Evet, Ekrem İmamoğlu yeni kuşak politikacı; kavgacı değil kucaklayıcı olması en önemli özelliklerinden birisi. Evet, onun arkasında gençlerin Matrix filmindeki direnişçi kadın karaktere benzetip “Trinity” adını taktıkları Canan Kaftancıoğlu gibi bir örgütçü var. Evet, Ankara’da Mansur Yavaş yıllarca sabırla çalışıp, 2014’te elinden koparılanı geri alacak deneyime sahip. Evet, İzmir’de Tunç Soyer, hem AK Parti’den hem CHP içinden gelen karalamalara aldırmadan “yeni belediyecilik” diyerek oy rekoru kırdı. Antalya’da Muhittin Böcek, Adana’da Zeydan Karalar da öyle; ömürleri siyasetle geçmiş, siyaset kademelerinde sebat etmiş isimler.
Bu isimlerin Türkiye’nin en büyük beş Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanmasında bu niteliklerinin payı var ama ayrıca bu isimlerin aday olarak belirlenmesinin de en az o kadar payı var.
O isimlerin belirlenmesinde sorumluluk CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun idi ama Kılıçdaroğlu seçim sürecinin her aşamasında seçim ortağı İYİ Parti lideri Meral Akşener’le irtibat içinde oldu; Akşener de Kılıçdaroğlu ile. Örneğin İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun İmamoğlu için Kaftancıoğlu ile deyim yerindeyse, omuz omuza çalıştığı biliniyor.
Bu aşamada AK Parti lideri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile seçim ortağı Devlet Bahçeli’nin aday tercihlerini CHP-İYİ tercihleriyle karşılaştırmakla işe başlayalım. Erdoğan, Bahçeli’nin veto etmeyeceği adaylardan oluşan bir A-takımı kurdu. Daha önce İzmir belediye başkanlığı seçiminde yenilse de, Başbakanlık, Meclis Başkanlığı gibi makamlarda bulunmuş Binali Yıldırım’ı İstanbul’a koydu; ama Yıldırım’ın AKP İstanbul İl Başkanı ile anlaşamadığı daha ilk günden konuşulmaya başladı. Ankara’da iki güçlü ilçe başkanı dururken eski Kayseri Belediye Başkanı ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki aday yapıldı; teşkilat da işte o kadar çalıştı. İzmir zaten kayıp vakaydı ama eski Denizli Belediye başkanı ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin AK Parti’yi İzmir’e süper laik ve hoşgörülü gösterme çabası inandırıcı bulunmayınca fark kaçınılmaz oldu.
AK Parti-MHP’nin “A-Takımı” saplantısı karşısında, CHP-İYİ’nin ülke çapında tanınmasa da şehirlerinde tanınan ve benimsenecek adaylar taktiği başarılı oldu.
İkicisi, liderlik nitelikleriydi.
Kılıçdaroğlu da, Akşener de mümkün olduğunca hem 31 Mart, hem de 23 Haziran İstanbul’da geri planda kaldılar; sadece örgütlerinin ihtiyaç olduğunu söylediği yerlerde göründüler. 31 Mart’ta hem Erdoğan, hem Bahçeli adaylarını gölgeleyecek kadar öndeydi. Doğrusu 23 Haziran’da Bahçeli, Erdoğan “beka” siyasetinde vaz geçip gözünü Kürt oylara dikince önce çıkmadı. Erdoğan da başta öyle davrandı, ama seçime bir hafta kala Erdoğan, Yıldırım’ı geri planda bırakıp tek başına risk aldı. Dolayısıyla kaybeden Yıldırım değil, Erdoğan oldu.
Kılıçdaroğlu ve Akşener, liderliğin bazen geride durmayı bilmek olduğunu gösterdi.
Üçüncüsü, mücadele üslubuydu.
CHP yıllardan sonra Erdoğan’ın siyaset gıdasını zıtlaşmadan aldığını, siyasi kavgadan, atışmadan aldığını çözdü. Şimdiye dek CHP adayları hep Erdoğan’a “ağzının payını vermeye” kalkıştı ve ilk başta taraftarlarından alkış alsalar da sonunda hep kaybettiler: Erdoğan’ın İmam-Hatip okulunda hitabet dersi almış ve zaten üstün hitabet yeteneklerine sahip bir siyasetçi olmasını hafife aldılar.
Bu durum 31 Mart seçimlerinde değişti. Ne Kılıçdaroğlu, ne Akşener, Erdoğan ya da Bahçeli ile atışmaya, zıtlaşmaya girdi. Adayları da öyle… AK Parti-MHP’nin terörist suçlamasına dahi aldırmadan kendilerini anlattılar. Kılıçdaroğlu linç girişiminden sor kurtulmasına karşın zıtlaşma dili kullanmadı. Erdoğan-Bahçeli ve AK Parti adayları, seçmene kendilerine oy vermezlerse başlarına türlü felaketlerin geleceği tehdidinde bulunurken, muhalefet cephesi, sürekli gelecek güzel günlerden söz etti, umut aşıladı. Bu kucaklayıcı yaklaşım, Erdoğan-Bahçeli’nin Abdullah Öcalan ve PKK kozunu oynamak istemelerine rağmen, hapisteki Selahattin Demirtaş’ın sözcülüğünde HDP’nin son düzlükte İmamoğlu’na destek vermesini sağladı.
Kılıçdaroğlu-Akşener ikilisi, Erdoğan-Bahçeli ikilisini önemli siyaset gıdaları olan zıtlaşmadan mahrum bıraktı, aynı zamanda bağırıp çağırmadan, hakaret etmeden de siyaset yapılabileceğini de gösterdi.
Türkiye’de yeni siyaset anlayışının ne olması gerektiğine dair ipuçları veren bu üç temel unsur, merkez sol-merkez sağ eksenindeki Kılıçdaroğlu-Akşener ikilisinin, İslamcı-Muhafazakâr-Milliyetçi eksendeki Erdoğan-Bahçeli ikilisini alt etmesinde önemli pay sahibi oldu.