Türkiye’nin yalnızca 24 ilinde madencilik çalışmaları için 20 bin maden ruhsatı verildi. Bu ruhsatları Türkiye geneline yaydığımızda tüm ormanların yüzde 58’inin, tarım alanlarının yüzde 60’ının, önemli doğa alanlarının yüzde 64’ünün, Milli Parkların ise yüzde 51’inin madencilik için ruhsatlandığı ortaya çıkıyor. Kıyı şeritleri, tarım alanları, milli parklar, sulak alanlar, sürekli değişen düzenlemelerle madenciliğe açılıyor ve bu uygulamalar, çevre için olduğu kadar sosyal yapı için de tehdit oluşturacak aşamaya geliyor.
Bu bilgileri, TEMA Vakfının başlattığı yeni bir kampanya vasıtasıyla öğrendik. Vakıf kampanyayla doğal varlıkların korunması için madenciliğe kapalı alanların kanunlarla belirlenmesini ve korunmasını öneriyor. 2019’dan itibaren sürdürdüğü maden ruhsatlarının dağılımına yönelik çalışmaları neticesinde bu tablo ortaya çıkmış. 24 şehirde 20 bin maden ruhsatı, bu illerdeki ruhsatlılık oranı ise yüzde 63.
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç; kolayca değiştirilebilen düzenlemelerle madencilik yapılabilmesinin, doğayı ve insan sağlığını güvencesiz ve korumasız bıraktığını, madenciliğe kapalı alanları “kanunlarla” belirleyip, sadece belirlenen bu alanlarda madencilik çalışmasına izin verilmesinin, doğal varlıkları, biyolojik zenginliği, yaban hayatını, tarım ve mera alanlarını, kıyıları ve içme suyu havzalarını madencilik faaliyetlerinden korumanın tek yolu olduğunu, söylüyor.
Türkiye’nin neredeyse yarısı maden ruhsatlı
Vakfın derinlikli analizleri, Türkiye’de değişik tarihlerde yapılan mevzuat değişiklikleriyle madencilik ruhsatının ne kadar yaygın bir şekilde verildiğini de gösteriyor. Kaz Dağları Yöresi’nin yüzde 79’u, Ordu’nun yüzde 74’ü, Artvin’in yüzde 71’i Muğla’nın yüzde 59’u Kahramanmaraşı’ın yüzde 58’i, Erzincan-Tunceli’nin yüzde 52’si madenler için ruhsatlandırılmış.
Vakfın 15 ilde gerçekleştirdiği çalışmalara göre; orman varlıklarının ortalama yüzde 58’i, tarım alanlarının yüzde 60’ı madenlere ruhsatlı. Bu oran Önemli Doğa Alanlarında yüzde 64, korunan alanlarda ise yüzde 59. Bu bölgelerdeki milli parkların ortalama yüzde 51’i madenlere ruhsatlı.
Zonguldak ve Kırklareli’ndeki milli parkların yüzde 97’si, Muğla’dakilerin yüzde 85’i, Artvin’dekilerin de yüzde 84’ü madenlere ruhsatlı. Ayrıca Zonguldak-Bartın’da milli parkların yüzde 89’u arama ve işletme, Artvin’dekilerin yüzde 30’u arama, Afyon’dakilerin yüzde 10’u da işletme ruhsatına sahip. Çanakkale, Balıkesir, Muğla ve Artvin’de ruhsatlar kıyı şeritlerinin büyük bölümünü kaplar hale gelmiş durumda.
Sular tehdit altında
Trakya, Çanakkale, Eskişehir, Adana, Konya ve Karaman’ın verimli tarım topraklarına kömürlü termik santraller ile birlikte kurulmak istenen kömür ocakları, tarım alanlarının madencilik çalışmalarına açık olduğunun somut örneklerinden sadece birkaçı.
TEMA Vakfı su havzalarının yok olma tehlikesi altında olduğuna da dikkat çekiyor. Örneğin; Çanakkale’nin Merkez ilçesinde yer alan Serçeler-Terziler Altın Madeni ÇED alanı kentin tek içme-kullanma suyu kaynağı olan Atikhisar Barajı’nın uzun mesafeli koruma alanı içerisinde kaldığı için, buradan oluşacak kimyasal kirliliğin yüzey suları ile baraja ulaşmasının önünde engel olmadığı hatırlatılıyor. Bu durumda zaten su kıtlığı çekilen bölge su kirliliği riskiyle karşı karşıya.
Bu tehdidin somut bir örneği olarak, 18 Kasım 2021’de Giresun, Şebinkarahisar’da atıkların depolandığı flotasyon tesislerindeki atık maden barajının patlaması sonucunda ağır metalli ve kimyasallı atıkların maden tesisi çevresindeki akarsulardan Kılıçkaya Barajı’na kadar ulaşmış olmasına, dikkat çekiliyor.
Kanun korumazsa maden yaşatmaz
Doğamızı, su ve toprak varlığımızı, gıda sağlığımızı ve gıda güvencemizi tehdit eden bu durum karşısında TEMA Vakfı, hazırladığı politika belgesini kamuoyuyla paylaştı. Vakıf, madenciliğe kapalı alanların kanunlarla belirlenmesini istiyor.
TEMA Vakfı’nın hazırladığı Madenciliğe Kapalı Alanlar Politika Belgesi’ne göre: Madencilik çalışmaları, binlerce yılda oluşan üst toprağın, geliştiği ana kayadan bağlantısının koparılması, işletme sırasında kullanılan yoğun su tüketimi ve neden olduğu kimyasal kirlilik ile; bulunduğu bölgede kalıcı sağlık sorunları, sosyo-ekonomik ve kültürel yaşamda olumsuz etkiler bırakmaktadır.
Madencilik faaliyetlerinin neden olduğu bu tehditlerin önlenmesi, ekosistemin sürdürülebilirliği, biyolojik çeşitlilik, yaban hayatının devamlılığı, içilebilir su ile güvenli gıdaya ulaşabilmek için madencilik faaliyetlerine kapatılması gereken alanlar: Ormanlar, milli parklar, yaban hayatı koruma alanları, korunan alanlar, tarım alanları, içme suyu havzaları, sulak alanlar, kıyı ve deniz koruma alanları, yaban hayatı koruma sahaları gibi yaşamsal alanlar,olarak sıralanıyor.
TEMA Vakfı ayrıca, bilimsel çalışmalarla belirlenmiş önemli doğa, kuş, bitki alanları, deniz çayırları ve kumul alanlarına koruma statüsü kazandırılarak, madenciliğe kapalı alan sınıfına alınmasını öneriyor.
Madencilik katı kurallar dahilinde yapılmalıdır
Teknolojik, kimyasal ve çevresel açıdan tüm önlemler titizlikle alınmış olsa dahi madencilik faaliyetlerinin tümünün doğa ve çevre üzerinde olumsuz etkisinin bulunduğunu, bu noktada ülkelerin madencilik faaliyetlerinin olumsuz etkilerini en aza indirmek için koruma değeri yüksek olan hassas doğal alanları madencilik faaliyetlerinden kanunlarla koruyan katı tedbirler almakta olduğunu, TEMA’nın raporundan okuyoruz.
Madencilik faaliyetlerine kapalı korunan alanlar belirlemek hemen hemen her ülkede görülen yaygın bir uygulama iken ülkemizde özellikle son yıllarda ortaya çıkan ve içimizi acıtan doğa katliamlarının arkasında madencilik faaliyetlerinin etkisini görüyoruz.
Bilim insanlarının dünyanın sağlıklı bir şekilde işleyişini garanti etmek için karasal ve denizel ekosistemlerin en az üçte birinin (yüzde 30) koruma altına alınması ve bu alanlarda her şeyin doğal dinamikleri içerisinde seyretmesine izin verilmesi gerektiğini ifade ettiklerini ve mevcut haliyle Türkiye’nin korunan alan hedeflerinden oldukça geride olduğunu da Politika Belgesi’nin saptamalarından. Belgeye göre Türkiye karasularının henüz yüzde 4’ü yasal koruma alanı statüsüne sahip.
Yüzde 30 korunan alan hedefi
TEMA Vakfı’nın kampanyası işte bu endişelerle harekete geçmeye çağırıyor: “Canlı tür çeşitliliği ve endemik tür çeşitliliği bakımından büyük önem teşkil eden bu alanlar kanunlarla korunan alan niteliği kazanmadıkça her türlü insan müdahalesine karşı korunmasız ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu alanların bir an önce koruma statüsüne kavuşturularak koruma altına alınması Türkiye’nin canlı tür çeşitliliğinin ve endemik çeşitliliğinin korunmasına, sürdürülebilir yaşam için ihtiyaç olan % 30 korunan alan hedefine ulaşılmasına katkı sağlayacaktır.”
Eğer sahip olduğumuz eşsiz alanları korumayı başarabilirsek, ülkemizi gittikçe artan aşırı iklim olaylarına karşı daha dirençli hale getirecek, ülkemizin temiz içme suyu ve tarımsal üretim dolayısı ile gıda güvenliğini temin edecek ve uzun dönemde çok daha büyük ekonomik zararların önüne geçilmesine katkı sağlayabileceğiz.
Göç etmenin her türü hüzün içerir
TEMA Vakfı’nın bu kampanya için hazırlatmış olduğu bir de video var. Bu video aslında her şeyi ne güzel özetliyor: Özellikle derinden yaşadığımız göç sorununu.
Ne tezattır ki, savaşlardan, kötü yönetimlerden kaçarak ülkemize göç edenlere kapılar açılırken, madenlerin yarattığı yıkıcı etkiler sonrası topraklarını terk edip göç edenleri görmezden gelen bir yönetim anlayışı hakim.
Videoyu izlerken, Hacı Taşan’ın kültürümüze kazandırdığı Allı Turnam türküsü eşliğinde terk edilen köylere ve artık çalmayacak sazlara üzülüyoruz.
Türk kültüründe turna simgesi göç etmenin, sılaya gitmenin br sembolüdür. Sebebi turnaların göçmen olmasıdır. Türküde eşe ve dosta turnalarla selam gönderilir. Sıladan, yardan ve sevenlerden ayrı kalmanın, kendisini ne hâle koyduğunu Turnalar aracılığı ile sılaya iletir mahalli sanatçı Hacı Taşan.
Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle
Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük benzi soluk yar söyle
Turnanın sılaya varınca ne söylemesi gerektiği de tembih edilir. Önce güzel şeyler söyleyecek. Umutla bekleyenlerin umutlarını kırmayacaktır. Ama sonra acı gerçek de paylaşılacaktır, “boynu bükük, benzi soluk” diyerek.
Her türlü göç hüzünlüdür. Hele ki birilerinin kazancı, diğerlerinin yaşamsal kaybı oluyorsa.