Aslında dört soru var ama birincisi zaten malum: Yüksek Seçim Kurulu (YSK) İstanbul seçiminin tekrarlanmasına karar verecek mi? Şunu hemen söyleyelim: kararın bu kadar gecikmesi ve AK Parti’nin sürekli yeni itirazlarla gelmesi aslında YSK’nın iptal kararı almakta ne kadar zorlandığını gösteriyor. Hukuken zor ama siyaseten kolay kararın YSK’nın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin istekleri doğrultusunda seçimi tekrarına hükmetmesi olduğu yaşanan sancılı sürecin uzamasından anlaşılabiliyor.
Şimdi aktaracağımız, Ankara kulislerinde tartışılan üç soru ise YSK’nın siyaseten kolay, hukuken zor kararı verip İstanbul seçimini tekrarlama kararı açıklayacağı varsayımına dayanıyor. Sorular şunlar:
1- YENİ SEÇMEN LİSTESİ SORUSU: İstanbul seçimleri tekrarlanırsa, hayatın akışına uygun olarak aynı seçmen listeleri mi kullanılacak, yoksa YSK’nın yeni seçmen listesi oluşturması mı istenecek? Aslında AK Parti oyun planının şimdiye dek pek su yüzüne çıkarılmayan ve seçimin iptali ardından sırada olan ikinci kademesi, yeni seçmen listeleriyle seçim tekrarına gidilmesi. Çünkü AK Parti kayıtlarına (ve CHP kaynaklarının teyidine) göre, İstanbul’da yaşayan tahminen 400 bin, hatta bazı tahminlere göre daha fazla seçmen, yerel seçimlerde oylarını göçüp geldikleri köy, kasaba, şehirlerde kullanmak üzere seçmen kayıtlarını oralarda tuttu ve oylarını da gidip oralarda oy kullandı. Bu seçmenler arasında ağırlığı yerleşik şehirli olan CHP ve İYİ Parti seçmenlerinin azınlıkta olduğu kanısı var. AK Parti-MHP ittifakı, yeniden oluşturulacak listelerde bu seçmen kitlesinin İstanbul’da oy kullanması durumunda, son sayımlara göre seçimi 13 bin küsur oyla kazanan CHP’li Ekrem İmamoğlu’nu ikinci defada geçebileceği hesabında. AK Parti yönetiminde, seçim tekrarı olmazsa Erdoğan’ın çok daha kapsamlı bir tasfiye harekâtına girişeceği, daha çok yetkilinin koltuğundan olacağı kaygısı var; dolayısıyla bütün güçleriyle, belki seçim sürecinde çalışmadıkları kadar çalışıyor, bastırıyorlar. Bu durum YSK üzerinde ayrı bir baskı katmanı oluşturuyor.
2- SEÇİM BOYKOTU SORUSU: İmamoğlu ile birlikte 31 Mart seçimlerinin siyaset sahnesinde parlattığı isimlerden olan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu “Sandıkta çaldırmadık, masada da çaldırmayacağız” özgüveniyle konuşuyor ama CHP yönetimi üzerindeki “Seçimler tekrarlanırsa boykot edelim” baskısı da artıyor. Boykot yanlıları, seçim tekrarının halkın iradesini “gasp” anlamına geleceğini ve tekrarlanmış seçime katılmanın CHP açısından bu “gaspı kabullenme, hatta ortak olma” demek olacağını öne sürüyorlar. Boykotçuların bir iddiası da, CHP’nin boykot edeceği seçimlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümetini dış dünyada daha da yıpratacağı. Boykot karşıtları ise CHP’nin meydandan kaçtı görüntüsünü veremeyeceğini, 31 Mart seçimlerinde iyi sınav veren parti örgütüne güvenilmesi gerektiğini öne sürüyorlar. Son yapılan CHP Parti Meclisi toplantısında “Boykot” çağrısının bazı üyeler tarafından ayrı ayrı dile getirildiği, tartışıldığı ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun tartışmaları herhangi bir tepki vermeden izlediği bilgisi var. CHP kaynakları, Çubuk’taki vahim saldırının etkilerinden çabuk sıyrılan Kılıçdaroğlu’nun kurmaylarıyla toplantı üzerine toplantı yaparak hem örgütteki yüksek heyecanı düşürmemeye çalıştığı, hem de YSK kararına bağlı olarak senaryo çalışmaları yaptığını aktarıyor.
3- ERKEN GENEL SEÇİM SORUSU: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın iç ve dış kamuoyunu Türkiye’de 2023’e dek seçim yapılmayacağına dair teminat vermesine karşın, önümüzdeki 2020 yılında bir erken seçim ihtimali Ankara siyaset kulisinde son birkaç gündür giderek yayılmaya başladı. Bu ihtimalin konuşulur olmasında başlıca etken, Erdoğan ile Bahçeli arasında satır aralarında devam eden “Cumhur İttifakı mı, Türkiye İttifakı mı?” tartışması. Erdoğan’ın Türkiye İttifakı söylemiyle MHP ile ortaklık nedeniyle oylarını alamadığı Kürt seçmenden ekonomiyi ön plana koyan şehirli modernistlere dek değişik kesimleri hedeflediği anlaşılıyor ki, “kızgın demiri soğutmak” önerisi de bunun parçasıydı. AK Parti bünyesinde ittifaktan karlı çıkanın MHP olduğu saptamasına karşın, Bahçeli “Cumhur İttifakından başkasına ihtiyacımız yok” söylemiyle Erdoğan’a, iktidarını sürdürmesi için kendisine mecbur olduğunu hatırlatıyor; kendisine Cumhurbaşkanını “denge ve denetleme” görevi biçmesi de bunun parçası. Erdoğan’ın eski sözcüsü Akif Beki, Rus Sputnik kanalında, Bahçeli’nin çıkışları sonrası Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı” söyleminden vaz geçmekte olduğu yorumunu yaptı. Bahçeli’nin Erdoğan üzerindeki baskıyı sürekli hatırlatmak için test edilip onaylanmış yöntemi ise sandığa gitmek. Aslında 2019 sonu için öngörülmüş Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçişi, Binali Yıldırım’ı devre dışı bıraktırarak 2018 erken seçimine aldırması bunun son örneğiydi. 2002 yılından bu yana Bahçeli’nin sandık çağrısı yapıp da sandığa gidilmediği bir örnek yok.
Bu tablonun öne çıkardığı iki nokta daha var.
Birincisi, İYİ Parti’nin konumu… Meral Akşener, Kılıçdaroğlu ile ittifakı ve Erdoğan ile polemiğe girmeme taktiği ile partisini MHP’den ayrılma bir grup kimliğinden çıkartıp, merkez sağa, sağdaki laik ve şehirlilerin partisi olmaya aday konuma yerleştirdi. Akşener’in güçlü kadın lider imajıyla kişisel özellikleri de (eğitimli, şehirli, sağcı, laik) onu ve partisini Türk siyasetinde kalıcı hale getirebilir. Erdoğan’ın doğrudan hedef almadığı tek partinin İYİ Parti olması, hem onu –HDP ile gizli işbirliği söylemi ile- CHP’den koparmayı, hem de MHP’ye karşı seçenek olarak yedekte tutma arzusunu gösteriyor. Bu durum da MHP lideri Bahçeli’yi rahatsız eden ve kendisini Erdoğan’a sürekli hatırlatmasına neden olan bir başka etken…
İkincisi de HDP’nin, daha doğrusu Selahattin Demirtaş’ın konumu. Demirtaş bir ara kendi partisi tarafından gözden çıkarılmış görüntüsüne rağmen, Edirne Cezaevinden 31 Mart seçim sürecinde HDP kitlesinin nispeten sakin durup, sessizce oylarını kullanmasını sağlayan asli etken oldu. Bu sakin etkisini seçim sonrasında da sürdürüyor ve muhtemelen Kandil’i de rahatsız edecek şekilde, cezaevinde olmasına karşın Türk siyasetinin doğal aktörlerinden biri olma özelliği kazanmaya başladı. Bu özelliğini PKK ile arasına çizgi çekecek düzeye geliştirmesi halinde siyasette daha da etkili olma potansiyeli taşıyor. Bu durum, Suriye’de ABD ile PKK ve uzantılarıyla yaşanan sorunu unutmadan, Erdoğan’ın önünde belli ihtimalleri açık tutarken, Bahçeli’yi tedirgin ediyor.
YSK’nın zor kararı alma süreci uzadıkça, bir yandan çetin ekonomi ve dış politika sorunlarıyla karşı karşıya olan Ankara’da yeni soruların ve sorunların ortaya çıktığı görülüyor.