Ne derseniz deyin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın siyasetteki en büyük meziyetinin bir beka ustası olmak olduğu açık. En zor durumlardan dahi o an kimi, neyi feda etmesi gerekiyorsa edip ayakta kalmayı bildi. Çünkü siyasette tek hedefi var ve o hedeften sapmadıkça diğer her şey teferruat geliyor. O hedef ne pahasına olursa olsun koltuğunu korumak, iktidarı bırakmamaktır. Ancak bu defa dağınıklık çok fazla. Savrulma üst noktalarda. Erdoğan’ın işi gerçekten kolay görünmüyor.
Hemen saymaya başlayalım Türkiye’nin Erdoğan yönetiminde nasıl bir savrulma içinde olduğunu daha iyi görmek için.
Erdoğan 18 Kasım’da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde (TOBB) konuşurken yüksek faizin yatırımcıyı bitirdiğini söyledi. Çünkü Rifat Hisarcıklıoğlu, tabanının sesini dinleyerek faizin yükseltilmemesini istiyordu; hükümete bu kadar destek boşuna verilmiş olamazdı. Erdoğan’ın sözleri yeni Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın piyasalara aksini ima etmesine rağmen, Erdoğan’ın “faiz lobisine” teslim olmayacağı işaretini veriyordu. Dolar hemen yükselmeye başladı.
Ama 19 Kasım’da Merkez Bankası faizi 475 temel puan artışıyla yüzde 15’e çıkardı. Neden 450, ya da 500 değil de 475? Çünkü Reuters iki gün önce yabancı yatırımcıların beklentilerini sormuş, onun ortalaması da 475 çıkmıştı. Erdoğan’ın deyişiyle “faiz lobisinin” beklentisi 475 idi. Tam olarak o oldu.
Doların Berat Albayrak’ın istifası öncesindeki 8,50 seviyesinden 7,50 küsura düşmesinin “piyasa bayramına” yol açmasını anlamak mümkün. Bu iniş çıkışlar dövizle oynayan birilerinin servetlerine servet katmış olabilir. Ama Erdoğan-Albayrak çizgisinin doları 7 liranın altında tutmak için iki yılda vatandaşın cebinden 100 milyar dolar harcadığını unutmak mümkün değil.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin bürokrasiyi nasıl işlemez hale getirdiğinden söz etmeyeceğim. Sadece Alaattin Çakıcı olayı dahi işlerin nasıl Erdoğan ve AK Parti kontrolünden yüzde 50+1 ile kader ortağı yaptığı Devlet Bahçeli ve MHP kontrolüne geçmekte olduğunun göstergesi.
Bahçeli’nin ısrarı sonucu tahliye edilen ve hakkında suç örgütü kurmaktan cumhurbaşkanına hakarete dek varan mahkûmiyet kararı bulunan Alaattin Çakıcı, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu ağıza alınmayacak hakaretlerle tehdit etti. Bahçeli bu hakaretlere katılarak Kılıçdaroğlu’nun Çakıcı’ya “mafya bozuntusu” demesini “rezillik” saydı, Çakıcı’ya övgüler düzdü.
Ne Erdoğan’dan ne İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan ve ne de yargı reformu vaatlerinin henüz dumanı tüten Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’den ses çıktı. Çakıcının yazılı tehditlerine, CHP’nin suç duyurusuna rağmen üç gün sonra soruşturma açıldığını duyurma işini dahi hükümet, ya da savcılık değil, AK Parti TBMM Grup Başkan Vekili Bülent Turan yaptı.
Bu dağınıklık ve savrulmadır.
Bu duruma en ilginç teşhisi koyan ise İYİ Parti lideri Meral Akşener oldu. Akşener, Bahçeli ve Çakıcı ile aynı ideolojik kökten gelmişti ve dolayısıyla o cenahın psikolojisini iyi biliyordu. Akşener’e göre, Albayrak’ın gidişi ardından Erdoğan’ın verdiği reform sözlerinden rahatsız olan Bahçeli, Çakıcı’yı Kılıçdaroğlu’na saldırtarak Kılıçdaroğlu üzerinden Erdoğan’a “Neler oluyor?” diye soruyor, çünkü reform filan istemiyordu. Yüzde 10’un altındaki MHP’nin hiçbir sorumluluğa ortak olmadan iktidara ortak olmasının tek yolu mevcut sistemin reforma tabi tutulmadan devamıydı çünkü.
Tam aynı sırada başında -Bahçeli’nin desteğine sahip- Adalet Bakanı Gül’ün İstanbul Adliyesinde Osman Kavala’nın tutuklu kalmasını sağlayan yargı mensuplarının dosyasını istettiği haberi çıkmıştı. Bugün Kavala, yarın Selahattin Demirtaş mı serbest kalacaktı?
Nitekim bu gelişme ardından AK Parti’nin Erdoğan tarafından kızağa çekilen -ama harcanmayan- ağır topu Bülent Arınç, Selahattin Demirtaş iddianamesine isyan ettiğini söyleyecekti. Bu gelişme Gül’ün yakında Demirtaş’ın yıllardır tutuklu halde cezaevinde kalmasına neden olan yargı mensuplarının dosyalarını Hakimler ve Savcılar Kurulundan istemesine yol açarsa şaşırmamak gerekiyor.
Bunun anlamı, tıpkı zamanında Fethullahçı savcı ve hâkimlerin akıbeti gibi bu dönem de (adalet değil) devlet adına tetikçilik yapmış olan yargı mensupları varsa, onların -en azından- yargı içinde yükseltilmeyeceği demek olacaktır.
Bu süreçte Erdoğan yeni müttefiklerine değil eski dostlarına bel bağlamaya mecbur görünüyor.
Nitekim Arınç’tan sonra Erdoğan’ın Yüksek İstişare Kurulu üyesi olarak kızağa çektiği AK Parti iktidarının kuruluşundaki ağır toplarından Cemil Çiçek de konuşmaya başladı. Çiçek’e göre, reform şart değil, zihniyet değişmeli. Oysa biliyoruz ki yasa değişmeden kafa değişmez.
Benim konuşmaya başlamasını beklediğim bir başka ağır top var. Derin devletin kodlarını belki en iyi bilenlerden Abdülkadir Aksu konuşmaya başladığında durum biraz daha netleşecektir.
Ama Erdoğan’ın devlet yönetiminde ortaya çıkan bu dağınıklık ve savrulmayı toparlamasında eski tüfekler de yeterli olmayabilir. Erdoğan’ın reform sözlerine değil, gerçekten reformlara ihtiyacı olduğuna ikna olması gerekiyor.
Bütün bu süreçte ABD Başkanlığına Joe Biden’ın seçilmesiyle küresel çapta yaşanması beklenen değişikliklerin muhtemel etkisine hiç değinmedik, değil mi? Onu başka yazıya bırakıyoruz, müsaadenizle.
By Mehmet Öğütçü and Rainer Geiger The Middle East, scarred by years of political instability…
The US Military once again defies Trump on Syria. The Pentagon is pushing back against…
Assad is gone, but I believe toughest challenge for Syria is just beginning. Israel has…
The Nationalist Movement Party (MHP) and Kurdish-issue focused DEM Party continue to confound their adversaries…
Intelligence suggests that the operation to overthrow Assad's regime in Syria was meticulously planned for…
As a diplomat, businessman, and traveler, I have visited 135 countries. In many of them,…