Siyaset

Bosna-Hersek yeniden ısınıyor: yeni güvenlik yapısı ihtiyacı ve Türkiye

Bosna-Hersek Sırp toplumunun lideri Milorad Dodik, Rusya ve Sırbistan’ın desteğine sahip olarak ülkenin birliğini tehdsit ediyor.

Bosna-Hersek, barışın kırılgan zeminini sarsan tehlikeli bir siyasi krizle karşı karşıya. Krizin merkezinde, Bosnalı Sırpların lideri Milorad Dodik yer alıyor.
Dodik, Dayton Barış Antlaşması’yla kurulan anayasal düzene açıkça karşı çıkarak, Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin (OHR) otoritesini tanımadığını ilan etti. OHR; yasa çıkarma ve yöneticileri görevden alma yetkisine sahip bir uluslararası mekanizma. Ancak bir Bosna-Hersek mahkemesince hakkında çıkarılan tutuklama kararına rağmen Dodik, Moskova-Belgrad hattındaki siyasi desteğiyle serbestçe hareket edebiliyor. Hedefiyse açık: Bosna’nın birliğini parçalamak. Bu tablo karşısında, barışı koruyacak yeni bir güvenlik mimarisi artık kaçınılmaz: Ankara, Washington ve Londra üçgeni.

Kırılgan etnik ve dinsel yapı

Bosna-Hersek, etnik ve dini ayrışmanın iç içe geçtiği, Avrupa’nın kalbinde bir “donmuş kriz” olarak varlığını sürdürüyor. Ülke; Müslüman Boşnaklar, Ortodoks Sırplar ve Katolik Hırvatlardan oluşan üç ana topluluğa ev sahipliği yapıyor. Bu grupların her biri, dış güçlerce tarihsel ve stratejik nedenlerle destekleniyor: Sırplar Rusya ve Sırbistan’dan, Hırvatlar Zagreb ve dolaylı olarak Vatikan’dan, Boşnaklar ise çoğu zaman Türkiye’den ve sınırlı da olsa bazı Körfez ülkelerinden destek buluyor. Bu çok yönlü dış müdahalecilik, 1990’lardaki kanlı savaşın izlerini hâlâ silinemez kılıyor.
Ancak Bosna’nın siyasi istikrarsızlığı, toplumsal bölünmelerle sınırlı değil. Ülke aynı zamanda derin bir ekonomik darboğazda. 2024 verilerine göre işsizlik oranı hâlâ yüzde 30’un üzerinde seyrediyor; genç işsizlik ise yüzde 40’a yaklaşmış durumda. Ekonomik kalkınma bölgesel eşitsizliklere sıkışmış; Sırp ve Hırvat çoğunluklu bölgeler farklı dış yatırımlara yönelirken, Boşnak bölgeleri yoksulluk ve göçle mücadele ediyor.

AB’nin oyalama politikası

Avrupa Birliği ise Bosna’ya uzun süredir bir “aday” değil, adeta bir “sakinleştirme dosyası” muamelesi yapıyor. Reform talepleri, üyelik kriterleri ve siyasi baskılarla Bosna-Hersek yıllardır oyalandı. Oysa ülkenin çok etnisiteli yapısı, zayıf kurumsal kapasitesi ve iç yönetim kilitlenmeleri, AB üyeliğini neredeyse olanaksız kılıyor. Brüksel bunu biliyor ama açıkça söylemiyor; çünkü Bosna-Hersek’in kırılgan yapısını kabullenmek, Avrupa’nın kendi güvenlik mimarisindeki başarısızlığını da itiraf etmek anlamına geliyor. Bu da Bosna’yı belirsizliğe mahkûm eden en büyük çelişki haline geliyor.
Bölgedeki rekabette Rusya ve Sırbistan, özellikle Republika Srpska üzerinden ortak stratejiler geliştiriyor. Moskova, Slav-Ortodoks dayanışmasını öne çıkararak Dodik gibi figürler aracılığıyla Bosna’daki federal yapıyı zayıflatmak ve NATO’nun genişlemesini engellemek istiyor. Ancak Ukrayna savaşı, Suriye çıkmazı ve Libya’daki kayıplar, Rusya’nın hem imajını hem de kaynaklarını tüketmeye devam ediyor.

Rusya, ABD ve Türkiye

Kuşkusuz Rusya büyük ve belirleyici bir aktör; ancak çıkardığı gürültü kadar bir saha gücüne sahip değil. Sırbistan, bu boşluğu doldurmaya çalışsa da Avrupa Birliği ile bağlarını koparmamaya özen gösteriyor. Öte yandan, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, ülke sınırları içinde ekonomik durum ve otoriter yönetim anlayışı nedeniyle ciddi tepkilerle karşı karşıya kalıyor. Avrupa Birliği ise ekonomik kriz, enerji bağımlılığı ve siyasi irade eksikliği nedeniyle bölgeden uzaklaşıyor. EUFOR Althea, Bosna’da sınırlı yetkilerle statükoyu koruyan sembolik bir güç konumunda.
Bu güç boşluğunda Türkiye ve ABD öne çıkıyor. Türkiye, askeri satışlar, TİKA projeleri ve üçlü diplomasisiyle aktif. ABD ise NATO’nun KFOR gücü, F-16 uçuşları ve kurumsal destekleriyle bölgede hâlâ en güçlü güvenlik aktörü. Yorgun Rusya ve zayıf AB’nin ardından Balkanlar’da dengeyi Türkiye ve ABD birlikte sağlayabilir, ama onların da hem avantajları hem de zayıf noktaları var.

Artılar, eksiler

Türkiye ve ABD hem askeri kapasiteleri hem de diplomatik etkileriyle çatışmayı önleyebilecek iki önemli güç olarak öne çıkıyor. Ancak bu iki aktörün bölgedeki etkisi, sahip oldukları araçlar kadar, bölgeye yönelik irade, stratejik öncelikler ve yapısal sınırlamalarla da şekilleniyor.
Türkiye, Osmanlı mirası ve Müslüman topluluklarla tarihsel ilişkileri sayesinde Bosna’da derin kültürel bir etkiye sahip. Boşnak halkı nezdinde Türkiye, güven duyulan bir müttefik olarak görülüyor. Bu meşruiyet, özellikle yumuşak güç kapasitesi açısından önemli bir avantaj sunuyor. Ancak Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı ekonomik daralma, bölgedeki varlığını sürdürülebilir ve stratejik ölçekte yapılandırmasını zorlaştırıyor. Bu da kültürel yakınlığa rağmen etkili müdahaleyi sınırlayan bir faktör olarak öne çıkıyor.
ABD ise Bosna’da hâlen caydırıcı bir askeri güç ve diplomatik kapasiteye sahip. NATO şemsiyesi altındaki varlığı, istikrarın korunmasında kritik bir unsur. Ancak ABD’nin bölgeyle tarihsel veya kültürel bir bağı bulunmuyor.

İngiltere’nin rolü

Başkan Donald Trump’ın eşi Melania Trump’ın Sloven kökenli oluşu sembolik düzeyde bir yakınlık sunsa da Trump yönetiminin öncelikleri arasında Gazze, Ukrayna ve Suriye gibi daha geniş çaplı krizler yer alıyor. Bu nedenle Bosna gibi göreli olarak “ikincil” dosyaların stratejik gündemde yer bulması kolay olmayabilir. Ayrıca Trump’ın genel dış politika yaklaşımında, çok taraflı inisiyatiflere mesafeli, maliyet odaklı bir tutum gözlenmekte.
İngiltere, Avrupa Birliği’nden ayrılmış olsa da hâlâ Avrupa güvenliğiyle yakından ilgilenen, NATO’nun önde gelen üyelerinden biri. Aynı zamanda Balkanlar’da, özellikle Sırbistan-Kosova hattında enerji altyapısı ve güvenlik politikaları açısından çıkarları bulunan bir aktör.
Türkiye ve İngiltere’nin örtüşen çıkarları, Bosna’da ikili ya da çok taraflı iş birliğini mümkün kılıyor. Türkiye’nin yerel meşruiyeti ile İngiltere’nin diplomatik ve ekonomik esnekliği birleştiğinde, barışı destekleyecek etkili bir denge kurulabilir. Ancak eşgüdüm eksikliği ve Rusya’nın istikrarsızlaştırıcı rolü süreci riske atabilir. Bosna-Hersek’te ihtiyaç duyulan yeni güvenlik yapılanması için Türkiye-İngiltere işbirliğine de gerek duyulabilir.

Ahmet Erdi Öztürk

Londra Metropolitan Üniversitesi

Recent Posts

Kıbrıs’ta konuşmuş olmak için değil, sonuç almak için konuşmak zamanı

Kıbrıs meselesi, onlarca yıldır kavramsal tuzaklara sıkışmış bir diplomasi başlığı olmaktan öteye gidemedi. Kıbrıs’ta “İki…

10 saat ago

Ortadoğu’dan NATO’ya sürpriz ve gerilim beklentileri

Alfred Hitchkok, 1962’de François Truffaut ile yaptığı radyo söyleşisinde, “sürpriz” ile “gerilim” arasında nasıl bir…

11 saat ago

Özel’e de hapis tehdidi geldi ama İmamoğlu iddianamesi hâlâ çıkmadı

Hapis tehdidi CHP lideri Özgür Özel’e dek uzandı. Özel ve CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan’ın…

12 saat ago

F-35 mi Eurofighter mı F-16 mı? Türkiye’nin Stratejik Tercihi

İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy, 30 Haziran Pazartesi günü Ankara’daydı. Önce Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’la…

2 gün ago

Özel: sadece terörsüz değil, terörsüz ve demokratik Türkiye istiyoruz

CHP lideri Özgür Özel partisinin sadece terörsüz değil, terörsüz ve demokratik bir Türkiye istediğini söyledi.…

2 gün ago

Gazetecilik Susarsa, Bilim de Susar

Bilimsel bilgi kamuya nasıl ulaşır? Yalnızca akademik dergilerle değil; onu sadeleştiren, çoğul seslere alan tanıyan,…

2 gün ago