Amerikalı Senatör Lindsey Graham’ın 18 Ocak’ta Ankara’daki yoğun temasları ardından 19 Ocak’ta ayrılırken düzenlediği basın toplantısına mümtaz Türk medyası, örneğin BBC, Almanya’nın Sesi ve Rusya’nın Sesi radyolarının gösterdiği ilgiyi göstermedi. Nedenini sorgulamıyorum artık, malumun ilamı gereksiz. Oysa Graham, Türkiye’nin Suriye siyasetini yakından ilgilendiren önemli konulara değindi.
Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 20 Ocak gecesi ABD Başkanı Donald Trump’ı arayarak Graham ile gönderdiği mesajları teyit etti, IŞİD’e karşı işbirliği azmini yineledi ve Amerikan askerleri çekilirken Türkiye’nin güvenliği devralmaya, önceden konuşulduğu üzere Münbiç’ten başlamak istediğini söyledi.
Orada ciddi bir sorun var ve soruna artık Rusya da dâhil olmuş vaziyette. Oraya geleceğiz ama önce Amerikalı senatörün basın toplantısının neden önemli olduğunu biraz açmamız gerekiyor.
Örneğin Graham, daha önce bir Amerikalı yetkilinin ağzından duymadığımız netlikte, Amerikan ordusunun Suriye’de IŞİD’e karşı müttefiki YPG’den “Kürtler” diye söz etmeyi bırakıp “PKK’nın kolu” olarak söz etti. Daha geçen hafta Senato’da yaptığı konuşmada, Türk ordusundan Suriye’ye girip IŞİD’in “işini bitirmeyi” beklemenin “çılgınlık” olacağını, çünkü Türklerin “Kürtler üzerine bomba yağdıracağını söylemişti. Basın toplantısında ise bunun yerine “PKK ile bağlantısı var, kanıtları açık ve net. Müttefik Türkiye için yarattığımız problemi çözmeliyiz” diyordu.
Amerikalı Senatörün bunu söylerken YPG/PKK ile ilişkiden pişmanlık duyduğu sanılmasın. Yalnızca artık bu işbirliğinin Türkiye’ye verdiği zararın ve rahatsızlığın farkında olduğunu, buna karşı hızla önlemler almanın gerektiğini söylüyordu. Şu sözler onun:
• “Bizimle DEAŞ’a karşı savaşanlara bir şey borçluyuz. Hatalarımızı düzeltmek için fırsatlarımız var ve zamanımız tükeniyor, bu yüzden buradayım. General Dunford’un YPG’nin Türkiye’den uzaklaştırılması, ağır silahların alınması konusunda Türk askerleriyle çalıştığı bir plan var. Menbic yol haritası uygulanırsa, Fırat’ın doğusunda tampon bölge olur.”
“DEAŞ’a karşı savaşanlar” sözüyle YPG’nin kast edildiği açık. Önceki ABD Başkanı Barack Obama’nın 2014’te, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın uyarılarına karşın, Amerikan ordularının kara gücü olarak YPG ile işbirliği tercihinden bu yana Türkiye haklı bir kızgınlık içinde. Ama YPG’nin IŞİD’e karşı savaşta elde edilen payda önemli oldu; Türkiye’nin da ABD önderliğinde kurulan anti-IŞİD koalisyonunun parçası olduğunu, İncirlik ve diğer üsleri bu amaçla kullanıma açtığımızı, Fırat Kalkanı operasyonunda binlerce IŞİD militanının Türk askeri ve desteklediği ÖSO tarafından öldürüldüğünü unutmamak lazım. Üstelik Amerikalıların Fırat’ın Doğusunda IŞİD’e karşı savaşında Amerikan askerleri yerine PKK’lıların öldüğünü de unutmamak lazım; Amerikalılar kendilerini bir gönül borcu içinde hissediyorlar muhtemelen, yoksa ABD yönetimi Suriye toprağından PKK istiyor diye Kürdistan koparamayacağını biliyor.
Graham’ın bahsettiği plan, aslında geçen hafta Brüksel’deki NATO toplantıları sırasında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph Dunford arasındaki görüşmeden bu yana askeri ve diplomatik heyetlerce üzerinde çalışılan bir plan. O plan, ABD Başkanı Donald Trump’ın 13 Ocak’ta Ankara’nın tüylerini diken diken eden “Kürtleri vurularsa ekonomiyi mahvederiz. 20 millik güvenlik bölgesi kurulacak” Twit’inde işaret edilen bölge üzerine çalışılıyor. Güvenlikli Bölge önerisi aslında Türkiye’nin Suriye iç savaşının başında ortaya attığı öneriydi ama kabul görmemişti. Şimdi Amerikalılar bu bölgeyi Türkiye YPG’ye saldırmasın diye istiyor, Türkiye ise o bölgede YPG/PKK faaliyeti olmasın diye. 20 mil, yaklaşık 35 kilometre. Aslında bu bölge de Türk topçusunun menzili içinde kalır ama Suriye’deki Kürt nüfusun çoğu da bu bölge içinde yaşıyor.
Ankara’nın –Fırat’ın Batı yakasından kalması nedeniyle- ayrıca önem verdiği Münbiç anlaşması, Graham’ın sözlerinden anladığımız kadarıyla hâlâ masada.
Öte yandan Amerikan askerinin çekilmesinin Trump’ın 24 Aralık Twitinde söylediği gibi “hemen” olmayacağı da artık anlaşılıyor.
Bu gecikmenin tek nedeni Dunford-Güler planının beklenmesi olmayacak. Başka önemli gelişmeler de var.
Örneğin, Trump o Twiti atar atmaz bir süredir pek duyulmayan IŞİD terör saldırıları birden canlandı. Geçen hafta Münbiç’te IŞİD’in üstlendiği bombalı saldırıda Amerikan askeri personelinin de öldürülmesi konuyu yeniden Amerikan kamuoyu gündemine getirdi. Trump, Meksika sınırına duvar örme siyaseti nedeniyle hükümet harcamalarını durdurmayı göze almış haldeyken, uzun aradan sonra Amerikan askerlerinin öldürüldüğü haberini de önünde buldu; hem de “DEAŞ’ı bitirdik” açıklamasının üstüne.
Bu sırada bir de, tam da Graham’ın Ankara’da olduğu gün, YPG’lilerin Münbiç’te Rus özel kuvvetleriyle devriye attığı haberleri geldi. Zaten birkaç gün önce Rus Dışişleri Sözcüsü Maria Zaharova, “Suriye Kürtlerinden” Beşar Esad rejimiyle ilişki kurmalarını istediklerini açıklamıştı. Bunu, Hatay’a komşu İdlib civarında artan çatışmalar izledi; malum, Rusya ve İran’la birlikte yer aldığımız Astana Mutabakatı çerçevesinde Türkiye’nin İdlib etrafında 12 askeri gözlem noktası bulunuyor; yani Türk askeri var o saldırı ve çatışmaların tam kıyısında. Tükiye’nin Suriye’deki iki büyük operasyonunun, Cerablus-El Bab’daki Fırat Kalkanı ve Afrin’e karşı Zeytin Dalı operasyonlarının Rusya desteği sayesinde yapılabildiğini de unutmamak lazım.
Rusya’nın YPG/PKK’ya “Esad’la ilişki kurun” demesi, bir yerde PKK’ya eski koruyucusuna dönmesi tavsiyesi gibi; malum Abdullah Öcalan, 1979’dan, 1998’e dek, o zaman “baba” Hafız Esad’ın koruması altında Suriye ve Lübnan’ın fiilen Suriye kontrolü altındaki bölgelerinde barınmış, gelişmiş, Türkiye’ye karşı saldırılarını oradan yönetmişti. (Öcalan’ın Türkiye’nin bastırmasıyla Suriye’den çıkarılması ardından 1999 Şubatında Kenya’da yakalanması ise CIA’nın MİT’e yardımı sayesinde olmuştu.) Aslına bakarsanız Rusya –ki PKK’yı terörist olarak görmeyen ülkelerden- Suriye’nin federasyon olması gerektiği ve bunun bir Kürt özerk bölgesi de içerebileceği konusunu, üstelik yazılı olarak beyan etmiş tek devlet.
Bir de S-400/Patriot konusu var. Birden Trump’ın başına saksı düştü de Türkiye’ye Partriot satışına onay verildi, hatta teklif yapıldı zannetmeyin. Bu Türkiye’nin S-400 alma kararının sonucu, çünkü Amerika S-400’lerin kendi savunma sisteminde işler hale gelmesinin ciddi gediğe yol açacağını düşünüyor. Ve dünyanın Türkiye etrafında dönmediğini bilenler için söyleyelim, bu durum Türkiye’ye özgü değil: ABD, S-400 almak isteyen Hindistan’a da benzer öneriyle gidiyor, Suudi Arabistan’dan ise –tıpkı Türkiye’den istediği gibi- S-400’lerini alsa bile işletmemesini, yeşil düğmeye basmamasını istiyor.
Özetle Türkiye, Suriye sahnesinde NATO müttefiki ABD ile Astana müttefiki Rusya arasındaki hassas dengede sıkışmış durumda. Görmek isteyenlere o kadar açık ki manzara: Rusya, Türkiye ve ABD’nin PKK konusunda çekişmesi sayesinde hem Suriye, hem Orta Doğu’daki nüfuz alanını genişletiyor, bundan İran’da yararlanıyor. Tam da 31 Mart yerel seçimleri öncesinde ABD’den ekonomik tehdit, Rusya’dan PKK ile flört tehdidi altında bir çıkış yolu bulmak gerekiyor.
Bir de menzili 31 Mart seçimi sonrasına sarkan bir durum var. Görülüyor ki hem ABD, hem Rusya, diğerlerini şimdi saymıyoruz, Türkiye üzerinde PKK üzerinden baskı kurmaya çalışıyor. Türkiye kendi başına çözmek için yeni imkânlar arayıp bulmadıkça bu mesele ülkemizin dış ve güvenlik siyasetindeki en büyük gedik olmaya devam edecek.