– Ankara’daki dış temsilcilikler bir süredir Türkiye’deki felaket senaryosunu, “güven krizi”, vatandaşın sisteme güvenini yitirmesi olarak öngörüyordu
ABD Başkanı Donald Trump’ın S-400 krizinde Amerikan sorumluluğunu –Obama üzerine atarak- kabul etmesinin iş dünyasına –geçici de olsa- rahat bir nefes aldırdığı biliniyor. Trump’ın “NATO müttefikimize haksızlık edilmiş” sözleri Erdoğan tarafından “Trump yaptırım yok dedi” diye ilan edildi. Erdoğan’dan böyle bir müjde duymak isteyen İstanbul iş çevreleri de böyle algılamak istedi. Ama ilerleyen saatlerde gelen Beyaz Saray açıklaması, S-400 konusunda Amerika’daki yasal süreçlerin geçerli olduğuna işaret ediyor, yani Kongre’nin devre dışı olmadığını vurguluyordu. Aslında Trump da ortak basın toplantısında yaptırım sorusuna “o iş karmaşık” yanıtını vermişti; Kongre üzerindeki etki ve yetkisinin sınırlı olduğunu, şu sıra Kongre’deki havanın da Erdoğan karşıtı olduğunu biliyordu.
Özetle Türkiye’nin NATO sisteminden uzaklaşıp Rusya’ya yanaşmasını istemeyen ABD, Erdoğan’ın S-400 alımından geri adım atmayacağını ısrarla söylemesine rağmen, krizi zaman ve diplomasiye yaymayı tercih etmişti. Aksi halde o basın toplantısında Trump’ın ters bir sözünün –Rahip Brunson krizinde gördüğümüz üzere- Dolar/TL kurunu raydan çıkarıp zaten küçülmekte olan ekonomiye hasar vermesi endişesi söz konusuydu. Trump, Böylelikle hem Erdoğan’ı bir kur krizinden daha korudu, S-400 krizinde gerilimi düşürdü ama sorunun orta yerde durduğunu söylemiş oldu. O nedenle “şimdilik” diyoruz.
Böylece Erdoğan ekonomi üzerinde uzmanlarınca “dış jeostratejik etken” ve “siyaset hatası” kategorilerinde değerlendirilen asli risk etkenlerinden de, Trump tarafından “şimdilik” korunmuş oldu.
Üstelik bu Erdoğan’ın bir hafta içinde ikinci defa ekonomiye ağır hasar almaktan kurutuluşuydu ve ikincisi gibi ilkinin de dümeninde Hazine ve Maliye Bakanı damadı Berat Albayrak’ın bulunduğu ekonomi yönetimiyle bir alakası yoktu.
Aslına bakarsanız bir hafta önceki gelişme de Trump’ın manevrasından daha az önemli değildi.
Ankara’daki dış temsilcilikler bir süredir merkezlerine yazdıkları raporlarda, Türkiye’ye dair felaket senaryolarının ilk sırasına ne S-400’ü, ne yeni bir kur krizini koyuyorlardı; ilk sırada “güven krizi” vardı.
Bu raporlarda, son zamanlarda siyaset ve yargıya artan güvensizliğin 31 Mart yerel seçimlerinde İstanbul seçiminin YSK tarafından iptal edilmiş olmasıyla zirveye ulaştığı öne sürülüyordu. Siyasi iktidarın banka ve şirketlere faiz ve fiyat baskısı yaptığı iddialarına da yer verilen bu raporlarda, 23 Haziran seçiminin yeniden CHP adayı Ekrem İmamoğlu tarafından kazanmasının engellenmesi, ya da tekrar iptal edilmesinin vatandaşın hükümetten mahkemelere, bankalara varana dek bütün kurumlarıyla sisteme güvenini kaybetmesiyle sonuçlanabileceği öne sürülüyordu. Dışarıdan bakıldığında Türkiye’deki felaket senaryosu İstanbul’daki seçim tekrarının sonucu tarafından tetiklenebilecek bir “iç güven bunalımı” idi.
Ekrem İmamoğlu’nun seçimi 806 bin oy, yüzde 9 gibi açık farkla yeniden kazanması ve galibiyetini ilk ilan eden kişinin de rakibi Binali Yıldırım olması, bu “güven krizi” senaryosunu geriye çekti. Ankara’daki dış temsilciliklerin bu gelişmeden çıkardıkları sonuçlardan birisi, Türkiye’deki seçmenin çoğulcu demokrasiye sahip çıkma arzusu, diğeri de “Ne Türkiye sadece Erdoğan demek, ne de Erdoğan, Türkiye” oldu. Temsilciliklerin felaket senaryosunun doğru çıkması, örneğin İmamoğlu’nun seçiminin iptali için girişimlere başlanması, daha 24 Haziran sabahı, sadece dolar kuruna değil, bütün ekonomiye ağır hasar veren bir gelişme olabilirdi. (Şimdi demokratik yoldan seçilmiş belediye başkanlarının yetkilerinin kısılması girişimlerinin de yakından izlendiğini bu vesileyle söylemek lazım.)
Evet, Erdoğan kendisini siyasette var eden İstanbul ile birlikte Türkiye’nin beş büyük şehrinin belediye başkanlıklarının CHP’ye geçmesinin getirdiği yenilmişlik duygusuyla Japonya’ya Trump’la buluşmaya gitti. Ve belki de Trump’tangelen iyi haberi bu nedenle nihai sonuçmuş gibi algıladı ve öyle duyurdu. Ve belki de ABD Başkanının, NATO üyesi Türkiye’yi S-400/F-35 krizi ve yaptırımlar konusunda şu anda sıkıştırmamasında, seçmenin 31 Mart ve 23 Haziran’da verdiği “Ne Türkiye sadece Erdoğan, ne de Erdoğan Türkiye” mesajının da payı vardır. Tabii Beyaz Saray’da silah ticaretinin ötesinde geçen incelikte stratejik bakışın kaldığını varsayarsak…
Ama her halükarda, Erdoğan’ın önümüzdeki birkaç ay içinde Türkiye’yi ABD ve Rusya arasında sıkışıp kalan S-400/F-35 ve yaptırımlar krizinden çıkarması, ayrıca ekonomide yapısal reformları önceleyen yaşayabilir bir programı uygulamaya koyması gerekecek.