Diplomat, işadamı ve seyyah olarak tam 135 ülkeye seyahat ettim. Bir kısmında görev yaptım, yaşadım; farklı kültürleri, dilleri, toplumsal yapıları ve yaşam tarzlarını yerinde içinden yaşayarak gözlemleme fırsatım oldu. İzlenimlerimi “Yaşam Bir Seyahattir” kitabıma yansıttım. Nereye gidersem gideyim, karşılaştığım gerçek aynıydı: Müslüman toplumların büyük bir kısmı, yoksulluk, eğitimsizlik, eşitsizlik, şiddet, yolsuzluk, otoriter yönetimler ve siyasi istikrarsızlık içinde kıvranıyor.
Hindistan’ın gecekondu mahallelerinden Ortadoğu’nun kanlı savaş alanlarına, Afrika’nın fakir köylerinden Avrupa’daki mülteci kamplarına kadar her bölgede benzer bir tabloyla karşılaşmak tesadüf olamaz. Yoksulluk, bu coğrafyalarda günlük yaşamı saran yakıcı bir problem, hatta değişmez kader gibi karşımızda duruyor.
2024 itibarıyla, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 25’inin Müslüman olduğu tahmin ediliyor; yani, yaklaşık 2 milyar kişi. Müslüman nüfusun çoğunluğu Orta Doğu, Kuzey Afrika, Güneydoğu Asya, Orta Asya, Rusya, Hindistan ve bazı Afrika ülkelerinde yaşıyor. 106 trilyon dolarlık dünya gayri safi yurt içi hasılası (GSYİH)’nin sadece yüzde 10’u dünyada 57 Müslüman nüfuslu ülkeye ait.
Buna karşılık, 336 milyonluk ABD, 27 trilyon dolar ile dünya toplamının yaklaşık yüzde 24’ini oluştururken, Çin 18 trilyon dolar ile ikinci sırada yer alıyor. Türk dünyası toplam 300 milyonluk nüfusu ile 1.7 trilyon dolarlık GSYİH’ya sahip.
Toplam dünya ekonomisinin önemli bir kısmını oluşturmasa da Müslüman ülkeler içindeki gelir uçurumu, eğitim düzeyindeki farklılıklar ve sosyal eşitsizlikler hem kendileri hem de dünyanın geri kalanı için ciddi sorunlara meydan veren ciddi bir çelişkiyi yansıtıyor.
Yoksulluk sorunu, yalnızca günümüzün ekonomik zorluklarıyla açıklanamaz. Kökeninde, İslam dünyasının tarihsel evriminde yer alan derin yapısal değişimler de var Orta Çağ’da, Abbâsîler döneminde 8. yüzyılın ortalarında başlayan ve 15. yüzyılın sonlarına kadar devam eden “Altın Çağını” yaşadı İslâm dünyası.
Hindistan’dan Endülüs’e kadar geniş coğrafyada tıp, felsefe, teoloji, sanat, matematik, astronomi, İşlâm hukuku gibi geniş yelpazede çalışmalar yapılıyordu. İshak Kındî, Fârâbî, Muhammed b. Mûsâ Hârizmî, Battânî, İbn Sînâ, İbnu’l-Heysem, Birûni, İbn Rüşd, İsmâil b. Rezzâz Cezerî, Gazzâlî, Nasîrüddin Tûsî, İbn Battûta, İbn Haldûn, Uluğ Bey ve daha birçok ünlü İslam bilgini bu döneme damgalarını vurdu.
Ancak, zamanla başlayan eleştirel düşüncenin zayıflaması, dini taassubun artması ve felsefi eleştirilerin yerini dogmatizme bırakması, medeniyetin daha da ilerlemesini engelledi. İslam dünyası, kendi altın çağından sonra, Batılı güçlerin sömürgecilik faaliyetleri, savaşlar ve iç çatışmalarla ciddi şekilde zayıfladı.
Özellikle 19. yüzyıldan sonra, sömürgeci devletlerin eğitim, sanayi gelişimi ve toplumsal yapılar üzerindeki etkisi, Müslüman toplumların kalkınmasını engelledi. Sömürgeciliğin ardından gelen iç savaşlar, yolsuzluklar, kötü yönetim ve politik istikrarsızlıklar, yoksulluğun yapısal bir sorun haline gelmesine neden oldu.
Şurası kesin ki, Müslüman toplumlarda yoksulluk, sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda vahim bir sosyo-kültürel sorun.
Oysa İslam’ın zekât, sadaka ve toplumsal yardımlaşma gibi ulvi öğretileri toplumun hep birlikte yoksullukla mücadele etmesi gerektiğini vurguluyor; adeta “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” dercesine. Ancak günümüz uygulamalarına bakıldığında, bu öğretilerin tam anlamıyla işlevsel olduğu söylenemez.
Eğitimin ezberci yapısı, kadınların ekonomik ve toplumsal hayatta sınırlı yer bulması, kapitalist dünya düzeninin yarattığı eşitsizlikler, adalete güvensizlik, dünyadan kopma, yolsuzluk ve rüşvet, kötü yönetim İslam dünyasında yoksulluğun derinleşmesine yol açıyor.
Orta Doğu ve Avrasya’daki petrol ve doğalgaz gelirlerinin bir avuç elitin elinde toplanması da yerel halkın kalkınmasını engelleyen nedenlerden bir diğeri. Bu yapısal eşitsizlikler, yoksulluğu daha da derinleştirirken, bölgedeki topluma hesap vermeyen, şeffaflığın kıyısına köşesine uğramayan otokratik yönetimler de bu sorunu daha karmaşık hale getiriyor.
Tarihte Babür İmparatorluğu gibi güçlü Müslüman devletlerin izlerini taşıyan Hindistan, bugün Müslüman nüfusunun çoğunlukla yoksulluk içinde yaşadığı bir ülke. 172 milyon Müslüman, gecekondu mahallelerinde hijyen ve eğitim eksikliğiyle mücadele ediyor.
Özellikle Dharavi gibi yerlerde hijyen ve altyapı eksiklikleri, çocukların eğitim almasını ve ailelerin refaha ulaşmasını imkânsız hale getiriyor. Cammu ve Keşmir gibi Müslümanların yoğun yaşadığı bölgelerde siyasal istikrarsızlık, yatırım eksikliği ve sürekli çatışma hali, ekonomik ve sosyal ilerlemeyi engellemektedir.
Çin’in Sincan-Uygur Özerk bölgesindeki Uygur Müslümanları, kültürel asimilasyon ve baskılar altında ekonomik fırsatlardan mahrum bırakılıyor. Tarım, zanaat ve ticaretteki yetkinliklerine rağmen, devlet politikaları bu potansiyeli sınırlıyor. Modern ekonomik kalkınma projelerine dahil edilemeyen Uygurlar, sistematik ayrımcılığın kurbanı oluyor.
20 milyondan fazla Müslüman nüfusa sahip Rusya’da Müslüman nüfusun çoğu Kuzey Kafkasya, Tataristan ve Başkurdistan gibi bölgelerde yoğunlaşmış durumda. Tarihsel olarak Çarlık Rusya’sı ve Sovyetler Birliği dönemlerinde çeşitli baskılarla karşılaşan bu topluluklar, bugün de sosyal ve ekonomik eşitsizliklerle mücadele etmektedir.
Özellikle Çeçenistan gibi bölgelerde yaşanan çatışmalar ve radikal grupların varlığı, bu toplulukların sosyal entegrasyonunu ve kalkınmasını engelliyor. Buna rağmen, Tataristan gibi bölgelerde eğitim ve ekonomi alanında öne çıkan Müslümanlar, potansiyel bir başarı hikâyesi sunuyorlar.
Batı Balkanlar’dan, Orta Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyadan gelen göçmenlerle birlikte, 28 Avrupa Birliği (AB) ülkesinde yaşayan Müslüman nüfus hızla artıyor. Halen 30 milyon civarında; bu rakam, Avrupa’nın genel nüfusunun yaklaşık yüzde 5-6’sina tekabül ediyor.
ABD’de ise, çoğunluğu Orta Doğu, Kuzey Afrika, Güney Asya (özellikle Pakistan, Hindistan, Bangladeş) ve Afrika kökenli 3,5 milyon Müslüman var, yani yüzde 1 bile değil.
Fransa’daki Seine-Saint-Denis bölgesinden ABD’nin Hamtramck kentine kadar pek çok yerde Müslümanlar, sistematik ayrımcılık ve sosyal entegrasyon sorunları nedeniyle yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm ediliyor. Benzer şekilde, İngiltere’de Bradford ve Birmingham gibi şehirlerde İslamofobi, yoksulluk ve sosyal dışlanma sorunlarıyla boğuşuyor.
Eğitim seviyesinin artmasıyla birlikte bazı Müslüman bireyler ekonomide ve toplumsal statüde yükselme fırsatları yakalasa da temel haklara erişimde çeşitli engeller sürüyor.
Seyahatler sırasında birçok Müslüman toplumda, bazı din adamlarının ve tarikat liderlerinin gösterişli ve varlıklı yaşamlarına tanık oldum. Bu figürler, genellikle büyük camilerde, lüks malikanelerde ve görkemli yaşam koşullarında hayatlarını sürdürürken, halkın önemli bir kısmının yoksulluk içinde olması üzüntü verici, rahatsız edici.
Bu durum, yalnızca maddi bir eşitsizliği değil, aynı zamanda dini sorumlulukları yerine getirmeyen bir toplumsal yapıyı da gözler önüne seriyor. Okullar genellikle bakımsız, donanımsız ve yetersiz. Öğrenciler, eski ve dökülen binalarda eğitim almaya çalışırken, eğitim materyalleri ve altyapı eksiklikleri büyük bir sorun teşkil ediyor. Yoksul ailelerin çocukları, çoğu zaman temel eğitime dahi erişimde zorluklar yaşıyorlar, fırsat eşitliği yok.
Din, bazı ülkelerde siyasi iktidarı meşrulaştırma aracı haline geldi. Bu, dini radikalleşme ve hoşgörüsüzlük için bir zemin hazırladı. Modernite ile dini değerler arasında sağlıklı bir denge kurulamadı. Müslüman dünyası, tarihsel başarılarını ve kültürel mirasını yeterince sahiplenemedi. Kendine güvenin azalması ve Batı’ya karşı bir aşağılık kompleksi oluştu. Ekonomik eşitsizlikler, otoriter rejimler ve “demokrasi getirmeyi” amaçlayan dış müdahaleler, terör ve şiddetin yayılmasına zemin hazırladı. Terör örgütleri, dinin yanlış yorumlarını kullanarak kitleleri manipüle etti.
Tarihin belirli dönemlerinde dünya medeniyetine yön veren, bilimin, sanatın ve ticaretin öncüsü olan Müslüman toplumların bugün gelmiş oldukları yer ne yazık ki üzüntü verici. Aralarında dayanışma ve birlik yok, tam tersine sürekli birbirleriyle savaşıyorlar.
Bu tabloyu değiştirmek kesinlikle mümkün, ama belli menfaatlere dokunduğu, aynı zamanda toplumsal ve kültürel dönüşümü de hedeflediği için yoksulluğu azaltacak, refahı arttıracak, toplumsal barış yolunu açacak köklü reformlara ne yazık ki geçit verilmiyor birçok Müslüman ülkesinde.
Şayet bu dönüşümü sağlayacak koşullar bir gün oluşturulursa hemen uygulamaya konulabilecek bazı somut önerileri sıralamak istiyorum:
• Eğitim Reformu: Müslüman toplumlar, bilimsel ve eleştirel düşünceyi teşvik eden bir eğitim sistemine ihtiyaç duymaktadır. Ezberci eğitimden uzaklaşıp, yaratıcı düşünmeyi ve problem çözme yeteneklerini geliştiren bir model benimsenmelidir. Ayrıca, kız çocuklarının eğitimi, toplumsal eşitlik ve ekonomik kalkınma için öncelikli hale getirilmelidir.
• Kadınların Güçlendirilmesi: Kadınların iş gücüne katılımı sadece toplumsal eşitlik açısından değil, aynı zamanda ekonomik kalkınma için de elzemdir. Kadınların eğitimi ve liderlik fırsatlarına erişimi sağlanmalı, kadınların toplumsal rollerinin güçlendirilmesi için daha fazla politika geliştirilmelidir.
• Şeffaf Yönetim ve Yolsuzlukla Mücadele: Yolsuzluk, ekonomik kalkınmayı engelleyen temel unsurlardan biridir. Yöneticilerin hesap verebilir olması, kamu kaynaklarının doğru kullanılması ve şeffaflık, toplumsal kalkınmanın temel taşlarıdır. Demokratik değerlerin güçlendirilmesi, daha adil ve sürdürülebilir toplumlar yaratacaktır.
• Yerel Kalkınma ve Ekonomik Bağımsızlık: Yerel kalkınma projeleri, tarım, teknoloji ve zanaat gibi alanlarda altyapı yatırımlarıyla desteklenmeli ve ekonomik bağımsızlık sağlanmalıdır. Yerel üretim ve sanayileşme teşvik edilmeli, dışa bağımlı ekonomilerden yerel ve sürdürülebilir kalkınma modellerine geçilmelidir.
• Kültürel Yeniden Canlanma: Tarihsel başarıların yeniden sahiplenilmesi, özgüvenin artırılması ve modernite ile uyumlu bir kültürel dönüşüm sağlanmalıdır. Bu süreç, dini hoşgörü ve ortak insanlık değerleri çerçevesinde dini anlayışı teşvik etmelidir.
• Küresel Dayanışma: Müslüman toplumlar, kendi içindeki potansiyeli daha etkin bir şekilde kullanarak, küresel düzeyde de daha güçlü bir dayanışma oluşturmalıdır. Eğitim, ticaret ve kültür alanlarında uluslararası işbirlikleri güçlendirilmeli, dışarıya bağımlılıktan uzaklaşılmalıdır.
Altını bir kez daha çizmek istiyorum: Yoksulluk, sadece bugünün değil, geçmişin de bir sonucu olarak şekillenmiş bir yapı. Tarihsel başarılarından ilham alarak ve de mevcut umutsuzlukları aşmak, güçlü bir geleceği inşa etmek için cesur reformlar gecikmeksizin uygulamaya konulmalı. Yoksa ne yazık ki bu yoksulluk, şiddet sarmalı devam edecek, genç nesillere tünelin ucunda ışık gösterilemeyecek ve Müslüman ülkeler dünya liginde hak ettikleri konumu bir türlü kazanamayacak.
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…
Suriye'de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve…
"Arap Baharı" başladığında baskı altındaki Arap ülkelerinde demokrasi benzeri bir rejimin ortaya çıkabileceği umudu yeşermişti.…
HTŞ lideri Ahmed el Şara (El Colani, ya da Golani) 12 Aralık’ta takım elbisesiyle direksiyona…