Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 30 Mart kabine toplantısı ardından yapacağı konuşma merakla bekleniyordu. Çünkü sadece Türkiye’deki sorumlu bilim insanları değil, ama dünyanın dört köşesinden de ülkemizde koronavirüs hastalığının yayılma hızının, hatta İtalya’nın dahi üzerine çıktığı tahminleri yapılıyordu. Sabah saatlerinde Fox TV’de İsmail Küçükkaya’ya konuk olan İstanbul Büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu adeta yalvarırcasına sokağa çıkma yasağı istiyordu. Daha önceki kötü örneklerden, virüsün yayılmasını sağlayan en riskli etkenin sosyal temas olduğu belliydi. Çünkü kayıplar artıyordu. 29 Mart’ta 131 olan Covid-19 nedenli vefat sayısı 30 Mart’ta 37 artarak 168’e, teşhis edilen hasta sayısı 9 bin 982’den 11 bin 535’e yükselmişti. Bu, dünya standartlarında tehlikeli bir yükselişti. Cumhurbaşkanının artık Bilim Kurulunun da isteği doğrultusunda, en azından büyük şehirlerde sokağa çıkma yasağı ilan edeceği beklentisi vardı.
Öyle olmadı.
Onun yerine bir bağış kampanyası çıktı. Erdoğan, salgının yaygınlaşmasından çok ekonominin kendi istediği yönde gidişiyle mi ilgiliydi?
Nereden mi çıkarıyorum bunu? Şu cümleden: “Türkiye, her hal ve şart altında üretime devam etmek, çarklarının dönmesini sağlamak zorunda olan bir ülkedir.”
Bütün konuşmanın özeti aslında bu cümle. Bu cümledeki kilit ifade ise “her hal ve şart altında” ifadesi.
Ülkemizin Cumhurbaşkanı diyor ki, hastalık nasıl yayılırsa yayılsın, benim için önemli olan çarkın dönmesidir.
Benzerini İngiliz Başbakanı Boris Johnson da söylüyordu. Hatta orada “Bırakalım ölen ölsün, kalanlar bağışıklık kazansın” diyenler dahi vardı. Ama baktılar virüs Çinli, İtalyan, Türk, Rus ayırmadan öldürüyor, en sert önlemleri çok geç de olsa uygulamaya başladılar. Bir hafta önce “En büyük Amerika, virüs de neymiş, fabrikalarınıza dönün” diyen Trump, şimdi ölüm sayısını 100 bin ila 200 bin arasında tutarsak başarılı sayılırız diyor.
Erdoğan ise konuşmasında dünyayı kıran virüse karşı duruşunu ise hiçbir hastalığın Türk milletini durduramayacağı güvencesiyle açıkladı. Bilimsel geçerliliği olmayan bu sözler karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor. Konuşma aslında baştan aşağı hamaset üzerine kurulu ama bu hamasetin artık ne kadar inandırıcı, ne kadar güven verici olduğu da su götürür.
Erdoğan’ın virüsün yayılmasına karşı daha önce söylediklerinden farklı olarak söylediği yeni cümle ise “Üretimini sürdüren şirketlerin çalışanlarının sağlığını koruması için gereken tedbirleri en sıkı şekilde almalarını sağlayacağız” cümlesidir. Bu cümlesinin dahi Erdoğan’ı bu karara zorlayan inşaat-ticaret lobisinde belli bir rahatsızlığa yol açtığını tahmin etmek zor değil. Bu havuz takımı için tedbir kelimesinin tek karşılığı var, o da insan hayatı değil, yeni masraf kapısı.
Bizler bu memleket hepimizin, hepimiz bir can taşıyoruz demeye devam edelim, altın kafeslerde virüse karşı her türlü koruma imkanına sahip yönetici sınıfının derdinin hâlâ siyaset-ticaret denklemini korumak olduğu ortaya çıkıyor.
Ama konuşmanın şahikası kim bilir hangi şair ruhlu danışmanın parlak fikriyle ortaya çıkmış olan “Biz bize yeteriz Türkiyem” sloganıyla başlatılan bağış kampanyasıydı.
O bağış kampanyası virüsün yayılmasını elbette engellemeyecekti, ama salgın nedeniyle işini kaybetme durumunda kalan milyonlara destek olacaktı, Erdoğan’ın söylediğine göre. Peki İşsizlik Fonunda biriken milyarlara ne oldu? Peki ya İhtiyat Akçesi için ayrılıp buharlaşan paralar? Ya kullanacağımız şüpheli Rus S-400 füzelerine dökülen milyarlar? Emevi Camisinde Cuma namazı hülyasıyla daldığımız Suriye iç savaşına dökülen, mültecilere dökülen milyarlar? Şimdi salgın nedeniyle Türkiye’deki camilerde kılınamıyor Cuma namazı. Bunlar konuşulamıyor diye unutuluyor mu?
Millet can derdindeyken bu Napolyon’u çatlatacak “para, para, para” takıntısı nedir? Acaba Hazine’de para kalmadığından mı? Peki toplanacak bu bağışların sağ kalan işçilere, küçük işletmelere değil de uçulmayan havalimanlarının, geçilmeyen köprülerin kullanılmayan otoyolların müteahhitlerine dolar cinsinden Hazine borcu olarak ödenmeyeceğinin bir garantisi var mı?
Cumhurbaşkanı bir de Ramazan Bayramından önce bu bağışların “fitre niyetine” yatırılmasını istiyor. Bakanlarda olmayan makam aracı içinde sırmalı kaftanla dolaşan bir devlet memuru olan Diyanet Başkanı ona da bir kılıf bulur nasıl olsa. Acaba bir önceki pakette emeklilere vaat edilen Bayram ikramiyesi de bu bağışlardan mı çıkacak?
Ama Cumhurbaşkanımızın, bakanlar 6 maaş verdiği halde kendisi 7 maaşını kampanyaya bağışladığını duyururken kendisiyle gurur duyduğu belliydi. Onu iktidarını borçlu olduğu ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli 5 maaş bağışlayarak izledi. Anlayamadık bu maaş baremini? Neden sekiz maaş değil mesela Sayın Cumhurbaşkanı? Neden bir yıllık maaşınız değil? Memur maaşıyla aile geçindirmenin zorluğu yüzünden mi?
Bu mudur? Gerçekten bu mudur? Yazık, hepimize yazık, çok yazık.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…