Türkiye jeopolitik konumuyla Avrupa’da yeniden dikkatleri üzerinde topluyor. Geleceğe bakarken geçmişten çıkarılacak dersler var.
Bir süredir Avrupa’yı yeniden konuşuyoruz. Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik hedefini de vurgulamayı ihmal etmiyoruz. Üstelik Avrupa’yı mevcut durumundan ancak bizim kurtarabileceğimizi düşünerek. Geleceğin inşasına ortak olalım istiyoruz. Jeopolitik vurgular söylemimize egemen durumda. Gerisi nasılsa kendiliğinden gelir anlayışındayız. Ne de olsa içimiz dolu, on yılların deneyimiyle zorlu yolun yarattığı düş kırıklıkları var. Öfke duyuyoruz. Suçluyoruz. Güvenmiyoruz. Ama umutsuz da değiliz. Yeni fırsatlar ve sınamalar karşısında Avrupa. Biz de böyle durumlarda Avrupalıyız. Hatırlatalım istiyoruz.
Paris’te François Mitterrand Fransa Ulusal Kütüphanesinde Mahşer sergisini gezdiğinizde, Dünyanın sonunun resim ve filmlerdeki değişik tasvirlerinin içinde dolaştığınızda, aslında son aylarda yaşanan sarsıcı gelişmelere o kadar da aldırış etmiyorsunuz. Bundan daha beteri var diyorsunuz. İlginiz gazetelerdeki yorum ve haber bombardımanından ziyade yeni yayınlara yöneliyor. Robert Menasse, Hubert Védrine ve Edgar Morin’in son kitaplarının içine girmeyi tercih ediyorsunuz.
Avusturyalı yazar Robert Menasse, muhteşem bir kurgu ve kara mizah ile Avrupa Birliği’nin merkezi Brüksel’de bürokrasi çarkları içinde gelişen olayları “Başkent” (Die Hauptstadt) romanında kaleme almıştı. (Türkçeye de çevrildi.)
Geçtiğimiz yıl yayınlanan kitabı “Yarının dünyası – Egemen ve demokratik bir Avrupa – ve düşmanları” başlığını taşıyor. Avrupa Birliğinin ne olduğunu ne olmadığını anlatıyor. Avrupa uluslarının ulus ötesi bir sürece tesadüfen değil nasıl bilinçli ve planlı bir şekilde girdiklerini vurguluyor. Otuz yedi başlık altında kendine has üslubuyla dikkat çeken saptamalar yapıyor. Ufuk açan, tebessüm ettiren, düşündüren, unuttuğumuz ya da bilmediğimiz yönleriyle Avrupa’nın inşasının serüvenini bize hatırlatıyor. Bir anlamda Stefan Zweig’ın “Dünün Dünyası” içindeyiz. Yarının dünyasına uzanıyoruz.
Kitapta geçmişten şaşırtıcı kesitler var. Örneğin, Berlin Duvarı’nın 13 Ağustos 1961 yılında inşa edilmeye başlanmasından daha bir ay geçmeden 8 Eylül 1961’de yayın hayatına giren ve kısa sürede inanılmaz bir sükse toplayan, cep kitabı formatında yayınlanan Alman bilimkurgu serisinin kahramanı Perry Rhodan’ı birden karşınızda buluyorsunuz. İlk sayısının 1971’de üç bloğa bölünmüş – Batı bloğu, Doğu bloğu ve Çin’in egemen olduğu bir Asya Federasyonu- bir dünyada geçtiğini, her biri askeri olarak donanımlı ve birbirine rakip olan bu üç bloğun gezegenin güvenliğini sağlamakta yetersiz olduğunu insanların anladığını, Perry Rhodan’da yıldızlara doğru uçuşa yüzeysel olarak değinildiğini, aslında o dönemde yazılan bir yorumda belirtildiği üzere, bu kitap serisinin birçok insanın uluslar, halklar, dinler arasındaki farklılıkların aşılması arzusuna tercüman olduğunu, fütürist bir barış ve ortak politika projesinin sahneye konulduğunu okuyorsunuz.
Avrupalı “Hiç Kimse”; Kara delik, Tek bir noktada ütopya ve tarih; Yarının dünyası – iyimser bir kestirme mi? Gelecek, popüler; Bardak yarı dolu mu boş mu? Tekrar başlamak ama bu sefer kültürden.… Hepsi birbirinden ilginç, zengin içerikli kitaptan diğer bazı alt başlıklar.
Robert Menasse, Avrupa fikrini anlatıyor ve savunuyor, Birliğin sistemsel tezatlarını eleştiriyor ve bunların aşılması çağrısını yapıyor.
Tarih hızlandı. Transatlantik ilişkilerde yaşanan sarsıcı gelişmeler durulacağa benzemiyor. Önce Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD Başkan Yardımcısının şok etkisi yaratan konuşması, hemen sonrasında Riyad’da gerçekleşen ABD ve Rusya arasında Bakanlar düzeyinde yapılan görüşmeler, Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin akıllara durgunluk veren Oval Ofis macerası, İngiltere Başbakanının girişimiyle gerçekleşen Londra Zirvesi, Avrupa Birliği ülkelerinin ve özellikle Fransa’nın ön ayak olmasıyla birbiri ardına yapılan zirve toplantıları, ticaret savaşları… Barış söylemleri…
Öte yandan Orta Doğu’da yaşanan trajediler, Gazze’deki insani durumun vahameti, Suriye’den gelen acı haberler ve ülkenin geleceği açısından kritik içinde bulunan kritik süreç… Gelişmeleri izlemek, olayların gidişatı hakkında tahmin yürütmek kolay değil. Belirsizlikler kalıcı olmaya aday. Şaşırtıcı hamleler yeni rasyonelliği oluşturuyor. Geçmişin birikimini kıymetlendiren değil, geçmiş yıkarak, daha doğrusu yeniyi düzensizlikte ve karşıtlıkta gören bir anlayışla geleceği inşa etme zamanındayız sanki.
Fransa’nın eski Dışişleri Bakanlarından Hubert Védrine, bundan birkaç yıl önce yayınlanan “Jeopolitiğe sevdalı sözlük” kitabını tümüyle gözden geçirmiş. Böyle bir uluslararası ortamda, kitabın yeni baskısı, “Abrakadabra” sözcüğü ile açılıyor. Bu sözcük yeterince anlamlı. Uluslararası toplum birden ortadan kayboluverdi diyor Védrine bir radyo söyleşisinde. “Abrakadabra sözcüğünü ise aşağıdaki izahla açıyor:
“Uluslararası “toplumun” ortaya çıktığına, “evrensel değerlerin” hiçbir bölünme olmadan hakimiyetine, ayrıca içimizde sınırsız ilerlemenin tüm şekillerini taşıdığımıza inanmış olanların dünyanın mevcut hali ve değişik gelecek senaryolar karşısında şaşırması doğaldır. Bir sihirli formülle – Abrakadabra!- öteden beri arzuladığımız bir dünyanın karşımıza çıkmasını ne de çok isteriz. Bu mümkün olmuyorsa, o zaman, seçenek yok, şeytanımsı jeopolitiğin içine dalmamız gerekiyor, iyi ve kötü yönlerini birbirinde ayırarak.”
Sözlüğün 2021 tarihli ilk baskısında “Ukrayna” başlığı yokmuş. Védrine yeni baskı için yazdığı girişte, dünyanın nasıl değiştiğini özetlemiş, son yılların çarpıcı uluslararası olaylarını hatırlatmış ve Trump’ın ABD Başkanlık seçimlerini kazanmasıyla ortaya çıkması muhtemel çok sayıda tepkiyi de kitabın yeni baskına entegre etmeye çalıştığını belirtmiş. Önsöz 2025 Ocak ayında kaleme alınmış. Aradan iki ay geçti. Yeni baskı için herhalde dört yıl beklemek gerekmeyecek.
Yüz dört yaşına giren, koca bir yüzyılın birikimini taşıyan Edgar Morin ise “Tarihten çıkarılacak dersler var mı?” başlıklı bir kitap yazmış. Kitap, Victor Hugo’nun Sefiller romanından bir alıntıyla açılıyor: “Gerçek tarih herşeye karışmış vaziyette olduğu için, gerçek tarihçi de herşeye karışır”.
Rahat okunan ve tam bir başucu kitabı niteliğinde. Edgar Morin çağımızın önemli düşünürleri arasında. 1987 yılında yazdığı “Avrupa’yı Düşünmek” kitabını yeniden okumalıyız. Morin, tarihten kendine göre dersler çıkartıyor ve on beş başlık altında her birine birkaç sayfa ayırıyor.
Aslında her birimizin üzerinde düşünmesi gereken başlıklar bunlar. Türkiye’nin önündeki sınamalar ve Avrupa Birliği ilişkilerimizde ortaya çıkar gibi görülen fırsatları değerlendirirken belki de üzerinde durulmasında yarar olan saptamalar.
Morin’in tarihten çıkarttığı ilk ders “Bir eylemin sonucu, ilk başta niyetlendiğinizin tam tersi olabilir”. İkinci dersin başlığı ise “Kendini gözlemlemeden, geçerli bir gözlem olmaz” şeklinde. Üçüncü ders, “Olası görünmeyen gerçekleşebilir” saptamasını içeriyor. Dördüncüsü, “Tarihi hadiselerin nedenleri çoğul ve birbirinin içine geçmiştir”, beşinci ders ise, “Mitosların Tarihte büyük rolleri vardır” başlıklarını taşıyor.
Morin, tarihten çıkarttığı altıncı derste, Rus devriminin inanılmaz kaderini işliyor. Yedincisinde, ulusun yeni bir icat olduğuna işaret ediyor, sekizincisinde ise tarihin rasyonelliğinin çoğu zaman sonradan getirilen bir rasyonellik olduğunu anlatıyor.
Kitabın sonraki başlıkları “Yıkanlar bazen aynı zamanda büyük uygarlıklara yol açanlardır”, “Savaş kadar hem insani hem gayrı insani hiçbir şey yoktur”, “Tek bir birey, dünyanın tarihini değiştirebilir”, “Kahramanlar ve azizler”, “Coşkudan isyana yalnızca bir adım vardır”, “Düşselin tarihsel gerçekliği” “Maddi ilerlemeye, ahlaki hiçbir ilerleme eşlik etmez” ve “Savaşlar determinizm ve rastlantılar yumağıdır”.
Toplam on beş ders. Yüz sayfalık bir kitap.
Türkiye jeopolitik konumuyla dikkatleri üzerine topluyor. Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin Ankara’daki kabulü, ABD ve Rus diplomatların İstanbul’da buluşmaları, Londra Zirvesine katılmamız, Genel Kurmay Başkanımızın Paris’teki toplantıya katılımı, AB ülkelerinden Türkiye’ye yapılan ziyaretlerin yoğunlaşması, Suriye bağlamındaki ülkemizin konumu üzerinde yapılan yorum ve değerlendirmeler kayda değer.
Esasen Türkiye’nin önemi yeni ortaya çıkan bir durum değil. Avrupa’nın güvenlik mimarisinin geleceğini Türkiye olmadan düşünmek zor. Geniş anlamda Avrupa Kıtasının geleceğinin yeniden şekillendiği bir konjonktürde önümüzde yeni fırsatlar yeni sınamalar var. Geçmişte de benzer fırsatlar ve sınamalar yaşadık. Türkiye-AB ilişkileri aslıdan kaçırılan fırsatlar tarihi olarak da düşünülebilir. Belki Edgar Morin gibi biz de tarihten ne gibi dersler çıkartmalıyız diye bakmalıyız. Özellikle de Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, Türkiye-ABD İlişkileri, Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler, Rusya sorunsalı gibi başlıklarda.
Herkes birçok mesaj veriyor ama çıkarttığımız derslerin neler olduğunu keşke yalın bir şekilde ifade edebilsek, bu dersleri alt alta nasıl sıralardık diye düşünsek … Yeni yayınları okumanın, yeni düşüncelere pencere açmanın zamanı şimdi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26 Nisan sabahı İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) yetkilileri, çalışanları ve Ekrem İmamoğlu…
Türkiye’de üniversite özerkliği ve kurumsallaşma yolunda ilerleme yerine zamanla bir gerileme yaşandı. Son yirmi yılda,…
PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın kurduğu örgüte silah bırakıp kendini feshetmesi çağrısında kritik bir eşiğe…
İstanbul’un Silivri ilçesi açıklarında, Marmara Denizinde 23 Nisan öğle saatlerinde meydana gelen bir dizi deprem…
Doğu Akdeniz’in üç kıtanın kesişim noktasında asılı duran Kıbrıs Adası, artık yalnızca coğrafi bir varlık…
Ankara Valiliği, CHP’nin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda, TBMM’nin kurulduğu Ulus’taki Birinci Meclis…