Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin yerel seçimlerde aldığı yenilgi ardından medyadaki muhtemel değişimlere ilişkin ilk işaretler 6 Temmuz’da kamuoyuna malum olan SETA raporuyla alınmıştı. Son yıllarda medya sahipliklerindeki değişiklikler nedeniyle yabancı medya kuruluşlarında iş bulabilen habercileri hükümete listeleyen “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı rapordan sonra ikinci işaret, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3 Ağustos’ta “Pelikan Yalısı Grubu” diye bilinen Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezini ziyaretiydi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un da hazır bulunduğu ziyaretin 1,5 saat sürdüğü, Merkez Başkanı Süheyb Öğüt ile Öğüt’ün eşi ve grubun etkin isimlerinden Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan’ın da Cumhurbaşkanına bilgi verenler arasında bulunduğu, Merkez’in sosyal medya hesabından yayınlanmıştı.
Bu gelişmeler boyunca, Erdoğan ve AK Parti’nin iletişim stratejisine dair en keskin eleştiriler daha çok Akit gibi İslamcı, Yeni Şafak gibi muhafazakâr, Karar gibi artık Erdoğan çizgisinde olmayan ama AK Parti kapsama alanındaki gazetelerde, bir kısmı geçmişte Erdoğan ile çalışmış isimlerden geldi.
O arada Sabah gazetesinin deneyimli ekonomi yazarı Şeref Oğuz ve yıllardır eklerini yöneten deneyimli gazeteci-yazar Burçak Evren ile çalışmaya son vermesi pek dikkat çekmedi. Ancak medya dünyasında yeni bir değişim dalgasının gelmekte olduğu belliydi.
Gözler o kurumlara çevrilmişken ilk ciddi değişim işaretleri, daha 2018 Mart ayında Hürriyet, Posta, Kanal-D, CNN Türk, Fanatik ve Hürriyet Daily News gibi etkin yayınları bünyesinde barındıran Doğan grubunu devralan Demirören Grubundan geldi.
CNN-Türk Genel Müdürü Bora Bayraktar ve DHA Genel Müdürü Salih Zeki Sarıdanişmet’in görevden alındıkları 8 Ağustos’ta açıklandı. Ancak örneğin Bayraktar’ın “izne çıkarıldığı” ve bunun 26 Temmuz’da Anayasa Mahkemesi’nin “barış Akademisyenleri Davası” kararının verilme şekli üzerine yaşanan bir görüş ayrılığı üzerine olduğu 1 Ağustos’tan itibaren sosyal medyada yazılmaya başlamıştı. Bayraktar’ın yerine, CNN-Türk’ün el değiştirmesiyle aHaber’den transfer edilen Genel Yayın Koordinatörü Murat Yancı, Sarıdanişmet’in yerine de yine aHaber, yani başında Serhat Albayrak’ın bulunduğu, Sabah gazetesinin de dâhil olduğu Turkuvaz Grubundan transfer edilen Kubilay Gülbek getirilmişti.
Ertesi gün, önce Hürriyet internet sitesi yönetimine yine Demirören Medya Grubu İcra Kurulu Başkanı Mehmet Soysal tarafından göreve getirilen Bülent Ayanoğlu ve CNN-Türk Haber Koordinatörü İrfan Sapmaz’ın “izne ayrıldığı”, CNN-Türk Haber Müdürü Emel Okaygün’ün ise görevini İdris Arıkan’a bıraktığı haberleri çıktı.
Ancak asıl sarsıcı haber 9 Ağustos akşam saatlerinde duyuldu: Mehmet Soysal da görevden alınmıştı.
Tercüman ve Işık Cemaatinin kontrolündeki Türkiye gazetesinde yetişen Soysal, Demirören Grubunun (yine Doğan grubundan) Milliyet ve Vatan gazetelerini Nisan 2011’de satın almasıyla birlikte Demirören Medya grubu yönetimini üstlenmiş, Mart 2018’de Doğan Medyanın da alınmasıyla bütün gruptaki tek yönetici konumuna getirilmişti.
Dolayısıyla Sosyal’ın bir buçuk yıl gibi kısa bir süre ardından bu görevden ayrılması medyada yeni bir değişim dalgasının üst katlara uzanacağının göstergesi sayılabilirdi. Soysal’a bu ayrılığın niteliğini sorduğumda şu yanıtı aldım:
• “Kendi isteğimle icra kurul başkanlıklarını bıraktım. Hürriyet yazarı ve yönetim kurul üyesi olarak devam ediyorum. Hepsi bu. Son dört aydan beri isteğim böyle idi.”
Peki, Gruptaki diğer değişiklikler kendi tasarrufu muydu? O tasarrufların Soysal’ın bırakma isteği üzerinde bir etkisi olmuş muydu? Bunda grup dışı, hükümet çevresinden gelen telkinler mi rol oynamıştı? Cevabını aynen yayınlıyorum:
• “O arkadaşları getiren bendim. Ama uyum sağlamakta zorlandılar. Görevlerini bırakmaları da benim tasarrufumdu. Bunun dışındaki telkin ve baskılar bana olmadı.”
Soysal’ın yerine kimin geleceği, Medya Grup Başkanlığı diye bir makam ve unvanın devam edip etmeyeceği, Demirören Grubunun yayın kısmının (Kanal-D, CNN-Türk, vb) satışı için yerli ve yabancı gruplarla pazarlıklar yapılıp yapılmadığı gibi sorular henüz yanıtsız. Tabii bu çerçevede CNN International ile isim haklarının kullanımından kaynaklanan hukuki süreçler de rol oynayacaktır. CNN International’in bir süredir CNN-Türk’ün yayın çizgisinden rahatsız olduğu biliniyordu.
Bütün bu konularda Demirören Grubunun kararlarının Kurban Bayramı sonrasında şekilleneceği haberleri alınıyor.
Ancak medyadaki değişim dalgasının Demirören Grubuyla sınırlı kalacağını düşünmek yetersiz kalabilir. Özellikle yerel seçimler, medya sahipliğinin yüzde 70’inin Erdoğan-AK Parti yanlısı gruplara geçmiş olmasına ve bunlardan bir kısmının ciddi olarak hükümete bağlı kuruluşların ciddi reklam ve toplu alım imkânlarıyla desteklenmesine rağmen Erdoğan ve AK Partinin beklediği etkiyi sağlamakta yetersiz kaldığını gösterdi.
Daha açık ifadeyle buralara dökülen paraların boşa gittiği, israf olduğu izlenimi var. Gerçekten de rakamlar bu çerçevedeki gazete satışlarının, televizyon izlenme oranlarının, internet tıklanma sayılarının ve reklam gelirlerinin düştüğünü, zararın giderek büyüdüğünü gösteriyor. Bunun çaresi olarak ise nesnel habercilik dâhil içerik niteliğinin yükseltilmesi yerine, tıpkı siyasi planda MHP ile ittifakın güçlendirilmesi gibi, elde olanın korunup güçlendirilmesi anlayışı öne çıkmış görünüyor.
Bu çerçevede, İslamcı, muhafazakâr ve milliyetçi geçmişleri olsa da, –muhtemelen şöhret sahibi ve tazminat yükü ağır olan köşe yazarı ve programcılar hariç- “eski medyadan” kalan müttefik isimlerin tasfiye edilip yerlerine AK Parti’nin ve Erdoğan’ın baskın kişiliği ortamında yetişmiş, yeni isimlerin geçirilmesi eğilimi hayata geçirilmeye başlamış görünüyor. Yine bu çerçevede, önümüzdeki süreçte Turkuvaz grubunda, SETA’da, Pelikan projesinde yetişmiş isimlerin medyada etkili konumlara geldiğini görmek şaşırtıcı olmayacak.
Bu isimlerin etkili noktalara gelmesi, medyanın etkisinin Erdoğan ve AK parti beklentilerini karşılayacak şekilde artıracak mı?
Pek sanmıyorum.
Mustafa kemal Atatürk’ün “Basın özgürlüğünden kaynaklanan sorunların çözümü, yine basın özgürlüğündedir” sözlerine katılan bir gazeteci ve yazarım. Tek sesliliği hukuki, siyasi, ya da mali yöntemlerle sağlayıp, ifade özgürlüğüne ket vurma çabasının onu uygulayanlara da fayda sağlamadığına dair tarihte pek çok örnek olduğunu biliyorum. Su bir şekilde yolunu buluyor.