İneği sürekli sağarsan yeterince ve kaliteli süt alman zorlaşır. Bir süre sonra inek rahatsızlanır, hiç süt veremez hale gelir. Vergi de de öyle. Halktan, işletmelerden, kurumlardan güçlerinin ötesinde vergi almak, onların mali yükünü artırarak ekonomik istikrarsızlığa, adaletsizliğe yol açabilir. Aşırı vergi yükü, özellikle dar gelirli kesimler ve zor durumdaki şirketler için sürdürülemez hale gelir.
Bu durum, yaşam standartlarını düşürür, ekonomik faaliyetlerin azalmasına neden olur, istediğiniz kadar vergi salsanız da tahsilini mümkün olmaz. Uzun vadede, bu tür politikalar, ekonomik büyümeyi de olumsuz etkiler, işletmeler, yüksek vergi yükü nedeniyle yatırımlarını kısıtlayabilir veya yurtdışına kaydırabilir.
Vergi sisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesi için, devletlerin vatandaşları üzerindeki yükü dengede tutması gerekiyor. Vergi oranlarının adil ve sürdürülebilir olması, ekonomik büyümeyi teşvik ederken, sosyal hizmetlerin de sürdürülebilir olmasını sağlar.
Sadece ne pahasına olursan vergi toplamak yerine kaynak sağlayacak grupları desteklemek, böylece altın yumurtlayan tavuğu öldürmek yerine dengeyi sağlamak, sürdürülebilir bir ekonomik geleceğin anahtarı.
Giderek dozajı arttırılan, nereye harcandığını bilmediğimiz vergiler, yüksek cezalar, “çökme” gibi gerçekleştirilen özelleştirmeler, geçiş ya da kullanım garantili kamu ya da altyapı ödemeleri artık ciddi rahatsızlık veriyor. Tıpış tıpış ödüyoruz ne istenirse, gücümüzü aşsa bile, bizden kopartılan, gelirimizi ve yatırımımızı azaltan paralarla neler yapıldığını bile sorgulayamıyoruz.
Harcamada sınır tanımayan kamu yönetimi yüzünden Hazine ve Maliye giderek oburlaşıyor; ne alsa doymuyor, yetmiyor, daha fazlasını istiyor hesapları tutturamadığı sürece. Hazine arazilerinin satılması, özelleştirme dalgaları, akıl sınırlarını zorlayan yeni vergi uygulamaları, geçici vergilerin kalıcılaşması, “vergiden vergi alınması” ve kamu hizmetlerinin astronomik artan maliyetleri, halkın ve iş dünyasının cebinden sürekli kaynak çekmekte fakat her nedense kamu maliyesi bir türlü rahatlayamıyor.
Tünelin ucunda ışık görünse, toplanan paraların kaliteli eğitime, hesabı kitabı iyi yapılmış altyapıya, teknolojinin geliştirilmesine, savunma sanayiine, yeşil enerji dönüşümüne, halkın sağlık ve yerel ihtiyaçlarına harcandığını bilsek, rüşvet ve yolsuzluğun tavan yaptığının farkında olmasak yine ulvi amaçlara yöneldiğini düşünerek daha fazla fedakarlık yapmayı kabul edeceğiz.
Nitekim, iki yil once yapılan bir araştırmaya göre, vatandaşların yüzde 70’i vergi ödemek istemediklerini, çünkü vergilerinin etkin şekilde kullanılmadığını, kamuya güvenmediklerini söylüyor. Böyle giderse, uzun vadede vergi tabanı daha da daralacak, kaçaklar ve kaçınmalar rekor düzeye tırmanacak.
Zaten mevcut gelir dengesizliği rahatsız edici boyutlarda. En zengin yüzde 20’lik kesim, toplam gelirin yüzde 48’ini elde ederken, en yoksul yüzde 20’lik kesim yalnızca yüzde 6’sini alıyor. Bu rakamlar, ekonomik eşitsizliğin ne denli kritik bir noktada olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu arada, vergi gelirleri yetmediği için haraç mezat satılıyor, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana binbir emekle kurulmuş fabrikalar, tesisler ve hizmet kurumları. Kamu varlıklarının özelleştirilmesi (ki artık neredeyse elde satacak bir şey kalmadı), tüm KİT’lerin denetlenmeyen bir Varlık Fonu’na devredilmesi, hazine arazilerinin para gerektikçe satışa çıkarılması, eski vergilerin oranları arttırılırken yenilerinin de getirilmesi devletin gelir ve şişmekte olan borçlarını ödeyebilmek için başvurduğu en önemli strateji haline geldi.
Bu satışlar, kısa vadede devlet bütçesine kaynak sağlasa da, uzun vadede ülkenin ekonomik güvenliğini zedelemekte ve toplumsal refahı olumsuz etkilemektedir. Devletin en değerli ve stratejik varlıklarını satmak, sadece günü kurtarmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor. Stratejik kamu varlıklarının kaybı, Türkiye’nin gelecekteki kalkınma projeleri ve sürdürülebilir büyüme hedefleri açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Kimsenin işin bu boyutuna eğildiği yok.
2023 verilerine göre, Türkiye’nin vergi gelirleri toplamı 1 trilyon TL’nin üzerinde iken, bütçe açığı 300 milyar TL civarında. Bu durum, devletin sürekli artan harcamalarını karşılamak için daha fazla vergi toplama ihtiyacını doğuruyor. Lakin, vergi yönetiminin temeli, sürdürülebilir bir ekonomik yapı oluşturmak yerine, kaynakların verimliden üretken olmayan, rantçı kesimlere aktarılması üzerine dayalı.
Vergi toplama konusunda dünyadaki diğer ülkelerden oldukça farklı bir yol izliyoruz. Dünyada yüzde 70’leri aşan (KDV, ÖTV gibi) dolaylı vergi tahsilatları ile lig birincisiyiz. Bu oran, gelişmiş ülkelerde yüzde 30 civarında. 2023 itibarıyla, gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki oranı yaklaşık yüzde 20 civarında. Kurumlar vergisi de benzer şekilde, toplam vergi gelirlerinin yüzde 10 civarında bir paya sahip.
İşletmelerin büyük bir kısmı görünürde kârli gibi görünse de, aslında zarardalar. Verimlilik düşüklüğü, özellikle enflasyona endeksli düzeltilen bilançolar nedeniyle artıyor. Bu durum, bankaların üzerindeki yükü artırıyor ve finansal sistemin sağlığını tehdit ediyor. Dolayısıyla, her bir işletme, güçlü bir vergi yükü altında eziliyor.
Vergi düzenlemeleri dünyada eşi benzeri görülmedik uygulamalar getirdi. Yalnızca cep telefonu fiyatından daha fazla parayı vergi olarak alan başka bir ülke var mı, bilmiyorum. 2025’te bu verginin 45 bin TL’yi geçmesi bekleniyor. Dünyada kamu televizyonuna tüm elektrik faturalarından ve elektronik ürünlerden “bandrol bedeli” gibi özel vergi alan tek ülkeyiz aynı zamanda. Sadece Meclis’te grubu bulunan siyasi partilere on milyonlarca dolar devlet yardımı yapan tek ülke de biziz.
Yurt dışı çıkış harcı ve diğer vergi uygulamaları, Türkiye’ye özgü bir durum. Dünyada sadece Türkiye, kendi vatandaşlarından “yurt dışı çıkış harcı” almakta. Bugüne kadar 500 TL olan harcın 2025’te 710 TL’ye çıkarılması planlanıyor. Ayrıca, pasaport için en yüksek ücreti alan ülkeler arasında da üst kümedeyiz.
Dahası, dünyada gelir garantili Köprü, Otoyol, Hastane, Havaalanı yap-işlet-devret projeleri sadece Türkiye’de. 150 milyar doların üzerinde bu tür projeler var; çoğunun ortalama proje maliyetleri dolar bazlı yüzde 400’un üzerinde.
1999 depremi sonrasında geçici olarak getirilen vergiler, artık kalıcı. Bugün cep telefonu, internet ve diğer iletişim hizmetlerinden alınan ve halk arasında “deprem vergisi” olarak bilinen vergi ciddi bir oranı buluyor. Bu vergilerin amacı, doğal afetlerdeki yıkımı telafi etmek veya devletin acil durum fonlarını güçlendirmek olsa da, hem toplandığı amaç için kullanılmıyor hem de vatandaşlar üzerindeki mali baskıyı artırıyor, devlete güveni zedeliyor.
Aynı şekilde, otomobil sektöründeki aşırı yüksek ÖTV sayesinde dünyada otomobil fiyatlarının segmentine göre 2,5-5 katına varan fiyatlarla araç satan tek ülkeyiz. Mesela, Audi firması, ortalama 40 bin avroy’a sattığı baz aracı için araç başına 7,000 avro kazanmazken, devlet vatandaşlarından 1 TL yatırım yapmadan 70,000 avro’yu aşan vergi alıyor.
Pırlantadan vergiyi kaldırıp köpek ve kedi mamalarında arttırmak hangi adaletin sonucu olabilir ki?
Bu vergi uygulamalarının, insanların ve girişimcilerin alım gücünü daha da azaltarak iç talebi baskıladığını görmüyorlar mı acaba? Dahası, alt gelir gruplarından kuruş kaçmasına izin verilmezken üst gelir grupları sürekli affa uğruyor, hatta kendilerinin ve yakınlarının şahsi lüks yaşamını bile vergiden düşebiliyorlar.
Son yıllarda Türkiye’nin bütçe açığı yüzde 5,5 oranına kadar yükselirken, devletin büyüyen kendi harcamalarını karşılamak için üretken ve verimli işletmelerden, sermayeden kaynak alıp, katma değeri düşük, “yandaş”, rantiyeci kesimlere servet aktararak daha fazla sorun yaratıyor.
İşletme sahiplerinin çalışanlarından daha az vergi ödemesi isyan ettiriyor insanları. Bu durum, adalet duygusunu zedelerken, toplumda vergiden kaçma ve kaçırma eğilimlerini artırıyor. Sürekli yeni vergiler getirmek, uzun vadede daha büyük zararlara yol açıyor çünkü ekonomik aktörler vergiden kaçınıyor, üretim yatırımına girmiyor, spekülasyon ve rant getirileri tercih ediliyor.
2022 verilerine göre, kayıtdışı ekonomi oranı yüzde 25 olarak hesaplanıyor. Bu durum da devletin vergi gelirlerini artırmasını zorlaştırmakta ve verimli işletmelerin üzerindeki yükü artırmakta. Sonuç olarak, geçen yıl Türkiye’deki işletmelerin yüzde 40’i zarar ediyordu, görünürde kar edenlerin büyük bir kısmı ise aslında finansal olarak sürdürülebilir bir durumda değildi.
Yüksek enflasyon oranları ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar, bu durumu daha da kötüleştiriyor. Dış borçlanma maliyetlerinin artması da bir diğer önemli unsur. Türkiye’nin 2023 itibarıyla dış borcu 450 milyar doları aştı, ülke risk primleri yükseldi.
Sonuç olarak, Türkiye’de vergi politikası ve yönetimi, yalnızca ekonomik büyümeyi engellemekle kalmayıp, aynı zamanda toplumsal eşitsizliği derinleştiren bir yapıda. Rant ekonomisi, verimliliği artıracak yatırımların önünü keserken, kamu hizmetlerinde düşüşe neden oluyor. Eğer bu sorunlar çözülmezse, Türkiye, önümüzdeki yıllarda daha büyük ekonomik zorluklarla karşılaşacak.
Bu sorunları aşmak için öncelikle, verimli ve katma değer yaratan alanlara doğru sermayenin ve devlet kaynaklarının yeniden dağıtılması, üretim ve teknoloji odaklı bir ekonomi modeline geçilmesi zorunlu. Türkiye’nin ekonomisi, bu yönde güçlü bir dönüşüm geçirebilir; yeter ki bu dönüşüm için siyasi irade olsun ve doğru stratejiler geliştirilerek hayata geçirilsin.
Mecali kalmamış ineği daha fazla sağmak yerine, onu beslemek ve güçlendirmek, gelecekteki başarının anahtarı olacak.
Benim görebildiğim kadarıyla, bazı somut öneriler:
Halihazırda görebildiğim kadarıyla hükümetin yaklaşımı, yeni kaynak yaratacak alanlara destek olmak, pastayı büyütmek yerine, ellerini insanlarımızın cebine daha derin daldırmak, kısa vadeli ve kolaycı çözümlerle günü kurtarmaya çalışmak.
Vergi gelirlerinin ve ek önlemlerin yetmediği zamanlarda (ki neredeyse hep böyle) borçlanma, kamu varlıklarını satma gibi geçici yöntemlerle ilerliyor devlet. Ancak bu yaklaşımlar da sürdürülebilir değil artik. Satılacak çok az devlet varlığı kaldı.
Borçlanma maliyetleri arttı, eski borçları çevirmek bile güçleşti. Vergi toplanması daha da zorlaşacak onumuzdeki donemde.
Kamu harcamalarındaki israfı azaltmak, vergi adaletini sağlamak ve verimli bir ekonomik model oluşturmak için daha radikal adımlar atmak kaçınılmaz hale geliyor.
Ne yazık ki muhalefet cephesi de bu alanda bana hiç umut vermiyor. Hükümetin politikalarını eleştirirken, genellikle daha adil bir vergi düzeni ve halkın refahını artırmayı amaçlayan çözümler öneriyorlar. Ancak bu önerilerin somut ve uygulanayaziya katkilariığı, halkın yaşamını gerçekten nasıl dönüştürebileceği, pastayı nasıl büyütecekleri büyük bir soru işareti kafalarda. Muhalefetin önerileri, genellikle detay yoksunluğu taşıyor, ayağı yere basmıyor ve mevcut yapıların dışına çıkma cesaretine de sahip değil gibi. “İktidara gelirsek kervanı yolda düzeceğiz” anlayışı hâkim sanki.
Yukarıda sıraladığımız sorunlar tabii ki sadece bize özgü değil. Belki de bazı Avrupa Birliği ülkelerinde bizden daha vahim. Bu zorluklar, ekonomik durgunluk, yüksek enflasyon ve COVID-19 sonrası toparlanma süreçleri gibi faktörlerden kaynaklaniyor. Rusya-Ukrayna savasinin enerji maliyetlerini arttirmasi ve tedarik zincirlerinin bozulmasi da Avrupa’da düşük gelirli kesimlerin üzerindeki vergi yükünu artirirken, vergi kaçırma ve kayıtdışı ekonomi gibi sorunlar da yaygın hale geldi. Birçok ülke, vergi sistemlerini reforme ederek adil ve etkili bir toplama mekanizması oluşturmayı hedefliyor.
Ancak bu süreç, siyasi ve ekonomik engeller nedeniyle karmaşık hale gelebiliyor. Özetle, vergi toplama zorlukları, AB ülkeleri için de önemli bir sorun olmaya devam ediyor.
Kimilerine göre, tek umut ya da çıkış yolu, Trump Amerika’sının yeni radikal bir vizyon çerçevesinde yapay zeka ve diğer yeni teknolojiler temelinde küresel düzende taze bir dönüşümü tetiklemesi, dolara cansuyu verecek yeni bir kuresel finans sistemini tasarlamasi, ki Türkiye de (şayet Batı ile bağlarını yeniden tanımlarsa) bundan istifade edecek ülkeler arasınana girebilir, yeniden büyük ölçüde uluslararası sermaye çekebilir hale gelebilir.
Herhalükarda, geleceği tükenmekte olan değil, daha parlak ve başarılı olanı inşa etmeye yönelmiş bir Türkiye hayal edebilmek için ciddi, iyi hazırlanmış radikal reformlar ve icracı kadrolar gerekiyor. Ondan daha önemlisi de şimdiye kadar her empoze edileni “tıpış tıpış” kabul eden halkın daha fazlasını talep etmesi, hiç çekinmeden hesap sorması, takip etmesi.
Aksi taktirde, “böyle gelmiş böyle gider” demeye ve orta gelir tuzağına saplanıp kalmaya ne yazık ki devam edeceğiz.
* Fatih Ozcelik ve Cumhur Dogan’a bu yaziya katkilari icin tesekkur ediyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) 26 Aralık’ta gerçekleştirilen Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında, 22 ay…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 25 Aralık’ta AK Parti grubunda “Suriye fatihi” sloganları eşliğinde Kuran’ın Fetih Suresinin…
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, asgari ücretin 22 bin TL olarak açıklanmasının ardından iktidarı erken…
2024’ü geride bırakmak üzereyiz. 2025’e girerken ekonomimiz ne durumda? Doğru yolda mıyız? Kısa bir değerlendirme…
“Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” diye başlayan bir cümleye hazır…
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2025 yılı için geçerli olacak asgari ücreti belirlemek üzere dördüncü toplantısını…