Aklımızı tamamen yitirmemek için ve biraz da arşivlerimizdeki kayıtlarda yer alsın diye olan biteni başka türlü ifade etmekte yarar var.
1- Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, başında bulunduğu AK Parti İstanbul belediyesini kazansın diye, hapisteki yasadışı PKK lideri Abdullah Öcalan’a “terörün uzantısı” saydığı HDP’ye mektup yazdırtarak CHP adayı Ekrem İmamoğlu’na oy vermemelerini sağlamasını istemiştir. Aynı Erdoğan, Suriye’de PKK’nın uzantısı YPG ile işbirliği yapan ABD’ye nispet için NATO hasmı Rusya ile silah alımı dâhil stratejik anlaşmalar yapmaktadır. Aynı Erdoğan, ülkenin cumhurbaşkanı olarak, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener’i sırf –Meclis’teki üçüncü büyük parti olan- HDP’yi terörist ilan etmedikleri için 31 Mart seçimi öncesi “terör destekçisi” ilan etmiş, HDP seçmenini de aynı suçlamaya maruz bırakmıştır.
2- Erdoğan’ın İstanbul seçimi için İmralı hapishanesindeki PKK liderini devreye alma ihtiyacının 31 Mart seçimi ardından aldığı raporlar sonucunda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. AK Parti Genel Merkezindeki değerlendirmelerde, Türkiye’nin beş büyük şehrinin kaybının nedenleri arasında, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de etkisiyle seçim kampanyasının “Beka” üzerine kurulması sonucu Kürt oylarının ya sandığa gitmemesi ya da İmamoğlu’na kaymış olması yer almıştır.
3- Erdoğan yüzde 50 için Bahçeli’ye, Bahçeli de gayrı resmî koalisyon ortağı kalmak için Erdoğan’a muhtaç durumdadır. Seçimin yenilenmesi için Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üzerinde baskı kurulmaya başlanmasıyla birlikte, yani Nisan ortalarında, Kürt oylarını almayı hedefleyen yeni strateji Bahçeli’nin itirazı kırılarak kurulmaya başlamıştır. Yakın zamana dek “İmralı canisinin” idamı için Erdoğan’a meydanlarda urgan gösteren Bahçeli’nin 1999’da Bülent Ecevit (DSP) ve Mesut Yılmaz (ANAP) ile koalisyon ortağı kalıp koalisyondaki ağırlığını artırmak adına idam cezasının kaldırılmasını sağladığı unutulmamalıdır.
4- Nisan ortasının başka açılardan da önemi vardı. ABD ile S-400 krizi ve Suriye’de PKK’ya karşı güvenli bölge görüşmelerinde ağırlık askeri diplomasiye, bir anlamda Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a kaydı. ABD tarafındaki etkili isimlerden birisi de ABD Dışişlerinin Suriye temsilcisi, ama asker kökenli olan James Jeffrey idi. Akar’ın Nisan ortasında ABD yetkilileriyle yaptığı görüşmeyi, Erdoğan’ın hep yakın çevresinde, ama öne çıkmadan yer almış Mücahit Arslan’ın Vaşington temasları izledi. Bu temasların Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın tartışmalara neden olan Vaşington temasları ardından yapılması da önemliydi. Arslan’a Türkiye’ye dönüşünde Erdoğan’ın 23 Haziran İstanbul seçimi ekibinde önemli yer verildi.
5- Türkiye kamuoyunun YSK’nın AK Parti ve MHP itirazlarını değerlendirme toplantılarının neden bir türlü sonuçlanmadığını merak ettiği günlerde, Adalet ve İçişleri Bakanlıkları ile MİT Başkanlığının koordinasyonu içinde temas kurulan avukatları, Öcalan’la -8 yıl aradan sonra- 2 Mayıs’ta İmralı’da görüştürülmüşlerdir. Bu görüşme kamuoyuna, tam da YSK’nın İstanbul’da İmamoğlu’nun kazandığı seçimi iptal edip 23 Haziran’da tekrarına karar verdiği 6 Mayıs günü açıklanmıştır.
6- Bahçeli, CHP ve İYİ Parti muhalefetinin beklentilerinin aksine, görüşmeyi savunmuş, bunu Öcalan’ın savunma hakkı çerçevesinde gördüğünü söylemiştir. İlk günlerde Binali Yıldırım’a destek için karargâhını İstanbul’a taşıyacağını açıklayan Bahçeli, AK Parti’nin kampanyasını Kürt seçmenin oyları hedefine ayarlaması üzerine, ortada fazla görünmesinin Kürt seçmeni AK Parti’ye daha da yabancılaştıracağı saptamasıyla İstanbul’a, kendi deyimiyle “mitili atmaktan” vazgeçmiştir. O aşamada kamuoyu yoklamaları İYİ Parti destekli CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nu Binali Yıldırım’ın önünde göstermeye başlamıştır.
7- İkili strateji çerçevesinde bir yandan Öcalan’ın avukatları ile ilişki kurulurken, diğer yandan avukatların isteneni yapmaması ihtimaline karşı emniyet mekanizmaları kurulduğu anlaşılmaktadır. 20 Haziran’da, Öcalan ile görüştürüldüğünü ve avukatlarının açıklamakta geciktiği 18 Haziran tarihli HDP’yi İmamoğlu’na oy vermekten caydırma mektubunun içeriğini ifşa eden Tunceli Üniversitesinden Ali Kemal Özcan’ın HaberTürk’ten Nagehan Alçı ve T24’ten Candan Yıldız’a açıklamaları bu konuda ipuçları vermektedir.
8- Bu açıklamalara göre, oğlu Giran Özcan’ın HDP’nin Vaşington temsilcisi olduğunu söyleyen Özcan, kendisini “on gün kadar önce” Cumhurbaşkanı Erdoğan’la konuşturan kişinin Bülent Arınç olduğunu, görüşmede MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da yer aldığını söylemiştir. “On gün kadar önce” hemen hemen ABD Savunma Bakan Vekilinin S-400 ve ekonomik yaptırımlar konusunda Savunma Bakanı Akar’a yazdığı 6 Haziran mektubun açıklandığı tarihlere denk gelmektedir. Bir süredir merkezden ayrı düşen Arınç, 27 Mayıs tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Beştepe’de oluşturulan Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine getirilmiştir.
9- Öcalan’ın avukatları ve kendisiyle kurulan temasta ise 2008-2010 ve 2012-2015 yılları arasındaki diyalog sürecinde bulunmuş, çoğu emekliye ayrılmış ama bu konuda yeniden yardımları istenmiş devlet görevlileri olduğu anlaşılmaktadır. İlişkilerin halen görevde olmayan kişilerce kurulmasının, geçmişte Hakan Fidan, Emre Taner, Afet Güneş ve Muhammed Dervişoğlu gibi üst düzey istihbaratçıların karşılaştığı muhataplık sorunlarından kaçınmayı amaçladığı görülmektedir.
10- Bu arada Erdoğan, Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’da “Kürdistan” ve “pekeke” demesini örtülü olarak eleştiren Bahçeli ile 13 Haziran’da Ankara’da bir görüşme yapmıştır. Bu görüşme Erdoğan’ın ABD ile S-400, Kıbrıs gerginliği ve Türk askerinin Irak’ta PKK’ya karşı sürdürdüğü “Pençe” harekâtının da gündeminde olduğu Bakanlar Kurulu toplantısının hemen öncesinde yapılmıştır. Hemen ardından, 15 Haziran’da, yani artık sosyolog Özcan’ın Öcalan ile görüştüğü günlerde, Bahçeli siyah Mercedes limuzinler ve Mehter Marşı eşliğinde İstanbul’a seyahat etmiştir. Ancak burada sadece MHP’ye yakın hemşeri dernekleri ve muhtarlarla görüşmüş, Kürt seçmeni ürkütmemek kaygısıyla ortalarda fazla görünmeden 16 Haziran’da Ankara’ya dönmüştür.
11- O akşam İsmail Küçükkaya’nın moderatörlüğünde yapılan açık oturumdan Erdoğan umutludur; Tacikistan dönüşünde uçakta davetlisi olan gazetecilere o yayından önemli sonuçlar beklediğini açıklamıştır. Ancak Binali Yıldırım’ın Ekrem İmamoğlu karşısındaki performansı Erdoğan’ı memnun etmemiştir; hemen ardından bir telefon görüşmesi yaptıkları haberleri çıkmıştır. Ertesi gün, 17 Haziran’daki Kadim Dostlar toplantısıyla ise Erdoğan, Yıldırım’ı yeniden geri plana almış, kendisi öne çıkarak İmamoğlu’nu şahsen hedef almaya, önünün Ordu Valisine hakaret iddiası üzerine alacağı mahkûmiyet kararıyla kesilebileceğinden söz etmeye başlamıştır. Bu konuşmayla Erdoğan İstanbul’u 25 yıl sonra muhalefete bırakmamak için ne gerekiyorsa onu yapmayı göze aldığını da göstermiştir.
12- 19 Haziran’da hükümet Öcalan’ın avukatlarından acil açıklama umarken, Bekir Ağırdır yönetiminde KONDA Ekrem İmamoğlu’nun farkı 8 puana dek açabileceği tahminini yayınlamıştır. HDP 2018 seçiminde İstanbul’da yüzde 12 küsur oy almıştır. AK Parti karargâhındaki düz mantık ise, HDP seçmeninin Öcalan’dan gelecek çağrıyla sandığa gitmeyeceği, dolayısıyla İmamoğlu’nun Yıldırım’dan az alacağı üzerine kurulmuştur.
13- Öcalan’ın avukatlarının HDP ile istişarede bulunmak gerekçesiyle hemen kamuoyuna duyurmadığı görüşme ve mektubun bir an önce açıklanmasının Erdoğan ve hükümet için acil ihtiyaç olduğu Erdoğan’ın o akşam canlı televizyon yayınında konuşacağı 20 Haziran günü ortaya çıkmıştır. Serhat Albayrak yönetimindeki Sabah Gazetesinin Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, o günün sabahında “Avukatları görüşmüş. Acaba Öcalan da HDP gibi İmamoğlu mu diyor?” mealinde bir yazı yazmıştır. Ali Kemal Özcan da ifşaatını o gün öğleden sonra yapmıtır. Özcan, Alçı’ya açıkladığına göre, avukatlarının sekiz yıl görüştürülmediği Öcalan ile bir hafta içinde iki görüşme yapmış ve bu ülkede savaş istemeyen bir bildiriye imza attığı için üniversite öğretim üyeleri hapse atılırken, işlerinden atılırken, Özcan bu görüşmeleri inanılmaz bir kibir içinde, akademik çalışmalarına değer verilmesiyle açıklamıştır.
14- O akşam TV yayına çıkan Cumhurbaşkanı, İmralı cezaevindeki Öcalan ile Edirne cezaevindeki önceki HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş arasında “liderlik” çekişmesi bulunduğunu söylemiştir. Çekişmenin PKK liderliği mi, yoksa HDP liderliği için mi olduğu dahi uçağa davet sırası bekleyen gazeteciler tarafından sorulmamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eleştirisi “Kürdistan siyaseti” yaparak “Türk seçimlerinde taraf tutmayın” diyen Öcalan’dan çok, “Türkiye siyaseti” yaparak adaylardan İmamoğlu’nu destekleyen Demirtaş’a yönelik olmuştur.
15- Öcalan’ın avukatları, 21 Haziran’da bir başka kişinin daha Öcalan ile görüştürüleceğinden habersiz olmalarını protesto etmişler, Öcalan’ın söylediklerinin sadece seçimi bağlamadığını, kararın HDP’ye ait olacağını söylemişlerdir. O arada Kandil’deki PKK şeflerinden Murat Karayılan ve Avrupa’daki PKK şeflerinden Remzi Kartal da “Karar HDP’nin” demiştir. HDP eş genel başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli ise Öcalan’ın söylediklerine ilkesel olarak katıldıklarını, ama bunun seçimdeki tavırlarını değiştirmeyeceğini beyan etmişlerdir. Nitekim daha önce bu kadar öne çıkmayan HDP, mektup olayından sonra sosyal medyada İmamoğlu’na açık destek vermeye başlamıştır. HDP’nin tavrı “İmamoğlu’dan yana değil, Yıldırıma’a karşı” olmak, daha doğrusu “faşist” gibi ağır sıfatlarla itham ettikleri Erdoğan-Bahçeli ittifakına karşı olmak şeklinde özetlenebilir.
16- Bahçeli’nin mektup olayı üzerine beyanatı ise hem izleyenlerini, hem de onun ne diyeceğini bekleyen muhalifleri tam anlamıyla ters köşeye yatıran cinsten olmuştur. Bahçeli, Öcalan’ın mektubuna “HDP’nin istismarlarına karşı müdahale” tanımıyla adeta örtülü destek vermiştir. İstismar dediği HDP’nin Öcalan’ın talimatlarına uymayarak, bir Türkiye partisi olma yolunda Türk siyasetinin parçası gibi davranarak adaylardan birine yakın durmasıdır; bir anlamda Bahçeli, Demirtaş’a Öcalan’ın sözünü dinlemediği için kızmaktadır.
17- Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un bu gelişmelerden sonra mektup çevresinde medyada fırtına koparılmamasını isteyen bir açıklama yapması, aslında Erdoğan ve Bahçeli’nin Öcalan açılımının beklenen sonucu getireceğine dair ilk kuşku beyanı sayılabilir. İletişim Başkanı, daha bir gün önce medyada çok yazılması, konuşulması arzulanan bir konunun artık uzatılmamasını istemektedir adeta. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir konuşmasında “Kürt de olsa kardeşimdir” dediği video sosyal medyada yayılmaya başlamıştır. Gerçekten zor bir iletişim durumudur.
Bütün bu gelişmelerin ardından İmamoğlu yine de, yeniden kazanırsa, bu artık Erdoğan için saklanamaz, üstü örtülemez bir yenilgi sayılacaktır. Neticede cumhurbaşkanlığı, hükümet ve (MHP yardımıyla) Meclis kendi kontrolünde kalsa da Türkiye’nin beş büyük şehrinin yönetimi muhalefetin ellerinde olacaktır. Bunu engellemek için Belediye Meclis yetkilerinin, Vali yetkilerinin artırılması gibi önlemler, Erdoğan’ın 25 yıl önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinden bu yana süreklilik arz eden siyasi yükselişinin artık durduğunu gösterecektir.
Bunun hem devlet yönetiminde, hem AK Parti yönetiminde sonuçları olacaktır. Bakanlar Kurulu değişikliği, sadece Berat Albayrak ismi dışında, ne iç ve dış siyasette, ne de ekonomi yönetiminde pek bir anlam ifade etmemektedir. Ancak parti yönetiminde ciddi ve hızlı değişiklikler beklenebilir, yenilgiden sorumlu tutulan isimler hızla tasfiye edilebilir. Gerçi İmamoğlu kaybetse de AK Parti içinde tasfiye rüzgârları kaçınılmaz görünüyor ama kazanması halinde bu daha çabuk ve şiddetli olabilir.
İmamoğlu’nun kazanması halinde, Öcalan da kaybedecektir; Öcalan’ın hem PKK, hem HDP üzerindeki etkisi hasar almış olacaktır. Bu durum Erdoğan’ın Öcalan’ı ileride başka operasyonlarda, hatta yeni bir diyalog sürecinde kullanması ihtimalini de zayıflatacaktır.
İmamoğlu kazansa da, kaybetse de CHP lideri Kılıçdaroğlu kaybetmemiş olacaktır; CHP’deki eski tüfeklere rağmen İmamoğlu’nu aday gösteren, tartışmalara rağmen Canan Kaftancıoğlu’nun İstanbul İl Başkanı kalmasını onaylayan odur. İmamoğlu’nun kazanması halinde CHP’deki “küçük olsun benim olsun” diye özetlenebilecek mevzi koruma anlayışının gerileyeceği, yerlerini daha dinamik isimlere bırakmaları beklenebilir.
İmamoğlu kazanırsa, İYİ Parti lideri Akşener de kazanmış olacaktır. CHP ile seçim ittifakı İYİ Parti önünde bir merkez sağ partiye dönüşme kulvarını açtı. Akşener’in, bu kulvardan yürüme, kendi deyimiyle “şehirli, laik, muhafazakâr ve milliyetçi” formülünü güçlendirme imkânı artacaktır.
MHP’ye ne olacağı konusunda pek bir fikir ileri sürmek mümkün değil; Erdoğan’ın İstanbul seçimi uğruna Öcalan açılımına destek veren Bahçeli’ye itaat kültürünün, devlet kademelerinde yer tutmak adına devamı muhtemel görünüyor.
Ancak Erdoğan’ın bu tam saha baskı taktikleri sayesinde İmamoğlu kaybeder, Belediye Başkanlığı koltuğuna Yıldırım oturursa, Erdoğan bunu iç, dış ve ekonomi siyasetinin bir onay daha alması olarak yorumlayacak ve muhtemelen izlediği siyaseti daha da kesin çizgilerle sürdürecektir.
Seçime bir gün kala Türkiye siyasetini oradan oraya savuran, hepimizin beynini yakan, İstanbul’un siyasi ve ekonomik rantı uğruna ülkeye çok zaman, enerji ve para kaybettiren görünüm hemen hemen budur işte.