Avrupa Süper Ligi, daha başlamadan bitti! 6 İngiliz kulübünün çekilme kararı adeta domino etkisiyle projeyi yerle bir etti, ömrü 24 saat bile sürmedi.
Bir önceki yazıda, bu ligin uygulamaya geçemeyeceğini ileri sürmüştüm ama doğrusu bu kadar erken biteceğini öngörmemiştim. En azından birkaç hafta pazarlıklar yapılır, yeni oluşumun kurucuları bazı tavizler kopardıktan sonra geri adım atar diye düşünmüştüm. Fakat “süper rüya”nın sonu da “süper hızlı” geldi.
Peki hikaye neden bu kadar erken bitti?
Yönetilenler, yönetenler ve sermaye ilk kez bir araya geldi
Orta halli sıradan yurttaşların, hükümetlerin ve büyük para sahiplerinin aynı fikirde olmaları, bir şeyi beraberce istemeleri veya beraberce istememeleri çok nadir görünen bir durumdur. Bütün tarihi düşünün; çıkarları, hedefleri birbirine genellikle ters bu üç gücü pek bir arada göremezsiniz. İşte Avrupa Süper Ligi’nin 12 kurucusunun en büyük şanssızlığı, taraftarların, devletlerin ve çok güçlü sermayedarların karşılarına dikilmesi oldu.
1- En büyük kıyamet İngiltere’de koptu.
Liverpool başta olmak üzere, Chelsea ve Manchester’ın iki kulübünün taraftarları adeta ayaklandı. Protesto yürüyüşleri arka arkaya geldi, işi, takım otobüsünü stada sokmamaya kadar vardırdılar. Futbolda taraftarın sırtını döndüğü herhangi bir organizasyonun yaşama şansı yok ki Avrupa Süper Ligi hayata geçebilsin. Halkın örgütlü gücü karşısında hiçbir şeyin duramayacağını futbol taraftarları bir kez daha gösterdi. 2011’de başlayan şike davası sürecinde Fethullahçı çetenin Fenerbahçe üzerinden futbolu ele geçirme operasyonuna sarı lacivertli taraftarların örgütlü karşı duruşunun yarattığı etkiyi hatırlayın. Maçları oynayacak futbolcular ve teknik adamların açıkça isyan etmesi de projeyi baştan uygulanamazlığa mahkum etti. Yani yeni oluşum daha ilk gününde, seyircisi gibi sahada oynayanı ve oynatanı da olmayacak bir lig halini aldı.
2- Tüm bunlara devlet duruşunun da eklenmesi, “mutsuz sonu” getiren başka bir etken oldu. İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın süper ligi engellemek için yasa bile çıkaracaklarını söylemesine, diğer Avrupa ülkelerinin liderlerinin “İzin vermeyiz” çıkışları eklenince olay birinci adımında “yasadışı” da ilan edilmeye yüz tuttu.
Dünya ne kadar küreselleşirse küreselleşsin, ekonomik liberalizm ne ölçüde egemen kılınırsa kılınsın, özellikle kriz anlarında devletçi müdahaleler hep kurtarıcı olarak beklenmemiş midir? Örneğin, 2000’lerin başlarındaki büyük ekonomik kriz… Fransa’da başta olmak üzere, dünyanın bir çok yerinde devletler piyasaya müdahale edip, bankaları, şirketleri, küçük işletmeleri bataktan çıkarıp, ekonomileri toparladı. Sosyal devlet uygulamaları, aleyhindeki tüm karalamalara rağmen, çöküşü durdurdu. Futboldaki krizde de bununla kıyaslanmayacak kadar dar kapsamlı bir devlet müdahalesi taşları yerine oturtmaya yetti…
3- Avrupa Süper Ligi, kökeni değilse bile parası dışarıda, “gayri kıtasal” bir oluşumdu. İşin içinde okyanus ötesinin, Amerika’nın parası vardı. Tek başına bu bile, isyana ve olayda bit yeniği aramaya yeter sebepti. Finansör banka aracılığıyla Amerikan parasının, Avrupa’nın önemli bir değerini, futbolunu ele geçirmeye çalışması büyük karşıtlık yarattı.
Ve 12 zengin kulüp ile Amerikan sermayesinin ortaklığı, karşısında hem daha büyük, hem sıcak parayı ve başta Araplar olmak üzere yerleşik düzenin çok kazananlarını buldu. Örneğin,Paris St. Germain’in sahibi Katarlılar aynı zamanda mevcut Şampiyonlar Ligi’nin yayın haklarını ellerinde bulunduruyor. Avrupa Süper Ligi kurulmuş olsa, en büyük zararı Şampiyonlar Ligi görecekti. Dolasıyla Paris kulübünün yeni projeye karşı çıkışında etik değerler değil para kaybı korkusu vardı.
Sadece Katarlılar değil, kurulu düzende işleri tıkırında olan Uzakdoğu ve Avrupa sermayeli büyük sponsor ve finansör firmalar ile değişik ülkelerde yayın haklarına para ödemiş şirketler de, ne olacağını bilmedikleri bir yolun tehlikelerinden ürktüler. Büyük para bağladıkları kontratlardan iyi kazanırken, niçin bilinmezliğe yelken açacaklardı ki?
Devrimci mi, açgözlü bir canavar mı?
Avrupa Süper Ligi, karşısındaki büyük koalisyona yenik düşerken, kişisel olarak da görkemli bir kariyer zedelenmiş oldu: Real Madrid’in ve onun öncülük ettiği Avrupa Süper Ligi’nin başkanı Florentino Perez.
İspanya’nın en büyük müteahhitlerinden Perez bir ayağı da siyasette olan bir fenomen… Real Madrid’in başkanlığı bir insanın dünyaca tanınmasını sağlayabilir ama Perez’in, tüm seleflerinden ve hatta tüm kulüp başkanlarından fazla tanınması, yarattığı Los Galacticos sayesinde oldu. 2000’lerin başlarından itibaren, Luis Figo, büyük Ronaldo, Zidane, Beckham gibi zamanın en büyük yıldızlarını büyük paralar ödeyip transfer ederek hoş bir çılgınlığa ve yeni bir akıma imza atan Perez’in bugünün çılgın projesi Avrupa Süper Ligi’nin başkanı olmasından daha doğal bir şey düşünülemezdi.
Los Galacticos yıllarında Perez, büyük transfer maliyetlerini çıkarabilmek için maç bilet fiyatlarını aşırı yükseltip, Real Madrid’i halktan koparmakla suçlanmıştı. Üç yıl ara verdikten sonra yeniden geldiği Madrid başkanlığında büyük harcamalara devam eden Perez’in, “yıldız oyuncuyu maliyeti mantıksız şişse de almaya” dayalı transfer politikasının bonservis ücretlerinin 100 milyon Euro’ların üstüne fırlamasında büyük rol oynadığı ve orta halli kulüplerin rekabet gücünü yok ettiği çok eleştirildi.
Perez’i, aşırı transfer harcamaları yüzünden kulübü büyük borçlara soktuğu için suçlayanlar olduğu kadar, üstün pazarlama teknikleriyle kimsenin sağlayamadığı gelir kalemleri yarattığı için devrimci diye selamlayan da var…
Gerçekten de tüm bozdukları ve yaptıklarıyla Perez’e yeni Avrupa Süper Ligi’nin başında olmak çok yakışıyordu. Proje tam da onun geçmişte yaptıkları gibi çok cüretkardı ve yine pazarlama teknikleriyle büyük paralar kazanılması vaadine dayanıyordu. “Real Madrid’deki gibi başarabilecek mi?” denirken, birlikte yola çıktıkları tarafından daha ilk kilometrede terk edildi. Önce İngiliz kulüpleri, ardından İtalyanlar projeden çekilince orta yerde yapayalnız kaldı. Kendisini büyük ihanete uğramış görmesinden daha doğal bir şey yok. Onu, kendi ve kendi gibi olanlardan başkasını umursamayan aç gözlü bir kapitalist olarak gören futbolseverler, şimdi en büyük oyununu kaybetmiş bir kumarbaz gibi masadan ebediyen kalkmasını bekliyor.
Perez’in ise kaybettiği bu oyunu “sonu” olarak görüp görmediğini Madrid başkanlığından ayrılıp ayrılmayacağıyla anlayacağız. Ama kalsa da gitse de sırtındaki İngiliz hançerinin acısını hep çekecek.