En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: film güzel; seyirlik bir macera, sinema salonundan verdiğiniz bilet parasını hak etmiş duygusuyla ayrılırsınız ki bu iyi bir duygudur.
Bir sinema yazarı, film eleştirmeni değilim. Bir filmde aradıklarım, beni kendi dünyasına çekip bitene kadar orada tutabilmesi, güçlü bir öyküsünün olması ve biraz da harekettir. Çiçero’da hepsi mevcut. Güçlü ve yakın tarihimizi çok ilgilendiren bir öykü, entrika, casusluk, aşk, ihanet, insanlık dramı, şu aralar özellikle sevdiğimiz siyasi mesaj, hatta Ankara sokaklarında otomobille kovalamaca ve silahlı çatışma bile. Bu yönüyle gerçekten tatmin edici bir film; en azından ben –bu yönüyle- memnun ayrıldım sinema salonundan: yönetmen Serdar Akar’ın eline sağlık.
Film eleştirmeni de değilim, o kayıtla yapımcı Mustafa Uslu’yu da “Ayça”, gibi, “Müslüm” gibi, şimdi “Çiçero” ve gelecek ay izleyeceğimiz Çanakkale temalı “Turkish’i Dondurma” gibi konulara el attığı için kutlamak gerekir. Artık üstümüze geldi işin kolayına kaçılmış sulu kahkaha attıran, sular seller gibi gözyaşı döktüren ya da aşırı doz hamasetten içimizi kurutan filmlerden. O nedenle Nuri Bilge Ceylan bir film yapınca salonları dolduruyor; dolayısıyla Uslu, bize Ceylan filmleri dışında da nitelikli seçenek olabileceğini gösteriyor.
Ancak madalyonun öbür yüzü de var ki o da söylenmek zorunda.
Bir film eleştirmeni değilim, ancak neredeyse bir ömür süredir siyaset, diplomasi, entrika ve espiyonaj dünyası hakkında az çok bilgim olduğunu söyleyebilirim.
O nedenle yıllar önce Yalçın Küçük’ün “Aydın Üzerine Tezler” ciltlerindeki uyarılarını hatırlatmak zorundayım. Yalçın Küçük, Türk aydını, ya da aydın demeyelim de okumuş takımının, işin kolayına kaçıp tarihi, tarihî romanlarından öğrendiğini sanmasından yakınırdı. Osmanlı’nın kuruluşunu Kemal Tahir’in “Devlet Ana”sından, İstiklal Savaşı’nın Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa”sından filan öğrendiğini sananlara köpürürdü ve haklıydı da.
O nedenle Çiçero filmini gidip zevkle izlemelerini önerdiğim okurlara, tarihi olayların pek de öyle izleyecekleri gibi olmadığını söylemek zorundayım. Film, bir belgesel değil, zaten “tarihi olaylardan esinlenmiştir” diyor ama böyle iddialı bir filmin senaristi Gürkan Tanyaş’ın dersini biraz daha iyi çalışmış olmasını beklemek, izleyici olarak hakkımız.
Dolayısıyla filmi görmemiş olanlara, yazının gerisini bu güzel filmi izledikten sonra okumalarını öneriyorum.
Sonra sonunu söyledi demeyin yani…
Çiçero, evet İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz Büyükelçisi Hughe Knatchbull-Hugessen’in uşaklığını yaparken, gizli belgelerin fotoğrafını çekip Alman Büyükelçisi Franz Von Papen’e satan, Arnavut göçmeni casus İlyas Bazna’nın, Almanlar tarafından takılan kod adı.
Tarihi gerçeklerle uyuşmama burada başlıyor. Öncelikle Priştina doğumlu olsa da Bazna, Arnavut değil, Türk. 1904 doğumlu, İstanbul’a yedi yaşında, Balkan Savaşları sırasında göçmüş bir ailenin çocuğu; yani Birinci Dünya Savaşının bittiği 1918’de Priştina’da olma ihtimali bulunmuyor; o sırada Fatih Askeri Rüştiyesinde öğrenci çünkü. İşgal altındaki İstanbul’da Fransız kuvvetlerinde hizmetli, şoför olarak çalışmaya başlamış ama bir hırsızlık olayına adı karışınca, hapse atılmış, Fransızcayı da o sırada öğrenmiş. Cumhuriyetin ilk yıllarında askere alınmış ve hizmet verme konularını Fransızlardan öğrendiği için Çankaya Köşkünde, Mustafa Kemal’in değil ama Ali Sait ve Şükrü Naili paşaların maiyetinde “kavas” olarak çalışmış. Askerliği bitince Fransız büyükelçiliğinde şoförlüğe başlamış. Ama bu işi kendisine layık görmediği için Yugoslav Büyükelçiliğinde kavas, bir nevi diplomatik uşak olarak çalışmaya başlamış.
Uzatmayalım, MİT’in, o zamanki adıyla Milli Emniyet’in, dikkatini o sırada çekmiş olsa gerek. Ama Milli Emniyet’te hiç işe alınmamış, para karşılığı devşirilen teşkilat dışı ajan statüsünde kalmış. Çünkü ilk defa benim Meraklısı İçin Casuslar Kitabı’nda yayınladığım bir bilgiye göre, savaş sonrası parasız kaldığında o dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’a “Çok kıymetli Mareşal Babamıza” diye başlayan bir mektup yazarak, Yugoslav Büyükelçiliğindeki casusluk hizmetleri karşılığında aldığı 500 lira (o zaman büyük para) ödülden söz ediyor ve Milli Emniyet Reisi, İstiklal Savaşı kadrolarından Naci Perkel’i kendisine artık para ödemeyi kestiğinden dolayı şikâyet edip para istiyor.
Gerisini kısa kısa geçeceğim: İlyas Bazna’nın Alman Büyükelçiliğinin kapısına dayanıp hizmetlerini satmak istediği tarih, tam olarak 26 Ekim 1943, Çiçero kod adıyla casusluğa başlatıldığı tarih 29 Ekim 1943’tür. Alman Büyükelçisi Franz Von Papen’e yapılan suikastın tarihi 24 Şubat 1942’dir. Yani Çiçero olayıyla bir alakası yoktur. Suikat girişiminin arkasında ise İngiltere’nin değil Sovyetlerin bulunduğu, suikast planını yapan kişinin ise daha önce 1940’da Lev Troçki’yi Meksika’da öldürten KGB ajanı Leonid Eitingon olduğu açığa çıkmış tarihi gerçekler; onun ayrıntılarını da, Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı’nda bulabilirsiniz.
Almanların Çiçero’ya hizmetleri karşılığında ödediği 300 bin Sterlinin sahte çıktığı doğru ama Çiçero’nun bunu baştan beri bildiği kuşkulu. Aksi halde o paralarla Bursa’daki Çelik Palası alıp, restore ederken ödemeleri o Sterlinlerle yapıp polise yakalanmaz, 1970 yılında Münih’te bir deponun gece bekçiliğini yaparken sefalet içinde ölmezdi.
Ha bir de Cornelia Kapp var, filmde Bazna’nın sevgilisi olarak Burcu Biricik tarafından canlandırılan. Cornelia, ya da “Nele” Kapp’ın babası, Almanya’nın Sofya Büyükelçiliğinde Başkonsolos olarak çalışan Karl Kapp idi. Genç kadının psikolojisi Sofya’nın aralıksız bombalanmasından bozulunca, diplomat arkadaşlarından rica etmiş, henüz savaşa girmeyen, hem de yakın olan Ankara Büyükelçiliğinde, Ticaret Ataşesi paravan görevi altında Nazi İstihbaratı SD’nin Ankara İstasyon Şefi olarak çalışan Ludwig Moyzich’in sekreteri olarak iş verilmişti. Çocuğu yoktu ve dahası Amerikan askeri istihbaratı OSS’nin bir ajanına âşıktı. Zaten Bazna olduğunu da bilmeden, Amerikalılara, Almanların İngiliz büyükelçiliğinde “Çiçero” diye bir casusları olduğunu söyleyerek, Ankara’dan gerçekten macera filmi gibi bir senaryo ile Türkiye’den ABD’ye kaçırılan Nele’nin Bazna ile bir kez, bir terzide karşılaşmış olma ihtimalleri var, kayıtlara göre.
Uzatmayalım. Film güzel, anlatılanların da gerçek olması şart değil. Dolayısıyla Türk istihbaratı tarafından kullanışlı bir sahtekâr olarak görülen Çiçero’dan bir milli kahraman çıkarmakta bir tuhaflık yok. Örneğin, Moyzich’in yayınladığı anılarında dayanarak Otto Lang tarafından 1951’de çekilen “Five Fingers-Beş Parmak” filmindeki Çiçero macerası da gerçeği yansıtmıyordu; örneğin Arjantin’e gidiş kısmı filan tamamen uydurmaydı ama o da güzel filmdi. Türkiye’nin üç önemli güç, Nazi Almanyası, Sovyet Rusya ve İngiltere tarafından savaşa çekilmesine karşı İsmet İnönü yönetiminde kurulan karşı-entrikanın yarayışlı bir parçasıydı Çiçero. Tuhaflık filmleri, romanları belgeselmiş gibi algılamakta olabilir ancak.
Ama dediğim gibi film güzel, gidip görmenizi tavsiye ederim. Mustafa Uslu’yu ise iddialı konuya el atma cesareti için cesaretlendirmek istiyorum: daha karanlıktan çıkarılıp tozunun alınmasını bekleyen mücevher değerinde o kadar konu var ki. Filmde karakterini tam olarak ve en doğru canlandıran isimse bence Tamer Levent, selamlıyorum.
İngiliz Büyükelçi Hughe Knatchbull-Hugessen rolünü üstlenen Tamer Levent (sağda) filmde rolünün hakkını en çok veren isim olarak öne çıkıyor, ustalığını konuşturuyor. Çiçero (İlyas Bazna) rolünü üstlenen Erdal Beşikçioğlu ise iyi, her zamanki standardında ancak Bir Delinin Hatıra Defteri’nde, Komser Behzat Ç’de nasıl oynuyorsa, Çiçero’da da aynı standartta; farklı potansiyelini görmek bir başka role kaldı herhalde.