Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan belediyelere neden bu kadar taktı, biliyor musunuz? Pek çok neden sayabileceğinizi tahmin edebiliyorum; belediye gelirlerinden, o gelirleri yardım paketlerinden cemaat vakıflarına dek AK Parti oy tabanına aktarmaya kadar. Başka bir boyutunu, daha ekonomi-politik, daha sınıfsal bir boyutunu dikkatinize getirmek istiyorum bugün. Özellikle de koronavirüs Covid-19 salgının, bütün o “Bir şey yok, her şey yolunda” söylemlerine karşın toplumu adeta evlerinde esir aldığı, özellikle güçsüz kesimleri daha bir yardıma muhtaç hale getirdiği şu günlerde.
31 Mart 2019 yerel seçimleri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan açısından tam anlamıyla bir yenilgi oldu. Neredeyse bütün büyükşehirlerin özellikle de İstanbul ve Ankara’nın AK Parti’nin elinden çıkıp CHP’nin yönetimine geçmesi Erdoğan açısından belki de 2023 tasavvurlarını değiştirecek şiddette bir gelişmeydi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti lideri Merak Akşener ile kurduğu ittifak, Erdoğan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli’yle -artık kader ortaklığı boyutuna ulaşan- ittifakına galip gelmişti. Erdoğan’ın payına “Ama belediye meclisleri bizde” avuntusu kaldı; milyonlarca vatandaşın oyuyla işbaşına gelen belediye başkanlarını, belediye meclisleriyle terbiye edecek, hizaya getirecekti.
Bu taktik, önce Ankara’da Mansur Yavaş tarafından, belediyelere dair her türlü faaliyetin, meclis toplantılarından ihalelere dek internet üzerinden canlı yayınıyla bozulmaya başladı. Onu İstanbul’da 23 Haziran seçim tekrarını farklı kazanan Ekrem İmamoğlu ve diğer CHP’li belediyeler izledi. Böylece milyonlarca seçmenin, kimlerin sırf siyasi inat uğruna kendi aleyhlerine oy kullandığını görme imkânı ortaya çıktı.
CHP ilk defa kent yoksullarına ulaşabiliyor
İşte o aşamada AK Parti daha önce yaşamadığı bir dizi sorunla karşılaştı. Birincisi görünür ve tahmin edilebilir boyuttaydı. İzmir zaten CHP’deydi; Tunç Soyer, Aziz Kocaoğlu’ndan kalan projeleri sürdürüyor, oradaki -özellikle tarım kooperatifleri- deneyimlerini diğerlerine aktarıyordu. Ama İstanbul’da İmamoğlu, Ankara’da Yavaş, Adana’da Zeydan Karalar, Antalya’da Muhittin Böcek başlarında baretle alt yapı ve ulaştırma yatırımlarında poz veriyorlardı. Erdoğan’ın oluşturmak istediği, 2002 AK Parti iktidarı öncesinde Türkiye’de hiçbir şey yapılmamış, her şeyi kendi iktidarında yapılmış imajı zedeleniyordu.
İkincisi ve asıl derinlemesine etkisi olan ise, pek göz önünde olmayan boyutuydu. CHP, belediyeler aracılığıyla ilk defa uzun süredir erişmek isteyip erişemediği kent yoksullarına erişim sağlamıştı. Oysa şimdiye dek Erdoğan’ın (ve hakkını yemeyelim, Ankara’da da Melih Gökçek’in) kurduğu bir düzen vardı. Kentin ekonomik olarak güçsüz ve daha önce (ne yazık ki CHP’li belediyeler döneminde de) ihmal edilmiş mahallelerine alt yapı faaliyeti götürülüyor, yollar ve parklarla gönül alınıyordu. Ancak buralarda yaşayan vatandaşları yoksulluktan kurtarıcı yatırımlar yerine onları yardıma bağımlı halde tutan bir sistem kurulmuştu. Yoksul kitleler baştakilere şükrediyor ve neredeyse her sene önlerine konan seçim, ya da halk oylaması sandıklarıyla bu şükürlerini AK Parti’ye oy vererek gösteriyordu. Erdoğan yirmi yıla yakın, kent yoksullarına belediye yardım paketleri üzerinden de iktidar hasat etti.
CHP’de bir süredir bunun farkında olanlar vardı. 2011 seçimleri sürecinde Sencer Ayata’nın çalışmaları, doğrudan kent yoksullarına ve artık yoksulluk sınırlarında sayılan beyaz yakalıların geçim sıkıntısının hafifletilip siyasetle daha özgür bir ilişki kurmasına yönelen sosyal demokrat çizgideydi. Ama biraz da onlarca yıldır bürokratikleşmiş örgüt yapısıyla CHP seçim yenilgilerinden fırsat bulup kent yoksullarına erişemiyordu. 2019 yerel seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın Bahçeli’yle ittifakına tepki olarak Akşener ile ittifaka gitmesi bu fırsatı sağlayan sonucu getirdi.
Bardağı taşıran damla ne oldu?
CHP’li belediyeler koronavirüs salgını öncesinde de sosyal politika uygulamalarıyla kent merkezlerine hapsolmuş görüntüden kurtulmaya başlamışlardı. Bunda Kılıçdaroğlu’nun -parti içi muhalefete rağmen- oluşturduğu kurulda 11 büyükşehir belediye başkanının birbiriyle deneyim paylaşmasının da rolü vardı.
Nitekim, dört bir yanımız korona Covid-19 salgınıyla çevrili olduğu halde hükümet hâlâ Polyannacılık oynar ve “Bizde yok hamdolsun” derken CHP’li belediyeler önlem almaya kilit ulaştırma noktalarında ilaçlama yaparak başlamıştı. Sonra, hastalık resmen kabul edildiğinde mahallelerde vatandaşa ilk destek vermeye, mesela maske dağıtmaya, ekmek dağıtımı yapmaya başlayan CHP’li belediyeler oldu. Özellikle 65 yaş üstüne sokağa çıkma kısıtlandıktan sonra dışarı çıkamayan, işini kaybeden hemşerileri için bağış kampanyaları açanlar da Ankara ve İstanbul belediyeleri oldu.
Belediyelerin bu kadar görünür olması ve halka bu derinlikte ulaşmaya başlaması bardağı taşıran damla oldu. Ertesi gün, Akşener’in Fox TV’de belediyelerin bağış kampanyasına katıldığını açıkladığı gün, Erdoğan “Biz Bize Yeteriz Türkiyem” adı altında bağış kampanyası açtı. Neredeyse bütün devletler vatandaşlarına doğrudan yardım sağlarken, Türkiye Cumhurbaşkanı vatandaşlarından yardım istiyordu. Ama bu arada kimsenin geçmediği köprülerin, kullanmadığı otoyolların, inip kalkmadığı havalimanlarının bedelinin Hazineden (artık 7 lira sınırına ulaşan) dolar üzerinden inşaatçılara ödenmesi konusunda en küçük taviz verilmiyordu. Dahası, Erdoğan bu yardım kampanyasını açtığı gün, Ankara ve İstanbul belediyelerinin açtığı banka hesaplarını dondurdu. Şehir halkıyla dayanışma için bağış yapan vatandaşların paraları hâlâ orada duruyor, yardımlaşma için kullanılamıyor.
Milli birlik derken belediyelere ayrımcılık
Erdoğan son olarak CHP’li belediyelerin koruyucu maske dağıtımını ve sokağa çıkamayanlara ekmek dağıtımını da yasakladı, 20 Nisan konuşmasında bunu teröristlikle bir tuttu. AK Partili Kayseri Belediyesi ekmek dağıttığında bunun adı yardımlaşma oluyor, ama Ankara belediyesi dağıttığında teröristlikle eşdeğer sayılıyordu. Çünkü uzun yıllardan sonra ilke defa CHP, yıllarca yoksul kalıp yardımlara bağımlı hale getirilerek oy hasat edilen halk kesimlerine yüz yüze ulaşmaya başlamıştı. İlk defa o yardımlar halka AK Parti logosu basılmış paketlerle ulaşmıyordu. Ülkenin cumhurbaşkanı, o belediye başkanlarının bu ülkenin milyonlarca vatandaşının oyuyla seçildiğini unutuyor, sırf zor günlerde yardım götürmeye çalıştığı için teröristlikle suçluyordu. Bu suçlamanın o belediye başkanlarına, kendi adaylarından fazla güvenerek oy veren milyonları ne kadar rencide ettiğini de görmek istemiyor her halde. Üstelik bu ayrımcılık “milli birlik ve beraberlik” söylemi altında yapılmış oluyor.
Erdoğan’ın belediyelere bu kadar takmış olmasının altında yatan asıl nedenin, muhalefetin ilk defa derinlemesine kent yoksullarına, ekonomik olarak güçsüz durumdaki insanlara erişebilir hale gelmesi olduğu anlaşılıyor. Erdoğan’ın belediyelere ateş püskürmesinin buna bağlı bir nedeni de yapılan son anketler. Örneğin MetroPoll’ün Mart sonu anketinde, popüler politikacılar sıralamasında Erdoğan -bütün ülke liderleri gibi zamanlarda- popülaritesini artırmış görünüyor. (Anket sonucunda bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.) Ama hemen arkasında İmamoğlu ve Yavaş görünüyordu. Dahası, Erdoğan’ın popülaritesi artıyordu ama AK Parti yerinde sayıyordu. İnsanın aklına CHP’li belediyelere bu kadar cephe almasının ardında bu siyasi hesapların da yatıp yatmadığı sorusu geliyor ister istemez.
Bu yapılanlar doğru değil. Toplumdaki kutuplaşmayı hem de şu salgın zamanında, insanlar can derdindeyken daha da artırıyor. Erdoğan bir an AK Parti şapkasını çıkarıp sadece Cumhurbaşkanı şapkasıyla değerlendirse durumu, belediyeleri de işin içine katmanın kendisi için de daha iyi çözüm olduğunu görecek.