Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Türkiye’de özellikle de 23 Haziran seçimleri öncesinde siyaset konuşmaktan kaçınıyor, ama yurt dışında görüşlerini daha rahat ifade ediyor.
Bunun son örneği 13 Haziran’da Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Adalet Divanının Barı Sarayında düzenlenen “Barış Kültürü” konferansında Orta Doğu üzerine yaptığı konuşma oldu.
Gül konuşmasında “kabul etmeliyiz ki” dedi, “bu modern çağlarda gücün mutlak [anlamda] pekiştirilmesi üzerine kurulu rejimler sürdürülemez”. Gül “Özellikle de bu yüzden” diye sürdürdü; “gelişmiş demokrasilerde, güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, hesap verebilirlik, şeffaflık ve eşitlik gibi ilkeler kurumlaşmıştır. Üzülerek [söylemeliyim], bölgemizdeki standartlar bu ilkelerden çok uzaktır.”
Gül’ün “bölgemiz” dediği, Orta Doğu bölgesiydi. Türkiye’yi doğrudan anmıyor, ancak “biz” kipiyle Türkiye’yi de içine katıyordu.
“Aynı hataları tekrarlamaya devam ettik” diye özeleştiri dozunu artırıyordu Gül; “ve neticede eşi benzeri görülmemiş yıkım ve ıstırap dalgası Orta Doğuyu baştan başa harabeye çevirdi. Üstelik bundan daha kötü bir yıkım gücü taşıyan, daha büyük çatışma kapımıza dayanmış durumda.”
Gül’ün bölgenin kapısında dayandığını söylediği daha büyük yıkım gücüne sahip, daha büyük çatışma tehlikesi, Suudi Arabistan ve İran arasında, ABD, İsrail, Mısır ve Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE) Riyad’ın yanında yer aldığı, Türkiye’nin de içine çekilmek istendiği çatışma ortamıdır. Irak ve Suriye ardından Türkiye’nin bir komşusu daha, kadim komşusu İran da çatışma sahnesine dönüşmek üzere. Gül, “aynı hataları tekrarlamaya devam ettik” derken 2003 Mayıs ayında Dışişleri Bakanı olarak Tahran’daki İslam İşbirliği Örgütü toplantısında yaptığı konuşmayı hatırlattı. Orada Müslüman ülkelerdeki terörizm, cehalet, yoksulluk, cinsiyet ayrımcılığı gibi konulara değinmiş, “önce evimize çeki düzen vermeliyiz” demişti. Hatırlıyorum, o zaman Radikal’de manşet yapmıştık.
Ama şunu da hatırlatmak lazım: o toplantıya İran’ı protesto eden o zamanki deyimle “ABD yanlısı” Arap ülkeleri katılmamıştı. Hangileri mi? Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, BAE. O zaman Katar, Suudi Arabistan’ın en yakın müttefiklerindendi; Mısır değildi, o katılmıştı. Mısır daha sonra Arap İsyanlarıyla sarsıldı, Hüsnü Mubarek devrildi, Müslüman Kardeşlerden Muhammed Mursi, binlerce yıllık Mısır tarihinin seçimle gelen ilk devlet başkanı oldu, sonra ABD’nin onayıyla Suudi Arabistan destekli bir darbeyle devrildi, 17 Haziran’da, yani tam da bu yazı yazılırken mahkeme salonunda öldüğü haberi geldi; Mısır bugün “ABD yanlısıdır”.
Peki, Gül’ün konuştuğu bu toplantının künyesini öğrenmek ister misiniz? Lahey Forumu toplantılarını Kuveyt’teki El Suud El Babtain Vakfı düzenliyor; işbirliği yaptığı kuruluşlar ise ABD merkezli Dünya Barış Vakfı, yine ABD Merkezli Carnegie Vakfı, Uluslararası Kızılhaç ve Hollanda’nın Leiden Üniversitesi. Forumun bu seneki katılımcıları arasında İslam İşbirliği Konseyi Genel Sekreteri Yousef el- Othmaimeen, Kuveyt Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Sabah Halid el Sabah, Malta Cumhurbaşkanı George Vellaand, önceki Bosna Cumhurbaşkanı Haris Siljazdic, Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti Yüksek Öğretin Bakanı Yusuf Goran ve (İstanbul’da hunhar bir cinayete kurban giden Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın yıllarca basın danışmanı olarak yanında çalıştığı) “muhalif” Suudi Prensi Türki el-Faysal da vardı.
Eğri oturup doğru konuşalım: siyasi İslam, siyaseten yükseldiği her ülkeyi, her topluluğu sosyal, ekonomik ve siyasi duraklamaya, gerilemeye sevk etti. Gül, “bölge” diye eleştiri/özeleştiri yapıyor, Türkiye’nin adını da özellikle ağzına almıyor ama hedefinde 2003’ten bu yana işte bu siyasi İslam anlayışı var. Peki, Gül’ün doğru saptamalarla bezeli bu konuşması, benzeri diğer konuşmalar sizce bir şeyleri olumlu yönde harekete geçirebilir mi? Gerek diğer katılımcı zevat ve bağlı bulundukları kurumların, Orta Doğuya, Müslüman halklara barış, adalet, kalkınma, özgürlük ortamı için çalışma dertleri var mı sizce? Siyasi İslam ile küresel hegemonya peşindeki Batılı güç odaklarının işbirliği, Orta Doğu halklarına barış, adalet, kalkınma getirebilir mi? Bugüne kadar getirdi mi? Din ve devlet işlerini birbirinden ayırmadan “seçimle gelen, seçimle gider” ilkesinin, güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, cinsiyet eşitliği ve çoğulcu demokrasi ilkelerinin uygulanma ihtimali var mı? Cevaplar sorularda saklı değil mi zaten?