Kısıtlamalar ve şehirdeki doğal yaşam
İçinden geçtiğimiz şu günlerde koronavirüsün yanı sıra hayatımızda iki kelime daha yer etmeye başladı, kısıtlamalar ve karantina. Bu kelimelerin yaşadığımız şehirler için anlamı ise sakin bir sessizlik oldu. Yani, insanlar evlerine çekildikçe, şehirlerimizdeki insan kalabalığının ve olağan trafiğin neden olduğu gürültü neredeyse yok denecek kadar azaldı. Durum böyle olunca da şehirlerimiz içinde oluşturduğumuz beton ormanlarımızı paylaştığımız doğal yaşam kendini belirgin bir şekilde hissettirmeye başladı. Artık her sabah uyandığımda evimin penceresinden duyduğum kuş sesleri sayesinde evin içi şenleniyor. Mesela şu günlerde yoğun olarak saka ötüşlerini duyar olduk.
Bu kuşların sesleri Ankara’da hiç olmadığı kadar net ve berrak şekilde duyuluyor. İstanbul’da ve Ankara’da parkları florya ötüşleri karakterize ediyor.
Çevremizdeki saksağanlar meğer ne kadar bolmuş. Onları duymamak imkânsız.
Bu durum sadece kuşlarla da sınırlı değil. Türkiye’nin kırsal kesiminde boşalan ilçe ve köy merkezlerinde dağ keçileri görülmeye başladı.
İstanbul’da, Galata Köprüsü’nün hemen yanında yunuslar görüldü. Şu sıralar yerleşim yerlerinin hemen hepsinde azalan insan nüfusunun bir etkisi olarak farklı bir festivale şahit oluyoruz esasında.
Dünyada şehir ve kasabalarda durum ne?
Muhtemelen sosyal medyada hayvanların kent merkezlerinde daha görünür olmalarıyla ilgili haberlere rastlamışsınızdır. Şehirlerimizde ya da şehirlerimizin biraz dışındaki uzak mahallerinin çevrelerinde gözardı edemeyeceğimiz bir doğal yaşam var. İnsan yoğunluğu nedeniyle kendini gösteremeyen bir doğal yaşam. Mart ayı sonlarında, Amerika’nın Ilinois eyaletinde kısıtlamalar yeni yeni hayata geçmişti. Roscoe kasabasında sabah işe giden insanlar yolda koşturan köpek benzeri hayvanlar gördüler. Gördükleri pek köpek gibi de değildi, yaklaşıp fotoğraf çekenler sosyal medya paylaşımlarından sonra bunların çakal olduğunu anladılar.
Bu haber sonrası çakalların San Fransisco sahillerinde de görüldüğü haberi Amerika’da dikkat çeken sosyal medya paylaşımlarından bir diğeri oldu. Benzer şekilde Colorado’da evlerin arka bahçelerine gelen ayılar, İngiltere’nin Galler bölgesinde dağ keçilerinin şehre inmesi, Barselona’da gündüz gözüyle sokaklarda dolaşan yaban domuzları ve başka örnekler dünyanın farklı yerlerinden gelen ve dikkat çeken sosyal medya paylaşımlarıydı.
İnsansız bir dünya ne vaat ediyor?
Sanırım 2020 yılı dünyanın derin nefes aldığı bir yıl olacak. Görünen o ki dünyanın buna ihtiyacı da varmış. 1960’lı yıllardan bu yana insan nüfus artış hızı gözardı edemeyeceğimiz kadar yüksek. Yaklaşık 40 yıl içinde üç milyarlardan sekiz milyarlara ulaştık. Dünya çoktan taşıma kapasitesinin üst sınırlarını aştı. Peki, ne mi oldu? Ormansızlaştık. Atmosferdeki sera gazları hiç olmadığı kadar arttı. Besin elde etmek ve yerleşim yeri oluşturmak için doğaya verdiğimiz zararın haddi hesabı yok. Şöyle bir düşünün, geçtiğimiz birkaç yılda yaşadığımız şehirlere ne kadar kar yağdı? Şehirler üzerinde oluşan sıcak hava dalgaları şehirlerimizin iklimini etkiliyor artık. Bunun üzerine bir de gürültü kirliliği ekleniyor ki, o da işin cabası oldu. Şehirlerimizdeki doğal yaşam şehrin dışında bulabildiği yerlere sıkışmaya başladı. İnsanoğlu yaşadığımız gezegende öngöremediğimiz bir şekilde baskın hale geldi. Bugün bir şekilde dünyadan kaybolsak, herhalde bu gezegen bizim dışımızdaki sakinleriyle daha huzurlu olurdu. Biyolojik çeşitlilik yok olmaktan kurtulur, insanoğlunun biyolojik çeşitliliğe vurduğu darbelerin aksine, insanın tekrar evrimleşmesini ve sağlıklı bir şekilde yaşamasını sağlayacak olanakları cüretkâr bir şekilde onlar bize sunardı herhalde.
Koronavirüsün neden olduğu şehir durgunluğu, Alan Weisman’ın 2007 yılında yayınladığı “The World Without Us” kitabında ortaya koyduğu düşünce deneyinin belli ölçüde hayata geçmiş hali sanki. Weisman bu kitabında, yaşadığımız gezegenin hızla artan insan nüfusunu kaldıramayacağından bahsederken, belki 500 yıl sonra bitmez tükenmez görünen dünya kaynaklarından geriye sadece alüminyum bulaşık makinesi parçaları, paslanmaz çelik pişirme kapları ve plastik kulplar kalacağının altını çiziyor. Korkunç bir senaryo, ama ne yazık ki gerçek olması çok muhtemel.
Deneyimlerimizden ders çıkarmak için şüphesiz geç kaldık, fakat gelin bugünlerde doğanın sesine evimizden kulak verip bu zarardan nasıl döneriz diye biraz daha hassasiyetle düşünmeye çalışalım. Unutmayalım, zararın neresinden dönsek kârdır…