Küresel enerji oyununda önümüzdeki 5 yıl dönüşüm ve kırılmalar bakımından önemli. Türkiye’nin de izleyen değil yön veren rolü münkün. (Grafik: PetroTürk)
Enerji artık yalnızca elektrik üretmenin ya da doğalgaz bulmanın ötesinde bir kavram.
Bir devletin dış politikasını belirleyebilen, küresel krizleri tetikleyebilen, şirketlerin kaderini değiştiren, hatta toplumların yaşam biçimlerine yön veren bir güç alanı. Dünya tarihinde belki de ilk kez, enerji bu kadar çok boyutlu, bu kadar çok aktörlü ve bu kadar çok bilinmeyenli bir denklemin merkezine oturdu.
Bugün bir doğal gaz sahasının haritadaki yeri, yalnızca jeolojik değil, jeopolitik öneme sahip. Bir güneş paneli fabrikası, sıradan bir sanayi yatırımı değil; bir ülkenin teknoloji savaşındaki mevziisi.
Artık “enerji nerede?”, “fiyat ne kadar?” gibi basit sorular yeterli değil. Asıl mesele şu sorulara yanıt verebilmekte: Kaynağa güvenli erişim mümkün mü? Kritik minerallerin zincirini kim kontrol ediyor? Arz zinciri hangi şoklara karşı dayanıklı? İklim hedefleri ile ekonomik kalkınma nasıl dengelenebilir? Peki ya yapay zekâ, dijitalleşme, nükleer dönüşüm, hidrojen devrimi?
Önümüzdeki beş yıl, bu sorulara verilen yanıtların şekillendirileceği bir dönemi işaret ediyor.
Beklenmedik kırılmalar, sarsıcı ittifaklar ve yeni bir enerji oyununun kurallarıyla karşı karşıyayız. Eski oyuncular sahada ama roller değişiyor. Ve bu tabloda, Türkiye gibi yükselen aktörler için hem büyük tehditler hem de kaçırılmaması gereken fırsatlar var.
İşte bu dönüşümü anlamak ve yön vermek için yedi kritik başlığa birlikte bakalım.
1. Küresellikten Bölgeselliğe
Küreselleşmenin altın çağı, pandeminin yarattığı şok dalgaları, Rusya-Ukrayna savaşı ve ABD-Çin arasındaki sistemik rekabetle sarsıldı. Eskiden “dünyanın öbür ucundaki kaynak bana ne kadar uzak olabilir ki?” diye düşünülürdü. Artık öyle değil.
Bugün enerji güvenliğinde esas belirleyici olan, yakınlık ve güvenilirlik. “Yakındakine yatırım yap”, “kendi enerjini üret”, “kendi arz zincirini kur” diyen bir dönem başladı.
Bu yaklaşım, enerji ve kaynak milliyetçiliğini yeniden sahneye taşıdı. Ülkeler artık sadece enerji arzını değil, teknoloji, ekipman ve insan kaynağını da millileştirme yarışında.
Türkiye için bu yeni paradigma, ithalat bağımlılığını azaltmanın ve yeşil dönüşümün ötesinde, bölgesel güç dengelerinde ağırlık kazanmak anlamına geliyor.
2. Yenilenebilir enerji: artık alternatif değil
Eskiden “yenilenebilir enerji çevre dostudur” derdik. Şimdi aynı cümleye şu ekleniyor: “ve aynı zamanda jeopolitik ve ekonomik bir zorunluluktur.”
2025-2030 arasında enerjiye yapılacak yatırımların yüzde 70’inden fazlası yenilenebilir kaynaklara yönlenecek.
Bu sadece enerji üretiminde bir kayma değil; bir zihniyet dönüşümü. Artık her yatırımcı, her devlet adamı ve her enerji şirketi biliyor ki, geleceğin dünyasında rüzgârı, güneşi, bataryayı ve yeşil hidrojeni hesaba katmayan hiçbir strateji ayakta kalamaz. Fakat dikkat: bu pazar henüz doymadı. Daha fazla rekabet, daha fazla inovasyon, daha fazla entegrasyon dönemi geliyor.
Dijitalleşmeyle entegre olmayan hiçbir enerji yatırımı, kalıcı olamayacak. “Megavat ve megabit” çağındayız artık.
Avrupa Birliği iklim hedeflerinde ısrarcı, ama dünya homojen değil. Almanya gibi bazı ülkeler enerji krizleriyle karşılaştıklarında kömüre ve nükleere yeniden dönüşü tartışıyor. Hindistan, kalkınma ile karbon nötr olma hedefi arasında sıkışmış durumda. ABD ise iktidar değişimleriyle yön değiştirebiliyor.
Ama şu açık: ESG (çevresel, sosyal, yönetişimsel) kriterlerini yerine getiren şirketler, geleceği bugünden kurmaya başladı. Temiz hidrojen, karbon yakalama teknolojileri, karbon borsaları artık niş değil, ana akım araçlar.
Nükleer enerjiye dönüş sadece Asya’da değil, Avrupa ve ABD’de de ivme kazanıyor. Türkiye de bu tabloda nükleer teknolojilere daha soğukkanlı ve stratejik yaklaşmak zorunda.
4. Yeni finansman sadece para değil
Bugün enerji yatırımcısı sadece “kaç yılda geri döner?” diye bakmıyor. Projeye, toplumsal etkisine, çevreyle uyumuna, yerel paydaşlarla ilişkilere bakıyor. Sermaye artık duygusuz değil; bir hikâye, bir vizyon ve bir sorumluluk arıyor.
2024 yılında küresel enerji yatırımlarına 2,7 trilyon dolar aktı. Ancak yatırımcı artık daha seçici. “Kazandırır ama kirletir” projeler, ilk turda eleniyor.
Bu noktada Türk enerji şirketlerinin mühendislik başarısını, anlatım gücüyle birleştirmesi gerekiyor. Çünkü yatırımcılar artık Excel tablolarından önce değer üretme kapasitesini sorguluyor.
5. Yurtdışı: seçenek değil, zorunluluk
Türkiye iç pazarı doygunlaşma eşiğinde. Yeni büyüme alanları Afrika, Orta Asya, Körfez ve Balkanlar. Türk şirketlerinin mühendislik kabiliyeti, maliyet avantajı ve esnek yapısı bu pazarlarda öne çıkabilir.
Ancak bunun için zihinsel bir sıçrama gerekiyor. Artık İstanbul ve Ankara’nın yanı sıra Nairobi, Bakü, Lima, Riyad, Muskat, Bükreş, Kuala Lumpur ve Saraybosna da haritada yer almalı. Elbette riskler var, ama kontrollü cesaret ve yerel ortaklarla kurulan sağlam ilişkilerle bu riskler fırsata dönüşebilir. OECD dünyası da ihmal edilemez.
Türk şirketleri için yurtdışı, artık ihracat değil, sahada varlık gösterme meselesi.
Türkiye’nin enerji vizyonu yalnızca boru hatlarına dayanmamalı. Teknoloji üretimi, dış yatırımlar, diplomasi, yumuşak güç unsurlarıyla desteklenmeli. Türkiye 2035’e kadar 10 GW’lık yurtdışı yenilenebilir enerji yatırımı hedeflemeli. Afrika’dan Orta Asya’ya ve Balkanlara yayılan bir Türk enerji etkisi inşa edilebilir.
Bu vizyon için hem devletin yön gösterici olması hem de özel sektörün daha atak, daha inovatif, daha cesur davranması şart. Çünkü sadece fiziksel altyapılar değil, değer zincirleri, diplomatik hamleler ve ESG uyumlu iş modelleri de Türkiye’nin gelecekteki gücünü belirleyecek.
7. Trump: İklime fren, petrole gaz
Donald Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a çıkması, yalnızca ABD iç siyasetini değil, tüm dünyayı sarsıyor. Paris Anlaşması’ndan tekrar çıkılması, yenilenebilir teşviklerin daraltılması, fosil yatırımların teşvik edilmesi gibi adımlar, küresel enerji dönüşümünde ciddi fren etkisi yaratıyor. Gümrük tarifelerinin yükseltilmesi de bir oyun değiştirici.
Ancak dünya sadece Washington’dan ibaret değil. Çin, Hindistan, AB ve Küresel Güney’deki aktörler, bu boşluğu doldurmak ve ABD’ye karşı birleşik cephe için harekete geçebilir. Yeni bir “yeşil liderlik” yarışı başlayabilir. Washington geri çekilirken, Pekin daha da yükselebilir.
Enerjide önümüzdeki beş yıl, “bekleyelim bakalım ne olacak” dönemi değil. “Geleceği öngör, bugünden konumlan” zamanı. Kimileri riskten kaçacak, kimileri fırsat yaratacak. Kimileri geçmişin konfor alanında kalacak, kimileri yeni dünyanın enerjisini yakalayacak.
Kazananlar belli: Rüzgârı izlemekle yetinmeyenler, o rüzgârla kendi yelkenlerini en akıllıca açanlar.
Enerji artık bir sektör değil, bir vizyon testi. Ve bu testi geçenler, sadece enerji üretmeyecek; çağın ruhunu şekillendirecek.
Terörsüz Türkiye projesinde bir sonraki kritik aşama olan silah bırakma işleminin ne zaman, nerede, nasıl…
Suriye’ye uygulanan ekonomik yaptırımların kaldırılması için Suriye, Türkiye, ABD ve Suudi Arabistan’ın katılımıyla dörtlü bir…
Barış, silahların susmasıyla başlar ama orada sona ermez. Gerçek barış, zihinlerdeki hendekleri ve kalplerdeki mayınları…
“Azıcık bir gelenek oluşturmak bile, bitimsiz bir tarih birikimini gerektirir.” Henry James’in bu sözü, üniversitelerin…
Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, alışılmadık biçimde 11 Mayıs sabaha karşı düzenlediği basın toplantısında Ukrayna’yı “İstanbul’da…
PKK’nın 12 Mayıs’ta silahlı mücadeleyi bırakma ve kendisini fesih kararı Türkiye’de yaygın siyasi şiddet döneminin…