Siyaset

Barıştan Korkmak, Demokrasiden Korkmak

TBMM Komisyonu çalışmaları devam etse de ilerlemede zorluklar var. Barıştan korku ile demokrasiden korku birbirini besliyor. Ne barış bir dış politika hamlesi ne de demokrasi imaj tazeleme olarak görülmeli. (Foto: TBMMBasın)

Türkiye’de “barış” konuşuldukça sessizlik derinleşiyor. Kimse yüksek sesle “barışa karşıyım” demiyor; fakat barış ufku belirdiğinde görünmez direnç hatları anında çalışıyor. Aynı refleksi demokraside de görüyoruz: “daha çok demokrasi” söylemi alkış topluyor, ama iş kurallara, kurumlara ve hesap verebilirliğe geldiğinde frenler çekiliyor. Barıştan korkmakla demokrasiden korkmak arasındaki benzerlik tam da burada: her ikisi de mevcut güç düzeninin çözülmesinden endişe eden refleksleri tetikliyor.

Kırk yılı aşan çatışma yalnızca şiddet üretmedi; bir güvenlik düzeni kurdu. Savunma sanayii, güvenlik bürokrasisi, olağanüstü yetkiler ve korku diline yaslanan medya, ekonomiden siyasete uzanan bir “normal” yarattı. Aynı yıllar içinde demokrasinin alanı daraldı: kuvvetler ayrılığı zayıfladı, müzakereci dil yerini kutuplaştırıcı retoriğe bıraktı; medya ve sivil toplum baskılandı. Sonuç açık: Barış talebi güçleniyor, ama demokrasi ibresi aşağı yönlü.

Barışın siyaseti, demokrasinin ahlakı

Barış güvene ve katılıma dayanır; demokrasi de. Barış gündeme geldiğinde “güç kimden kime geçecek?” kaygısı yükselir. Demokrasi derinleştiğinde de aynı soruyla yüzleşilir. Direncin kökü aynıdır: hesap sorulması, şeffaflık ve yetki paylaşımı korkusu. Bu yüzden barış girişimleri samimiyet testinde, demokratikleşme adımları süreklilik testinde takılır.

Barışın siyaseti yalnız silahların susması değil; prosedürel adaletin tesisi, kuralların önceden ilanı, denetlenebilir kararlar ve mağdurların, kadınların, gençlerin gerçek yetkiyle sürece katılmasıdır. Demokrasinin ahlakı ise çoğunluk iradesini sınırlayan ilkelere – hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, bağımsız media – sadakatle ölçülür. Bu ilkeler olmadan barış “negatif sükunet”, demokrasi ise seçim ritüelinden ibaret kalır.

Barış olağanüstü yetkileri, “düşman” üzerinden kimlik üretimini ve korku temelli siyaseti zayıflatır. Bu nedenle açık karşıtlık yerine erteleme siyaseti devreye girer: “Zamanı değil”, “önce tamamen sussunlar”, “dış güçler devrede”… Demokraside de aynı kalıp işler: “Şimdi birlik zamanı, eleştiri sonra”, “güvenlik tehdidi varken özgürlük lüks.” Oysa hem barış hem demokrasi ertelendikçe maliyeti artan kamusal ihtiyaçlardır; yatırımlar ötelenir, toplumsal güven aşınır, liyakat yerini sadakate bırakır. Korkuyu yöneten refleksler yerine güveni kuran kurumlar – bağımsız yargı, yerel özerklik, şeffaf ihale, güçlü denetim – inşa edilmedikçe ne barış kalıcı olur ne demokrasi derinleşir.

Demokrasi gerilerken barış mümkün mü?

Bugün tablo net:
• Osman Kavala, Ekrem İmamoğlu, Selahattin Demirtaş ve diğer siyasetçi, gazeteci ve sivil toplum liderlerinin tutukluluklarının sürmesi,
• Muhalefet belediyelerine yönelik kayyum baskıları,
• LGBTQ+ örgütlerini kriminalize etmeye dönük düzenleme haberleri…

Farklı başlıklardan örnekler gibi görünse de hepsi demokrasinin günden güne zayıfladığını gösteriyor. Demokratikleşme için bir yol haritası yoksa, hatta tersine, alan küçülüyorsa, barış için inandırıcı bir yol haritası nasıl kurulacak? Cesaretin ölçüsü burada: barış ve demokrasiyi aynı anda ilerletecek iradeyi gösterebilmek.

Barış süreci yalnız güvenlikle değil, meşruiyet ve güvenle yürür. Yargı bağımsızlığı tartışmalı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü dar, yerel temsil zayıfsa; masada verilen sözlerin sahada karşılığı olmaz. Kayyum, yerelin barışa ortak olma kapasitesini aşındırır; uzun tutukluluklar “muhataplık”ı tartışmalı kılar; LGBTQ+ gibi grupların hedefe konması toplumsal barışı paranteze alır. Bu yüzden barış yol haritası, asgari demokratik zemini eşzamanlı kurmadan yaşayamaz.

Çözüm, küçük ama ölçülebilir adımlarla başlar: ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalarda moratoryum; yerel yönetime idari müdahaleyi daraltan ve yargısal denetime bağlayan çerçeve; makul sürede yargılama hedefleri; nefret söylemiyle sert eleştiriyi ayıran medya rehberi. Bunları kadınlar ve gençlerin karar süreçlerine gerçek yetkiyle katılımı, hakikat–onarım mekanizmaları ve bölgesel eşitsizlikleri azaltan sosyal programlar izler. Barışın dili sembollerde değil; hukukta, kurumda ve katılımda hayat bulur.

Barış açığını demokrasi açığıyla kapatma paradoksu

Türkiye bugün barış açığını kapatmak için yeni süreçler konuşurken, aynı anda demokraside geri giden göstergeleri görmezden geliyor. Bu yaklaşım paradoksal: demokrasi açığını kapatmadan barış açığını kapatmaya çalışmak, binayı temelsiz inşa etmek gibidir. Güçler ayrılığına güven duyulmadığında, yerel yönetimlerin meşruiyeti tartışmalı olduğunda, ifade özgürlüğü kısıtlıyken atılan her barış adımı kırılgan kalır; “kontrollü barış” algısı güçlenir.

Bu tablo aynı zamanda şaşırtıcı ve kafa karıştırıcıdır. Bir yandan barış dili ve komisyonlar öne çıkarılırken, öte yandan eleştirel seslerin daralması, uzun tutukluluklar ve kayyum uygulamaları sürmektedir. Dışarıya verilen “uzlaşı ve diyalog” mesajı ile içerideki güvenlikçi pratikler yan yana durunca, toplum “hangi sinyale inanmalı?” sorusuyla baş başa kalır. Bu ikili görüntü, aktörlerin niyetleri hakkında kuşku üretir; sivil toplumun ve yerelin sürece katılım iştahını azaltır, yatıren öyle

ım ve kalkınma kararlarında da tereddüt yaratır. Oysa tersine çevirmek mümkün: somut demokratikleşme adımları barışa alan açar; barışta ilerleme de demokrasiyi genişletir. İkisini birbirinin alternatifi değil, birbirinin yapı taşı olarak kurmak zorundayız.

Korkudan siyasete değil, güvenden sisteme

Türkiye iki eşiğin önünde: barıştan korku ile demokrasiden korku birbirini besliyor. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu, barışı bir dış politika hamlesine, demokrasiyi bir imaj tazeleme aracına indirgemeden; her ikisini de kural ve kurumlarla güvenceye almaktır. Barış fotoğrafta değil, demokrasinin usul ve kurumlarında yaşar. Korkuyu yöneten siyaset değil, güveni kuran siyaset belirleyici olduğunda; savaşın alışkanlığı değil, toplumun barış talebi ağır basacaktır. Gerçek güç, korkuları oyalamakta değil; ortak geleceği kuracak cesareti göstermekten geçer.

Alpaslan Özerdem

Prof. Dr. George Mason Üniversitesi, Barış ve Çatışma Çözümleri Carter Okulu Dekanı

Recent Posts

Yeni Anayasa’ya DEM Desteği İçin Üç Maddede Değişiklik Yeter mi?

TBMM Komisyonunun 4 Aralık toplantısı AK Parti-MHP ittifakının “Terörsüz Türkiye” sürecinin 2026 yılının ilk yarısındaki…

20 saat ago

Fidan: Savaş Yayılıyor, Bu Korkunç Bir Şey, Ama AB Güney Kıbrıs’a Rehin

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya-Ukrayna savaşının giderek daha geniş bir coğrafyaya yayıldığını, bunun “çok korkutucu…

1 gün ago

Erdoğan, Bahçeli’nin “Rezalet” Çıkışını Üstüne Almadı Barzani’yi Suçladı

İçişleri Bakanlığı 2 Aralık gecesi 22.15te Irak Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani’nin 29…

2 gün ago

CHP Operasyonları, Terörsüz Türkiye Sürecini Enfekte Ediyor

Dün, 1 Aralık, Ankara’da “Ortak Geleceğe Birlikte Bakmak” başlıklı bir çalıştay vardı. Diyarbakır merkezli araştırma…

3 gün ago

Komisyonun Karar Toplantısı Öncesi: Barış Vicdanı Olmadan Barış Olmaz

Barışın kaderi çoğu zaman masadaki teknik maddelerle, güç dengeleriyle ve takvimlerle açıklanır. Oysa eksik olan…

3 gün ago

Avrupa Kururken: Su Krizinin Sessiz Siyaseti

Avrupa’nın kuraklık haritası artık yalnızca meteoroloji raporlarında değil, uyduların yerçekimi ölçümlerinde de görünür durumda. Yirmi…

4 gün ago