2023’ün Şubat ayındaki Kahramanmaraş Depremlerinin ardından yıkımın yaralarını iyileştirmek için çırpınan bir avuç kuruluş ve gönüllü, Türkiye’nin sivil toplum algısını olumlu yönde değiştirdi. Depremin ardından kurulan inisiyatiflerin, çalışan kuruluşların zaman içinde yıkımın büyüklüğü karşısındaki yorgunluğu ve çaresizliği ise bu olumlu değişimin ardında Türkiye’de sivil toplumla ilgili daha çarpıcı bir tabloyu ortaya koydu: sivil toplum yardım etsin istiyoruz, ama sınırlı alanlar dışında destek vermek ya da katılmak istemiyoruz. Türkiye sivil toplumu tanımıyor, siyasete aktif katılmaya çekiniyor ve yardım bekliyor.
Bu tespitler yalnızca benim düşüncelerim değil. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM) tarafından hazırlanan “Türkiye’de Sivil Toplum Algısı” raporu, Türkiye’nin sivil toplum örgütleriyle (STÖ) ilişkisinin oldukça sınırlı olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre sivil topluma güven duyuluyor, ancak katılım konusunda siyasetin etkisi, toplumsal olayların etkisinden daha yüksek gibi görünüyor.
Nasıl mı? Önce raporun sonuçlarına bakalım.
STGM tarafından 42 ilde yaklaşık 3 bin kişiyle yüz yüze görüşülerek yapılan araştırmanın sonuçlarına göre katılımcıların yaklaşık yüzde 77’si hayatları boyunca hiçbir sivil toplum örgütüyle ilişki kurmamış. Sadece yüzde 8’lik bir kesim STÖ’lerle üye veya gönüllü olarak destek veriyor. Güven oranı ise yüzde 36. Buna rağmen her iki kişiden biri STÖ’lerle ilgili olumlu görüş bildirmiş.
Bunun sebebi sorulduğunda verilen cevaplar ise çarpıcı: katılımcıların yarısı bu tip faaliyetlere ayıracak zamanının olmadığını söylerken, maddi olanaksızlıklar (yüzde 16) ikini sırada geliyor. Katılımcıların yüzde 12’si “bu tip faaliyetlere katılmaktan çekiniyorum, korkuyorum” cevabını vermiş.
Gençler arasında bu oran daha yüksek. Her parametrede gençler yukarda çıkıyor, ancak bu konuda oran daha düşük. Gençlerdeki kaygı daha fazla.
Araştırma, gençlerin sivil toplum örgütlerini tanısa da ilişkiye girmekten çekindiğini, bu durumun ise dernekler için getirilen üye bildirim zorunluluğundan kaynaklandığını ortaya koyuyor.
İlişki kurduğunu söyleyen bu yüzde 8’in yarısı ise (yüzde 46) en çok SMS yoluyla bağış yapığını, yüzde 34’ü sosyal medyada etkileşime girdiğini, yüzde 29’u ürün satın aldığını söylüyor. İlişki büyük ölçüde bağış yapma ve yardım alma çerçevesinde şekilleniyor.
STK’larla daha fazla ilişki kurulması için katılımcılar, yapılan bağışların gerçekten kuruluş tarafından kullanılacağını bilmek (yüzde 20), katkılarının somut bir karşılığı olacağını görmek (yüzde 18) ve yapılan faaliyetler hakkında ayrıntılı bilgi almak (yüzde 18) gibi şeffaflık ve hesap verebilirlik odaklı beklentileri öne çıkarıyor.
Hangi alanda çalışan STK’lara ihtiyaç var sorusuna verilen yanıt ise sırasıyla: yoksullukla mücadele (yüzde 36), eğitim (yüzde 32,5) ve sağlık hizmetleri (yüzde 22)
Sivil toplum denilince akla ilk gelen kurumlar ise sırasıyla Kızılay (yüzde 40), AHBAP (yüzde 19) ve LÖSEV (yüzde 19).
Sivil toplumla ilişkinin bağış vermek ve maddi yardımda bulunmakla sınırlı olmasının ardında aktif vatandaşlık ile ilgili bir durum var. Rapor bu konuda da veri sunmuş.
Katılımcıların yüzde 60’ı hiçbir siyasal ve toplumsal katılım göstermediğini, sadece yüzde 4’ünün bir faaliyette bulunduğu raporda belirtilmiş. 35 yaş altı katılımcılar din adamlarına, iktidar partilerine, belediyelere ve dini cemaatlere daha az güven duyarken, sosyal medyaya daha fazla güveniyor. 35 yaş üstü katılımcılar ise sosyal medyaya daha az güven duyuyor.
Kurumlara güven sıralamasında ordu, polis/jandarma, mahkemeler/yargı ve kamu kurum ve kuruluşları ilk sıralarda yer alırken, en az güvenilen kurumlar arasında dini cemaatler, muhalefet partileri ve iktidar partileri bulunuyor.
Her iki kişiden biri bu kuruluşların “iletişim etkisinin, yönetim kapasitesinin, yetkinliğinin” yüksek olduğunu düşünüyor. Ancak yüzde 70’lik bir kesim bu kuruluşların “yaşadığı çevredeki sorunları çözmek” konusunda tamamen etkisiz veya kısıtlı etkili olduğunu düşünüyor. Politikaların belirlenmesi konusunda etkisiz olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 73.
Raporun tanıtıldığı basın toplantısında söz alan STGM yönetim kurulu üyesi Levent Korkut, Türkiye’de Sivil Toplum örgütlenmesinin zorluğuna dikkat çekerek, özellikle “kamusal alana müdahil olmak için” adım atan kuruluşların engellendiğini belirtti.
Korkut, “Hak temelli yapmak daha zor. Kamusal alana müdahil olma çok ciddi bir meseledir Türkiye’de. Kamusal alana değildiği anda orada bir engel oluşmaya başlıyor. Kamusal alana müdahale olmayan alanlarda (yardım, hayır) bir serbestiyet alanı olabilir. Sivil Toplum örgütlenmesi müdahil olsa da orada engel ortaya çıkıyor. Karar alma mekanizmaları üzerine baskı kurmak en temel fonksiyonu olmasına rağmen orada bu engel geliyor,” değerlendirmesini yaptı.
Burada içinde bulunduğumuz siyasi atmosferin etkisi olduğunu söylemek zor değil. Türkiye’de vatandaşların siyasete ve kamusal alana katılımı yalnızca “oy vermeye” indirgenirken geri kalan tüm sosyal, toplumsal ve siyasi kararlar için sorumluluk ve hareket alanı bu oyla seçilmiş yetkiliye veya otoriteye teslim etmeye zorlandık. Bunun uzun vadede etkisi taleplerimizi ancak yetki devrettiğimiz bazı tarafları sembolik hareketlerle destekleyerek geri çekilmek zorunda kalmamız oldu.
Bunun yanında bir başka durum da var: oy verme davranışı dışında kalan her türlü talep çok geniş bir çerçevede suç haline getirildi.
Otoriteye teslim edilen tüm bu alan dışında bir talep yükseltmek, bu alanda çalışmak geniş bir skalada suç teşkil etmeye başladı.
Gençlerin sivil topluma katılmasındaki çekincelerin ardında bu da olabilir. İnsanlar basit bir talep dile getirmek için kamusal alana katıldığında fişlenmekten, meşru sayılan alanın dışına çıkmakla suçlanmaktan korkuyor.
Türkiye’de örgütlenen en fazla 2,5 milyon insan olduğunu söylüyor Korkut ve ekliyor, “zor bir alanda çalışıyorsanız insanları oraya çekmeniz zorlaşıyor. Çalışayım ama ismim geçmesin diyor.”
“Belediyeye erişmek zor, meclise erişmek zor, bakanlıklar düzeyinde komisyonlara katılma, mevzuat hazırlama süreçlerinde sivil toplum karar alma mekanizmalarına erişemiyor. Böyle olunca etkinin görünürlüğü de düşük oluyor.”
Sivil toplum da böyle olunca hayır kurumuna, burs talebine, devletten beklenen yardımın yapıldığı bir alternatife dönüşmeye başlıyor.
“Sivil toplum örgütlerinin ne kadar önemli olduğunu anlamamı sağladı deprem,” demiş bir katılımcı.
Yukarıdan gelen yardım ve hayırseverlik dışında bir talep mekanizmasının çalıştırılabilmesi için ise geç değil.
“Bu kadar sıkıntılı ortama rağmen hala sivil toplumla ilişkiye geçmeye çalışan aktif vatandaş bir kitle olduğunu görüyoruz,” diyor Korkut.
Bu kitle çoğaldıkça, talepler için “nerede bu devlet” yerine “nerede bu sivil topluma” çevirmeden siyaset yapabileceğiz belki de.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz: STGM
MİT Hukuk Müşaviri Fuat Midas, Etki Casusluğu kavramını örneklerle, ülke adı vermeden anlatmaya başlıyor: “Adam…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 10 Kasım’da yaptığı iki konuşmayla Türkiye’nin “önümüzdeki dönemde” başlatacağı önemli bir siyasi-askeri…
Diyarbakır'da 21 Ağustos'ta kaybolduktan sonra Eğertutmaz Deresi'nde cesedi bulunan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetiyle ilgili…
Türkiye’nin kurtuluşu, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 86’ıncı yıldönümünde minnet ve saygıyla anıyoruz. Bundan…
ABD Başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazanmasının hemen ardından Türkiye’de sosyal medyada Berat Albayrak ismi TT…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulides ile 7 Ekim’de görüştü. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’deki…