ABD Başkanı Donald Trump’ın 10 Eylül’de Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’u istifaya zorlaması İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu üzerken İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani üzerindeki baskıyı hafifletti. Bu gelişmenin en çok etkileyeceği ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor.
Trump’ın 2018 Nisan ayında Bolton’u bu göreve getirmesi, ABD’nin Orta Doğu’da İsrail yanlısı sertleşmesinin işareti kabul edilmişti. Bolton, 2003’te Irak’ın işgali harekatını başlatan George Bush’un şahinler ekibi içindeydi; BM Daimi Temsilcisi olarak bütün dünyayı yanıltan “Irak’ta kimyasal silah var” operasyonunun diplomatik boyutunu yönetmişti. Gerçekten de Bolton’un gelişinden itibaren ABD’nin Orta Doğu siyaseti daha sertleşti, İsrail yanlısı ve Suudi Arabistan ve Mısır’ı da katarak İran üzerinde baskıyı artırdı.
Başkan Yardımcısı Mike Pence ile birlikte yönetimde Evangelist lobi çizgisindeki isimlerden sayılan Bolton, son aylarda İran’a askeri harekat İçin bastıran bir çizgiye gelmişti.
Nitekim Trump’ın ilan ettiği yeni İran yaptırımları uygulanmaya başlayınca Basra Körfezinde ciddi gerilim tırmanmaya başladı. ABD’den sonra İngiltere de Körfez’e savaş gemileri göndermeye başladı. Oysa Dışişlerinin başına CIA başkanlığından gelen Mike Pompeo, İran’ın Irak, ya da Libya olmadığını biliyordu; böyle bir hareket ABD’nin çıkarlarları açısından pahalıya mal olabilirdi.
AB de sertleşmeye, hele bir askeri müdahaleye karşıydı. İtalya, Fransa ve İspanya gibi Akdeniz’e sahildar rafineri sahibi ülkelerin İran petrolünü işleyememekten kaybı yılda 15 milyar doları buluyordu. Son yaptırım dalgasına dek ham petrolünün yarısını İran’dan alan Türkiye de olumsuz etkileniyor, PKK etkisiyle sürdürülebilirlik sorunları yaşayan Irak Kürt petrolüne bağımlılık geliştiriyordu.
Bu nedenle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 26 Ağustos’taki G7 toplantıları sırasında Trump’a bir plan sunmuştu. İran’la petrol ticaretini kolaylaştıracak şekilde 15 milyar doları bulan bir kredi hattına izin verilmesini, İran’ın yeniden -Barack Obama döneminde imzalanan- nükleer anlaşma hükümleri ve denetimlerini kabul etmesi şartına bağlayan bir plandı bu. ABD’nin cebinden kuruş çıkmayacağı gibi, nükleer anlaşma yerinde kalacak, AB’nin yaptırımlara itirazı geri çekilecekti.
Trump bu plana sıcak baktığını gösteren bir açıklama dahi yaptı sonrasında.
Diğer yandan koltuğu sallantıya giren İsrail Başbakanı Netenyahu 17 Eylül’de tekrarlanacak seçimler için İran’a askeri harekat İçin bastırıyordu. Zaten işgal altında tuttuğu Suriye’nin Golan Tepelerini ilhak ettiği açıklamasının üzerine, seçimi kazanırsa Batı Şeria’daki Ürdün Vadisini de ilhak edeceğini söylemesi Rusya’nın sert tepkisine yol açtı.
Netanyahu’nun bu görülmedik seçim vaadinden bir gün sonra Beyaz Saray’da yapılan bir toplantıda, iplerin koptuğu anlaşılıyor. Bolton’un Fransız Planına şiddetle karşı çıktığı ve İran’a baskının azaltılması bir yana, artırılmasından yana olduğu, istifa sonrası ortaya çıktı. Bu aynı zamanda Trump’ın İran siyasetinin sürdürülebilir olmadığını kabul etmesi anlamına geliyordu.
Tam o esnada Amerikan basınında çıkan ve bir süre önce Beyaz Saray etrafında bulunan ve Trump’ın cep telefonu ve hareketlerini izlemeyi hedefleyen elektronik casusluk cihazlarının Çin değil, İsrail istihbaratına ait olduğunun ortaya çıktığı haberleri Trump’ın kararı da etkili olmuş mudur? Bunu şu anda kestirmek güç. Ancak Trump bir buçuk yıl önce göreve getirdiği iflah olmaz şahinle devam etmeme kararı aldı. Bunda en önemli etkenin Trump’ın siyasete ticaret gibi bakması ve Macron’un da planın bu yönünü öne çıkarması olduğu söylenebilir.
Bolton’un gidişinin ABD’nin Orta Doğu siyasetinde İsrail güvenliğinin önceliğini ortadan kaldıracağı söylenemez, ancak Netanyahu’nun her istediğinin ABD tarafından bu şekilde adeta otomatiğe bağlanma döneminin son bulduğu söylenebilir. Bu gelişmenin 17 Eylül seçim tekrarında Netanyahu’ya daha da oy kaybettirmesi durumu da Başbakanlığı koruyup koruyamayacağı sorunu da ortaya çıkabilir.
İsrail basınında bu seçimin “Son Siyonist seçim” olacağı yolunda yorumlar yapılıyor; abartı olabilir ama Netanyahu’nun Amerikan neo-Con şahinlerinin sınırsız desteğine güvenip saldırgan ve yayılmacı siyasetinin sürdürülebilir olmadığınında gösteriyor.
Böyle bir durum, Türkiye ve İsrail’in yeniden yakınlaşmaya başlamasından, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki gerginliğin azalmasına, hatta ABD ile Suriye’nin Doğusunda PKK/PYD faaliyetinin geriletilmesi görüşmelerine dek etkileri olabilir. Netanyahu’nun “Bağımsız Kürt devletinden yana” söylemini unutmamak lazım.
Türkiye açısından İran yaptırımlarının hafifletilmesi yararlı olacaktır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hükümetinin bu avantajı sürekli zam gören enerji fiyatlarına yansıtıp yansıtmayacağı ayrı bir konu, ama asıl yarar, ABD’nin İran politikasında daha ılımlı bir hatta geçmesi durumunda, uzun vadede görülecektir. Neticede ABD, Trump’ın 100 milyar dolar hedefiyle Türkiye ile ticareti artırmak istiyor, İran Türkiye’nin komşusu ve İran’ın AB ike ticaretinin önemli bir kısmı da Türkiye üzerinden yapılıyor.
Bu gelişmeye 16 Eylül’de Ankara’da Erdoğan’ın ev sahipliğinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani arasında yapılacak Suriye görüşmelerinde de değinilmesi muhtemel. Trump’ın İran hamlesi ardından Ruhani’nin katılacağı önemli bir uluslararası toplantı olacak Astana sürecinin Ankara’daki Suriye zirvesi.
Yine de bu denklemde en önemli etken, Kongre’de ifade süreci için adım atılan Trump’ın kurulacak baskının İran’la ılımlılaşma hamlesini geri almasıyla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı.