Neyse ki İsmail Saymaz “Şehvetiye Tarikatı” kitabın girişinde yazmış: şehvet ile kast edilen sadece cinsel şehvet değil, para şehveti, insanlar üzerinde, kurumlar üzerinde güç kullanma, iktidar kurma şehveti.
Burada tekrarlamayacağım, kitapta en aykırı porno öykülerini, filmlerini solda sıfır bırakacak örnekler var. Dini inançları istismar edilerek bu ülkenin sizin, benim gibi oy kullanan insanların –nadir örnekte zorlama yoluyla, genellikle- gönüllü olarak neler yaptığını okuyup dehşete kapılmamak mümkün değil.
Saymaz, kitabında dengeli yaklaşmış verdiği örneklere. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığının raporlarından “Gelişen pazardan daha fazla pay alma hırsı olmadık dini suiistimallere yol açmaktadır”, ya da “Hurafe saçma görünse de (kişi) ona inandığında, inanılmaz bir tatmin duygusu yaşamaktadır. Hocasına bağlılığı kat be kat artmaktadır” gibi alıntılara yer vermiş. Öte yandan bu durumun Tekke ve Zaviyeler Kanununun gevşetilmesinden kaynaklandığını da örnekleriyle ortaya koymuş. Keza, “seks ve cinsel istismar odaklı alt grupların” İslam’a özgü olmadığını, dünyanın dört bir yanında, her dinin bünyesinde görüldüğüne dair örnekler de vermiş. Ama dünyanın başka yerlerinde de görülüyor olması, zamanında “Türkiye şeyhler müritler ülkesi olamaz” diyen, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyen Atatürk’ün mirasının, en vahimi de 12 Eylül 1980 askeri darbesi eliyle tahrip edilmesinin ülkemizdeki, toplumumuzdaki sonuçlarını hafifletmiyor.
Kendilerine cinsel istismardan maddi çıkar ve manevi tatmin sağlamaya dek çeşitli yollardan bağladığı kitleler üzerinden yerel, ya da ulusal düzeyde siyasi etki pazarlığı yapmak bu tür yapıların özelliklerinden. ABD’deki Evangelist kilisenin önce Bush, şimdi de Trump iktidarı üzerinden ülkenin dış politikasına dahi etki etmesi söz konusu. Saymaz, son dönemde televizyon programlarında her dediğini yüzüne vurarak çürüttüğü, Nakşibendiliğin Karadeniz kolu sayılan İsmailağa Cemaati imamı, bir yandan “Cennete götürecek terlikler” filan pazarlayan “Cübbeli” Ahmet Mahmut Ünlü’nün maddi çıkar karşılığında 23 Haziran 2019’da AK Parti’ye atılmayan oyların “Haram” olduğunu söylediğini hatırlatıyor.
Türkiye’nin sonuçlarını 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimiyle acı şekilde yaşadığı ve yaşamakta olduğu bir Fethullah Gülen gerçeği var. Araştırmacı Tayfun Atay, yeni yayınladığı “Parti, Cemaat, tarikat” kitabında tarikat ve cemaatlerin 1990’larda koalisyon partilerine, 2000’lerde AK Parti’ye verdikleri oy desteğiyle nasıl zenginleşip holdingleştiklerini verilerle ortaya koyuyor. Saymaz da tabanda sistemin nasıl işlediğini, cinsel istismar yöntemlerinin da tarikat ve cemaatlerin zenginleşip nasıl siyaset ve toplum hayatına etki etmeyi amaçladığını anlatıyor.
Bastırılmış cinsellik, kısa yoldan servet ve güç kazanmak isteyen sözde din adamları, tarikat şeyhleri, cemaat liderleri tarafından acımasızca kullanılmış. Üstelik bunlar sadece mahkemelere yansıyan örnekler.
Zaten bu yüzden muhafazakar/dindar kitlede ortaya çıkan rahatsızlık da artık dışa vurulmaya başlandı.
Muhafazakâr çevrenin önemli kalemlerinden Yusuf Ziya Cömert, bakın 6 Eylül’de Karar gazetesindeki “Şeytan Aşıldı” yazısında neler söyledi: “Hani şu ‘badeci’ şeyh veya kurstaki çocuk istismarı… (…) İnanılır gibi değil. Yeryüzünde bu kadar süfli bir insan veya hayvan topluluğu olabilir mi? (…) Ya çocuk istismarı yapıldığı söylenen kurs? Fıkıh kadar taş düşsün başınıza! Kurs, Kur’an-ı Kerim kursu. (…) Bunlar şeytanı emekliye ayırdılar!”
Akit gazetesinde Abdurrahman Dilipak yine 6 Eylül’deki “Her Şeyi Yeniden Düşünmek” yazısında, “İnsanlar bize bakıp Müslümanlıktan soğuyor” diye yazdı; “Cemaat yapıları da öyle, dernekçileri de. Siyasetçisi de. Yanlış!”.
Cömert, “Bu kötülüklere susmakla mı mukabele edeceksin? Hep biz susarken olmadı mı bu adilikler?” diye soruyor ama ona katılmayanlar da var muhafazakâr/dindar cenahta.
Örneğin Yeni Şafak yazarı İbrahim Tenekeci, 7 Eylül’deki “Görülen Lüzum zerine” yazısında “Eleştiri adı altında ortaya koyduğumuz itirazlar” diyor, daha çok AK Parti içindeki tartışmalara atıfta bulunarak; “Muarızlar için kullanışlı bir malzemeye dönüşüyorsa, yani bizi evvela onlar alkışlıyorsa, geri çekilmek belki de en doğrusudur. (…) Önümüzdeki günlerde siyaset dünyası ve dolayısıyla mütedeyyin camia daha da karışacak görünüyor. Dileriz mahrem meseleler gözler önüne serilmez.”
Tenekeci, yanlışlarımızı bilsek de susalım diyor, siyasi mevzuları kast ederek.
Oysa Cömert de, Dilipak da çürümenin cemaatlerden, siyasete her alanı etkisine aldığı bundan çıkışın susmamakta olduğundan söz ediyor.
Cömert’in deyişiyle bu “adiliklerin”, hepsinin ortaya dökülmesinde yarar var.
Mazgallardan yükselen kokular artık sokakları sardı, lağım patlamadan burnumuzu tıkamak dışında bir şeyler yapmanın zamanı. Çare susmak değil, konuşmak.
İsmail Saymaz’ın “Şehvetiye Tarikatı” kitabı bu bakımdan da önemli: gerçeklerle yüzleşmek, konuşmak gerekiyor.