Biyoçeşitlilik, gezegenimizdeki yaşamın en karmaşık ve hayati yönlerinden biri olarak tanımlanabilir; gezegenin sağlığı için oksijen, temiz su ve besin sağlayan ekosistemlerin temel taşıdır. Ancak biyoçeşitlilik, yalnızca ekolojik bir kavram değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal bir meseledir. Türkiye’de 28 Aralık 2024 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, çevre politikalarının nasıl şekillendiğini göstermesi açısından önemlidir.
Söz konusu kararname, çevre ve doğa koruma politikalarının merkezi yönetim eliyle daha etkin bir şekilde düzenlenmesi amacıyla Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü kuruyor.
Kararnamede, “doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir kullanımının sağlanması, biyoçeşitliliğin korunması ile çevre kirliliğinin önlenmesi amacıyla gerekli stratejilerin geliştirilmesi ve uygulanması” gerektiği vurgulanmaktadır.
Ayrıca, ulusal ve uluslararası doğa koruma yükümlülüklerinin yerine getirilmesi için ilgili kurumlar arasında “koordinasyonun sağlanması” gerekliliği de ifade edilmektedir.
Bu düzenleme, çevresel sorunlara yönelik daha kapsamlı bir yaklaşım sunmayı hedeflemektedir. Bu yazımda, kararname ile getirilen düzenlemelerin olumlu ve olumsuz yönlerini inceleyerek, biyoçeşitlilik politikalarına etkisini değerlendirmeye çalışacağım.
Türkiye, 1993’te yürürlüğe giren Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf olarak uluslararası doğa koruma çabalarının bir parçası olmuştur.
Kararname, bu taahhütlerin yerine getirilmesi için merkezi bir çerçeve sunmayı hedefliyor. Bu yaklaşımın olumlu bir yanı, çevre politikalarının tek bir koordinasyon merkezi altında toplanarak daha etkili bir şekilde uygulanma potansiyelidir.
Özellikle doğal alanların korunması, hassas ekosistemlerin izlenmesi ve çevresel etkilerin değerlendirilmesi açısından merkezi bir yapının daha hızlı ve kararlı adımlar atabileceği düşünülebilir.
Kararname, çevre ve biyoçeşitlilik konularında hızlı müdahale imkânı sunabilecek bir yapı oluşturuyor. Yerel yönetimlerin kaynak yetersizliği veya bilgi eksikliği nedeniyle çözüm üretemediği durumlarda, merkezi otoritenin devreye girerek doğa koruma projelerini daha etkin bir şekilde yönetmesi sağlanabilir. Örneğin, milli parklar, sulak alanlar, biyolojik çeşitlilik sıcak noktaları ve önemli doğa alanlarının korunması konusunda merkezi bir planlama, bölgesel eşitsizliklerin önüne geçebilir.
Ayrıca, bu yapı sayesinde bilimsel raporların hızla hazırlanması ve uygulanabilir koruma stratejilerinin hayata geçirilmesi de mümkün hale gelebilir. Ancak, bu düzenlemeler biyolojik çeşitliliğin korunması ve geliştirilmesi için gerçek bir fırsat mı, yoksa merkezi bir yapılanmanın sınırlarına mı takılacak?
Her ne kadar kararname hızlı karar alma sürecini desteklese de, geçmişteki uygulamalardan ders çıkarılması gerektiği açıktır. Örneğin, Tuz Gölü’ne kamyonlarla taşınan karla su probleminin çözülmesi gibi girişimler, popülist politikaların doğaya verdiği zararların somut örnekleri arasında çoktan yerini almış durumda.
Bilimsel verilere dayanmayan bu tür projeler, kısa vadeli çözümler sunarken ekosistemlerin uzun vadede sağlığına zarar verebilir. Ayrıca, merkeziyetçi yapı, yerel toplulukların ve uzmanların karar alma süreçlerinden dışlanması riskini de taşımaktadır.
Hakikat ötesi çağ ve ekolojik yönetim
Antroposen olarak tanımlanan içinde olduğumuz İnsan Çağı’ndan hakikat ötesi çağa geçtiğimiz bir dönemdeyiz. Ve hakikat ötesi çağda, bazı batı doğuya bazı coğrafyalarda bilimsel gerçekliklerin popülist söylemlerle gölgelenmesi çağdaş bir girişim olarak görülüyor. Bu da doğa koruma politikalarının en büyük tehditlerinden biri olabilir. Çevre politikalarının yalnızca kamuoyunu yatıştırmaya yönelik sembolik adımlarla sınırlı kalması, gerçek sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda, kararnamenin biyoçeşitlilik politikalarını sadece yasal bir çerçeveye oturtmakla kalmayıp, aynı zamanda halkı bilinçlendirmeye yönelik somut adımları teşvik etmesi gerekmektedir.
Kararname, çevre politikalarının uygulanması için önemli bir fırsat sunmaktadır. Ancak bu fırsatın etkili bir şekilde değerlendirilmesi, bilimsel verilere dayalı, katılımcı ve şeffaf bir yönetim anlayışını gerektirir. Türkiye, sahip olduğu biyolojik zenginliğini korumak için bilim insanları, yerel topluluklar ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmalıdır. Ayrıca, kararname kapsamında oluşturulan politikaların uzun vadeli etkilerinin sürekli izlenmesi ve değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak bu şekilde, Türkiye’nin ekolojik geleceği güvence altına alınabilir ve biyoçeşitliliğin sürdürülebilirliği sağlanabilir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kabinesinin 2025 yılının 6 Ocak’taki ilk toplantısında gündeminde yeni emekli maaşları da…
“Bölücü caniler ya bir an önce silahlarını gömecekler ya da silahlarıyla birlikte toprağa gömülecekler. Bunun…
Hükümetin yeşil ve gri pasaportu aşırı kullanımla, bu pasaport sahiplerinin yurtdışı seyahatlerinde Türk vatandaşlarına uygulanan…
TBMM'de kabul edilen 7537 sayılı kanun ile engelli araç alımına yeni kısıtlamalar getirildi. Düzenlemeye göre,…
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Aralık ayı enflasyon hesaplamalarını açıkladı. TÜİK'in rakamlarına göre Aralık'ta Tüketici Fiyat…
İmralı'da PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşen DEM Parti heyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM)…