Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 16 Ağustos sabahı, önceden duyurulmamış bir karar ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve kuvvet komutanlarıyla Şanlıurfa’ya gitti. MİT Başkanı Hakan Fidan da heyetteydi. Bu haberin duyulmasından kısa süre önce haber siteleri bir Amerikalı generalin Şanlıurfa’dan Ankara’ya geçtiğini duyurmuştu.
Almanya’nın Stuttgart kentinde konuşlu ABD Avrupa Kuvvetlerinin (EUCOM) Komutan Yardımcısı Korgeneral Stephen Twitty, 14 Ağustos’ta Ankara’ya gelmiş, Genelkurmay’da bir dizi görüşme ardından 15 Ağustos’ta Şanlıurfa’ya geçmişti. Orada Suriye’de bir Güvenli Bölge hazırlığı için 12 Ağustos’ta gelmiş olan ilk grup Amerikalı askerlerden sahadaki durumu öğrenmiş, 16 sabahı Genelkurmay’da toplantılar için Ankara’ya dönmüştü. Henüz belli olmayan askeri konuları üzerinde konuşulmaya devam edecekti. Akar, Müşterek Koordinasyon Merkezi’nin haftaya işler durumda olmasını beklediğini söyledi; Türkiye bu tehdidi bertaraf etmeye kararlıydı.
Üzerinde az çok anlaşılan konular arasında, oluşturulacak güvenli bölgede aktif YPG militanı kalmaması, ellerindeki ağır silahların toplanması (ağır silahtan kasıt kullanılması birden fazla kişi gerektiren silah olarak belirlenmiş) ve bu durumun ortak Türk-Amerikan devriyelerince denetlenmesi bulunuyor. Hatta bu anlaşmanın ilk ürünü, Müşterek Görev Gücünün ilk faaliyeti olarak Türk insansız hava araçlarının (İHA), ABD kontrolündeki kuzey-doğu Suriye hava sahasında göreve başladığı Milli Savunma Bakanlığı tarafından duyuruldu. (Ankara’da “oyalama” endişeleri varken geç de olsa mesafe alınmaya başlanmasında Türkiye’nin kendi –silahlı ve silahsız- İHA’larını kullanmaya, Irak’ta devam eden Pençe harekâtında yıllardır geliştirdiği yaklaşık 300 km menzilli Bora roketini kullanmış olmasının da bir payı olup olmadığı ileride daha iyi anlaşılabilir.)
Henüz belli olmayan konular arasında güvenli bölgenin derinliği var. Türkiye, daha önce ABD Başkanı Donald Trump’ın da 20 mil (yaklaşık 32 km) olarak telaffuz ettiği derinliği istiyor. Bunun nedeni, Türk sınırına paralel şekilde, Suriye’nin Halep şehrini, Irak’ın Musul şehrine bağlayan ve aslında PKK’nın Kandil ile (2018’deki Zeytin Dalı harekâtı ile ele geçirilmeden önce) Afrin ile ulaşım devamlılığını sağlayan M-4 karayolunun bu alan içinde kalması. Ankara, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulma potansiyelinde bu ulaşım hattının omurga işlevi göreceği kanısında. ABD ise 2014’ten bu yana kara operasyonlarında kullandığı YPG/PKK’nın talepleri üzerine Güvenli Bölge sınırı o karayolunun kuzeyinde tutmak istiyor. Keza nerelerde ortak devriye gezileceği, devriyelerin ne kadar sürede bir düzenleneceği, devriye süreleri ve oluşturulacak güvenli bölge içinde kalan köy ve kasabalardan Türkiye’ye kaçan Suriyeli mültecilerin kademeli olarak evlerine dönüşüne nasıl izin verileceği de henüz kesinleşmeyen konular arasında.
Ama asıl mesele güvenli bölgenin derinliği, o konuda halen sıkı pazarlık sürüyor.
İşte böyle bir aşamada, Amerikalı Korgeneral Twitty’nin Şanlıurfa’dan Genelkurmay’daki görüşmelere döndüğü gün, Savunma Bakanı Akar, Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesiyle birlikte Suriye’de, aylardır yığınak yapan birlikleri teftişe gitti.
Bu ikili amacı olan bir teftiş ziyaretiydi.
Görünürdeki amacı, gerçekten birliklerin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan emri verdiği zaman harekete geçmeye hazır hale gelip gelmediğini denetlemekti. Erdoğan geçenlerde Türk tarihinin Ağustos ayında zaferlerle dolu olduğunu, buna yenilerini ekleyebileceğini söylemişti. Medyada 26 Ağustos 1071’de Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Bizans ordusuna karşı kazandığı Malazgirt, 24 Ağustos 1517’de Osmanlı Sultanı Yavuz Selim’in Mısır’a karşı kazandığı Mercidabık ve Mustafa Kemal Atatürk’ün işgalci Yunan ordusuna karşı kazandığı, 30 Ağustos Sakarya muharebeleri hatırlatıldı. Erdoğan’ın 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimi ardından Cerablus’tan başlattığı (ve sonrasında Dabık’ın IŞİD’ten alındığı) Fırat Kalkanı harekâtı da Mercidabık’ın yıldönümü 24 Ağustos’ta başlatılmıştı.
Akar’ın ziyaretinin bir amacı da ABD’ye “bir an önce ortak harekât” zorlaması yapmaktı. Erdoğan’ın “ABD olsa da olmasa da” sözünün devamı olarak, birliklerin harbe hazırlığı, bir yandan Amerikalılarla ayrıntılar üzerinde konuşulduğu sırada sergilenmiş oluyordu. ABD’ye verilen bir mesaj da kendi içlerinde böyle bir harekâtın koordinasyonuna ne kadar hazır olduklarını sorgulamaktı.
Türkiye’ye gelen Amerikalı komutan Avrupa kuvvetlerindendi. Bu doğaldı, çünkü Türk-Amerikan askeri işbirliği, her iki ülkenin de üyesi olduğu NATO çerçevesinde Amerika’nın Avrupa kuvvetleri üzerinden yürütülüyordu. Oysa sınırın öte yanında ABD’nin Büyük Orta doğu Bölgesindeki operasyonlarını yürüten Merkezi Komutanlık (CENTCOM) vardı. Türkiye’nin 2003’te Irak’ın işgali için topraklarını açmayı kabul etmemesinden bu yana CENTCOM’un kurumsal hafızası Türkiye’ye alerjik tepki gösteriyordu. ABD tarafından terörist sayılmasına rağmen, PKK’nın Suriye uzantısı YPG ile işbirliği isteyen, onlara silah ve üst düzey askeri eğitim verilmesini sağlayan ve halen kol kanat geren CENTCOM idi. Dahası, Amerikan ordusu içinde EUCOM ve CENTCOM’un yıldızları barışık değil diye biliniyordu.
Bu nedenle son iki gündür başta asker kökenli Nihat Ali Özcan, Metin Gürcan olmak üzere yorumcular, EUCOM ve CENTCOM arasındaki bu durumun Güvenli Bölgenin oluşum ve sağlıklı işleyişini mümkün kılmayabileceği endişelerini dile getiriyorlardı.
Bu konuyu sorduğum gelişmelere yakın kaynaklardan aldığım yanıt şu oldu:
Sınırın Suriye tarafında görev yapacak “operasyonel kuvvetler” CENTCOM’a, ancak Şanlıurfa’daki Koordinasyon merkezi EUCOM’a bağlı olacaktı. Aslında Koordinasyon Merkezinin işlevi bu tür karışıklıklarda çözüm bulmaktı. Ve eğer Koordinasyon Merkezi’nin çözmekte yetersiz kaldığı görüş ayrılıkları ortaya çıkarsa genelkurmay yetkilileri devreye girecekti. İsminin verilmesini istemeyen bir kaynak, “CENTCOM-EUCOM sürtüşmesinin büyük bir sorun olacağını sanmıyorum” dedi; “Konu üzerinde anlayış birliği mevcut.”
Yani kimse bu iki Amerikan komutanlığı bakımından Türkiye’yle ilgili konularda görüş ayrılıkları olmadığını söylemiyor. Bunun üzerine Türk ve Amerikan askeriyesinin geniş planda var olan görüş ayrılığını da eklemek lazım; Türkiye’nin asıl tehdit olarak gördüğü YPG/PKK, ABD için Suriye’deki iş ortağı.
Bu işleyiş bir şekilde gerçekleşir, işlerse, bu iki temel etkene bağlı olacak. Siyasi planda, Erdoğan ile Trump’ın bu konuya ağırlıklarını koymuş olmaları. Stratejik planda ise, ortada S-400/F-35 krizi durmasına rağmen, ABD sisteminin ağırlığını PKK ile Suriye’deki taktik işbirliğine değil, Türkiye ile stratejik ilişkinin devamına koymuş olması. Neticede ABD açısından PKK’nın eski Suriye-Rusya ittifakına dönmesi, NATO üyesi Türkiye’nin Rusya ile daha sıkı işbirliği içine girmesi kadar önemli değil.
Bunu kanıtlayan başka gelişmeler de var. O tarafa pek bakmıyoruz ama Erdoğan ve Trump’ın ticaret hacmini yükseltme hedefleri konusunda –ola ki siyasi ilişkiler yeniden ve yeni bir raya girdiğinde hazır olması bakımından ciddi temaslar yapılıyor. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesindeki Türk-Amerikan İş Konseyi (TAİK) Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ’ın mektup diplomasisinin de etkisiyle ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross’un Eylül başında Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan –ve muhtemelen Cumhurbaşkanı Erdoğan- ile görüşmek üzere Türkiye’de olması bekleniyor.
Özetle, sorun çok, durum kolay değil, Türkiye anlaşma olmazsa Suriye’ye gireceği işaretlerini artırdı, ama ilerleme sağlanan alanlar da mevcut. Önümüzdeki hafta bu süreçler bakımından hassas önemde olacak gibi görünüyor.