru işaretleri bırakıyor.
AKP, Cumhuriyet tarihinin en uzun süre iktidarda kalan partisi olarak, Türkiye’nin her alanda derin dönüşümler geçirmesine öncülük etti.
İlk iki dönemde altyapı ve özgürlükler alanında atılan cesur adımlar, kamuoyunda büyük destek buldu. “Komşularla sıfır sorun” politikası, her ne kadar uygulanabilir olmasa da, dış politikada önemli bir stratejik hamle olarak tarihe geçti.
Ancak son yıllarda yaşanan ekonomik daralma, siyasi belirsizlik ve toplumsal huzursuzluk, AKP tabanında bile ciddi sarsıntılara yol açtı. Ekonomik kriz, artan enflasyon ve işsizlik, AKP’nin halk nezdindeki güvenilirliğini zedeledi. Geçim sıkıntısı çeken kitlelerin artması, adalet sistemine olan inancın sarsılması ve dış politikadaki belirsizlikler, AKP’ye verilen desteği önemli ölçüde azalttı.
2023 seçimlerinde AKP’nin iktidardan düşmesi beklentisi yüksekti.
Fakat muhalefet liderliğinin zayıf performansı, stratejik hatalar, bu değişimin gerçekleşmemesine yol açtı.
Şimdi ise gözler, olası bir iktidar değişiminde muhalefetin ne kadar hazırlıklı olduğunda. Türkiye, yeni bir iktidarın ekonomi, adalet, mülteciler ve dış politika gibi kritik alanlarda hızlı ve güven verici çözümler üretip üretemeyeceğini sorguluyor.
Muhalefet, özellikle CHP, Türkiye’nin yeni dönemi için hazırlıklı olduklarını sıkça dile getiriyor. Ancak partinin içinde yaşanan liderlik mücadeleleri, kutuplaşmalar ve stratejik çekişmeler, bu hazırlığın ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulatıyor.
Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş ve Özgür Özel gibi isimler, CHP içindeki güç savaşının ana aktörleri. Kemal Kılıçdaroğlu ise aldığı yenilgilere rağmen parti içindeki yerini hala koruma çabasında.
CHP’nin mevcut iç çekişmeleri ve liderlik belirsizlikleri, partinin tarihi bir fırsatla karşılaştığı bir dönemde ilerleme kaydetmesini zorlaştıracaktır.
Oysa ki, Türkiye’nin böyle kritik bir dönemde yapıcı eleştirilerle dinamik kalması, iç demokratik yapısını güçlendirmesi gerekiyor. Parti içi demokrasinin güçlendirilmesi ve şeffaflık, CHP’nin uzun vadede güçlü kalması için şart.
Karşı karşıya olduğumuz, gelecekte daha da artacak olan ekonomik ve siyasi sorunlar, yalnızca bir partinin, kliğin ya da liderin çözeceği kadar basit değil.
Donanımlı, toparlayici, ekipleri iyi calistiracak, farkli egilimleri Ozalvari bagdastiracak, kuresel radarda saygi duyulan bir lidere ve ekiplere ihtiyac var, mevcut iktidarin gundemi degistirme manipulasyonlarina da pabuc birakmayacak.
Alternatif bir iktidarin ekonominin yeniden inşası, rekabet gücünün takviyesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması, çoktaraflı dış politika stratejisi izlenmesi ve istikrarsızlık ve bölünme çabalarına etkili karşılık verilmesi, elbette Türkiye’yi yeniden güçlü bir bölgesel aktör haline getirebilir; ancak bunu başarmak, söylemekten daha zor.
Dünyada otoriter rejimlerin yükselişi dikkat çekiyor. Türkiye de bu eğilimin dışında kalmayabilir.
Otoriter rejimler, demokratik değerleri hiçe sayarak, ülkelerinde iktidarlarını pekiştiriyor. Türkiye’nin bu eğilime mi kapılacağı, yoksa demokratik bir dönüşüm mü yaşayacağı, gelecek açısından en önemli sorulardan biri.
Türkiye’nin geleceği, yalnızca Erdoğan ve AKP’nin iktidarda kalıp kalmayacağıyla sınırlı değil. Türkiye’de muhalefet partilerinin ülkeyi yönetmeye ne kadar hazır olduğu da büyük bir soru işareti.
Muhalefet, güçlü, vizyoner ve toparlayıcı bir lider çıkaramazsa, Türkiye’nin derin sorunlarının çözümü daha da zorlaşacak.
Yeni liderler, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi yaralarını sarmak, küresel oyuncularla aynı frekansta hareket etmek zorunda. Türkiye, AKP sonrası dönemde inovatif, yenilikçi bir yaklaşım bekliyor.
Muhalefetin liderlik konusundaki belirsizlikleri ise bu beklentiyi tehlikeye sokuyor.
Bazen “muhalefetin eleştirilmesi iktidarın ekmeğine yağ sürüyor” gibi yaklaşımlar duyuyorum dostlarımdan.
Tabii ki CHP köklü bir parti ve alternatif olarak canlı kalmalı, yıpratılmamalı ancak bu ona “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışına yenik düşme hakkı vermemeli.
Meksika ve Japonya dahil dünyanın birçok yerinde köklü partiler bu yüzden yok oldu, yerine daha iyileri çıktı.
Onun için CHP’yi dinamik tutacak olan, yapıcı eleştirilerin sürdürülmesi, parti içi demokrasinin güçlendirilmesi, şeffaflık ve gizli gündemi olmayan tüm eleştirileri, önerileri dikkate alan kapsamlı hazırlıklar önem taşıyor.
Türkiye’nin yeni dönemi, dünya ile nasıl bir ilişki kuracağına da bağlı olacak. Otoriter rejimlerin etkisinde kalacak mı yoksa demokratik bir dönüşüm yaşayacak mı? Bu sorunun yanıtı, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en önemli faktörlerden biri.
Türkiye, bir yandan bölgesel güç olma iddiasını sürdürmek, diğer yandan ise demokratik değerlerini koruyarak küresel bir aktör olmak zorunda.
Ancak bu süreç, yalnızca iç dinamiklerle değil, aynı zamanda dış aktörlerin müdahalesiyle de şekillenecek.
Türkiye’nin dış dünyayla ilişkileri, enerji, finansman, teknoloji ve turizm gibi alanlarda stratejik hamleler gerektirecek. Bu nedenle, Türkiye’nin yeni liderinin küresel dinamikleri doğru okuması ve dış güçlerle sağlıklı ilişkiler kurarak ülkenin geleceğini şekillendirmesi büyük önem taşıyor.
Türkiye, son yıllarda dış politikada birçok belirsizlik ve zorlukla karşı karşıya kaldı. Özellikle Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz gibi kriz bölgelerinde Türkiye’nin izlediği politikalar, hem içeride hem de dışarıda büyük eleştirilere yol açtı.
Türkiye, bir yandan bölgesel güç olma iddiasını sürdürürken, diğer yandan küresel aktörlerle olan ilişkilerinde de denge kurmaya çalışıyor. Bu dengeleri korumak, yeni bir iktidarın önceliklerinden biri olmalı. Türkiye’nin gelecekte dış politikada nasıl bir rota izleyeceği, bölgesel ve küresel dinamiklerin doğru okunmasına bağlı olacak.
Yeni bir iktidar, Türkiye’nin dış politikadaki mevcut stratejilerini gözden geçirerek, uluslararası işbirliklerini güçlendirecek, kriz bölgelerinde daha temkinli adımlar atacak ve Batı ile Doğu arasındaki dengeyi daha akılcı bir şekilde kuracaktır.
Özellikle Avrupa Birliği ile ilişkiler, NATO üyeliği, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerle ilişkiler, yeni dönemde Türkiye’nin dış politikada belirleyici faktörler arasında yer alacak.
Türkiye, tarihinin belki de en zor dönemlerinden birini yaşıyor.
Ekonomik krizler, adalet sistemine yönelik eleştiriler, dış politikadaki belirsizlikler ve toplumsal huzursuzluklar, yeni bir iktidarın omuzlarına büyük sorumluluklar yüklüyor. Muhalefet partileri ve liderleri, bu büyük beklentilere cevap verebilecek mi? Türkiye’yi içinde bulunduğu krizlerden çıkarabilecek vizyon ve liderlik sergileyebilecekler mi?
Bu soruların yanıtı, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek. İktidar değişimi, büyük bir fırsat olduğu kadar, aynı zamanda büyük bir risk de barındırıyor. Muhalefet, bu süreçte güçlü, kararlı ve vizyoner bir liderlik sergileyebilirse, Türkiye için yeni bir dönem başlayabilir. Ancak bu liderlik eksik kalırsa, Türkiye’yi daha büyük sorunlar bekliyor olabilir.
İktidar değişimi, Türkiye’nin sadece siyasi değil, ekonomik ve sosyal geleceği açısından da hayati önemde. Bu nedenle, tüm partilerin ve liderlerin bu tarihi sorumluluğun farkında olarak hareket etmesi, Türkiye’nin geleceği için kritik bir dönemeç olacak.
İnsanların yeni bir iktidar ve liderinden temel beklentisi, iktidar değişiminin getireceği güç ve politika boşluklarına mahal vermemesi, ertesi gün puruzsuz ve etkin sekilde iktidari devralama becerisine sahip olmasidir.
Hele etrafı ateş çemberi halindeki ve sorunlari acil cozum bekleyen bir ülke için bu beklenti olmazsa olmazdır.
Muhalefetin, hazırlıklı olması ve liyakatli kadrolarla bu süreci iyi yönetmesi, ekonomik ve siyasi reformları hızla hayata geçirmesi, özellikle ekonomik kriz, işsizlik, adalet reformu ve dış politika gibi kritik konularda halkın güvenini kazanacak ivedi ve surdurulebilir çözümler üretebilmesi secim başarısında, iktidar degisiminde anahtar rol oynayacaktır.
Bu hedeflere kilitlenmesi için muhalefetin, kendi iç çekişmelerini ya nihayete erdirerek ya da iktidarı alana kadar bir kenara bırakarak güçlü bir liderin etrafında kenetlenmesi ve toplumu kucaklayan kapsayıcı bir vizyon ile hemen icraya koyulacak bir ekip ortaya cikartmasi, uluslararasi camiaya guclu mesajlar vermesi şart.
İktidar değişimi ve yeni bir yönetimin gelmesi uzun bir aradan sonra hem demokrasi hem de genis kitleler için umut verici olabilir; ancak bu değişimin getireceği sonuçları dikkatle değerlendirmek de elzem.
Gerçekçi beklentilere sahip olmak, geçiş sürecinin karmaşıklığını göz önünde bulundurmak ve siyasi istikrarı sağlamak üzere toplumun geniş kesimlerinin desteğini almak, bu süreçte hayal kırıklıklarını önleyebilir.
Evet, önümüzdeki birkaç yıl bir yandan AKP ve Cumhurbaskani Erdoğan’ın güç kaybetmemek için var gücüyle çabalayacağı, diğer yandan muhalefetin halkın artan hoşnutsuzluğundan yararlanarak güçlü bir iktidar alternatifi yaratmak isteyeceği bir dönem olacak.
Bu fırsat kaçırılırsa, Türkiye’nin işi gerçekten zor, özellikle de komşularında ateş bacayı sarmış vaziyette iken.
Ve yeniden ayağa kalkmasi, yeni bir fırsat penceresi açılması uzun yillar alabilir. Hicbirimizin buna sabri yok.
CHP ve muhalefetin bugün ile seçim günü arasındaki oyun planını satranç ustası titizliğiyle hazırlaması, icra etmesi, hatta seçim sonrası iltidarın kazanırsa ilk 100 günlük planını ve gölge kanineeini şimdiden açıklaması ona halk venuluslaratası oyuncular nezdinde itibar kazandıracaktır.
İktidar değişimi büyük bir fırsat olabilir, ancak beraberinde büyük riskler de barındırıyor. Muhalefet güçlü bir liderlik sergileyebilirse, Türkiye için yeni bir dönem başlayabilir.
Ancak eksik ve beceriksizlik bir liderlik, Türkiye’yi daha büyük bir krizle yüz yüze bırakabilir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Donald Trump’ın yeniden ABD Başkanı seçilmesine memnun oldu. Bir sorun çıktığında doğrudan…
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13 Kasım’da Ankara Büyükşehir Belediyesine usulsüz harcama soruşturma başlatmasından saatler sonra İstanbul…
Türkiye’de ana siyasi gelişmelerin birçoğunda belirleyici olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) genel başkanı Devlet Bahçeli;…
Nobel ödülüne layık görülmesi hepimizi gururlandıran (ve bir GS Lisesi mezunu olarak benim de özellikle…
Kamuoyunda etki ajanlığı ya da etki casusluğu yasası olarak bilinen yasa önerisi, ikinci defa TBMM’de…
İsrail’in önceki Dışişleri Bakanı İsrael Katz kafayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a küfretmeye takmıştı, cevabını vermek de…