Yok. Türkiye’de Coronavirus (COVID-19) yok. Bu, Sağlık Bakanlığı’nın muazzam bir başarısı. Peşinen tebrik ederek başlayalım. 11 milyonluk nüfusuyla ve İran’a sınırı olmadığı halde 66 Coronavirus vakası görülen Yunanistan da dahil olmak üzere çevremizdeki her yerde bolca vaka görülürken, bu yazı yazıldığı sırada toplam vaka sayısı neredeyse 110,000’e ulaşmışken, Türkiye’de tek bir Coronavirus pozitif vaka olmaması, çok önemli bir başarı.
Örnek başarı
Bu başarının sırrını bir an evvel teşhis edip diğer ülkelere de örnek olmamızda fayda var. Biz neyi doğru yapıyoruz? Onlar neyi beceremiyorlar? Ellerimizi daha iyi yıkıyor olabiliriz. Olabilir miyiz? Olabiliriz. Sonra bizim el yıkadıktan sonra üç defa eli aşağı doğru silkeleme hareketimiz vardır. Bu da etkili olabilir.
Teğet mi geçti?
Kaldı ki, çok sistemli ve dikkatli planlamayla, virüsün ülkemizi teğet geçmesini sağladığımız da görülüyor. Duyuyorsunuzdur, bizden çıkan uçuşlarda başka ülkelerin kendi sınırlarında Coronavirus pozitif insan teşhis etmesi söz konusu olabiliyor. Bunlar hep başka ülkelerden gelip de ülkemiz üzerinden transit giden insanlar. Geldikleri gibi gitsinler diye, gelenin Coronavirus pozitif olduğunu anladığımız halde (çünkü Coronavirus bizden kaçmaz, kaçsaydı “0 Coronavirus beyanı noktasında” sorun yaşardık), bir an kabul edip kimseyi duruma uyandırmayıp, hemen başka uçağa binmesine nezaret ediveriyoruz diye anlıyorum. Havaalanında geçirdiği vakit ve o uçakta diğer Türk yolcularla geçirdiği vakit biraz sorunlu olabilir ama sonuçta bu yolcuların hepsi Türkiye’den uzağa doğru giden insanlar. Teğet geçmesini de engellememiz zor.
Virüs iradesi
Belki de hiçbir zaman dışarıdan içeri girememiştir zaten virüs. Olabilir. O konudaki muhtemel başarımızın gerekçelerine de bakmak gerek. Sınırları çok iyi kontrol ediyoruz diyemeyiz, herhalde. Zira, çok hareketli ve mütemadiyen sınırlarda geliş gidişlerin olduğu bir coğrafyadayız. Özellikle de Suriye ve İran tarafında. Her durumda, sınırda başka hiçbir memlekete nasip olmayan bir özel maharet gösterdiğimiz varsayımında da, Coronavirus şüphesi ve hatta teyidiyle içeriye alınmayan onlarca vaka bizlere beyan ediliyor olurdu. Öyle ya. Bir badireyi kamu gücünün çabası sayesinde atlatmışız. Duyurulurdu. Bu tür bir direkten dönülen penetrasyon çabası yağmuru altında da değiliz. Öyleyse, Coronavirus içeride de yok, dışarıdan da girmeye çalışmıyor. Bir ihtimalle, yeterince meseleyle boğuşmakta olduğumuzu anlıyor olabilir bu virüs. Bir de ben yük olmayayım diyor olabilir.
İnsan iradesi
Virüs iradesi anlamlı değilse, insan iradesi koruyor olabilir bizleri. Durdurmak zorunda kaldığımız, geri çevirdiğimiz Coronavirus pozitif insanlar duymadığımıza göre, virüs iradesi ihtimali de dışlanırsa, ülkemiz Coronavirus pozitif kişilerce talep görmüyor olabilir. Bu da gayet makul. Ateşi olan ve grip benzeri belirtiler gösteren insan, kendi evinde kalıp, yatıp uyumak ister. O halde o kişinin kalkıp Türkiye’ye gelmek istememesini açıklıyor bu durum. Diğer ülkelerin dışarıdan aldıkları Coronavirus vakaları, onları ziyaret eden kişilerin zengin ukalalığına bağlı olmalı. Bize hastalık tanımayacak derecede varsıl insanlar gelmiyorsa, demek hastalık da ülkemize gelecek yolu bulamıyordur. Kayak tatili mevsiminde Kuzey İtalya’ya giden turistle bize gelen bir mi? Değil. Makul.
Marifet meyvesi
Bütün bunlar çok iyi. Ancak, bu muazzam başarımızın özel bir olumlu etkisini turizm mevsimi geldiğinde görebilecek miyiz? Yurt dışında hiç kimse Türkiye’de tek bir Coronavirus vakası dahi olmadığına inanmıyor. Bu konu patladığından bu yana Paris’te, Londra’da, Stockholm’de, New York’ta, Prag’da, Münih’te ve Madrid’de onlarca insanla konuştum. Sadece Türkiye’yi “0” (yazıyla sıfır) gösteren ve çevresindeki her yerde onlarca ve hatta yüzlerce vakayı içeren haritayı önlerine koyduğumda, aradığım heyecanı bulamadım.
Keşke şeffaflığın daha öncelikli bir değer olduğu bir yönetim tarzıyla bugünlere gelmiş olsaymışız. En ufak meseleyi yazabilen, kabına sığmaz bir basınımız olsaymış. Hesap verilebilirliğiyle meşhur bir yönetim tarzıyla biliniyor olsaymışız. İfade özgürlüğünün zirvede olduğu bir yapı içerisinde, toplumun her kesimi, her insan, her meselesini duyurabiliyor olsaymış. O sayede, sağlık alanında bütün dünyaya örnek olacak özel bir başarı gösterdiğimiz bu günlerde, ekonomimiz bu başarının müspet sonuçlarından istifade edebilirdi. O durumda, yurt dışında hiç kimse kendine göre birtakım varsayımlarda bulunamazdı. “Ne diyorlarsa odur”, derlerdi. Elde etmiş olacağımız kredibilite, işimize yarardı. Biz de zaten onlara istatistik bilimi yönünden de mucizevi görünen bu olağanüstü başarımızın sırlarını aynı şeffaflıkla açıklayabilmiş olurduk. Böylece dünya milletleri de bu hastalıkla mücadelede bizlerden bilgi alarak bizim risk faktörümüzü de düşürmüş olurdu. İyi olurdu.