Koronavirüs Covid-19 pandemisiyle karmaşık, çok yönlü, çoklu soru-cevap gerektiren bir olguyla karşılaştık. Sorunu zamansal ve coğrafi diye tanımlanacak, her biri üç aşamalı iki ayrı bölümde ele almak yararlı olabilir.
Zamansal olarak, salgının henüz yaşanma süreci içindeyiz. Nasıl, ne zaman sona ereceği konusunda kesin bir bilgimiz yok. İkinci aşama, şu an bütün hükümetlerin bu durumdan nasıl çıkılacağına dair geliştirdikleri stratejiler çerçevesinde “normale dönüş” dönemi olacak. Bu dönemde ekonominin hemen hemen tümüyle durmuş olan çarklarının yeniden nasıl döndürüleceği, kopmuş olan üretim zincirinin tekrar nasıl birleştirileceği gibi birçok meseleyi halletmek durumundalar. Nihayet son aşamada hasar tespiti dönemi yaşayacağız. Ortaya çıkması çok muhtemel ekonomik, mali, sosyal yıkıntıyı gidermenin yollarını, geleceğimizi inşa arayışı içinde olacağımız uzun bir dönemi yaşayacağız.
Yatay diye tanımladığım olgu ise ulusal, bölgesel ve global düzeyde ele alınabilir. Ulusal düzeyde salgın sürecinde her ülke değişik ölçülerde etkilenmeye devam ediyor. Küreselleşmenin geriye ittiği “Devlet”in toplumun ana omurgası olarak tekrar ön plana çıktığını görüyoruz. Öngörüsü, planlama, örgütlenme ve teknik yeteneği güçlü, sağlık alt yapısı ve sağlık personeli yeterli ve yetenekli, dayanışma ve vatandaşlık duygusu yüksek, kriz yönetimi becerisi ve tecrübesi olan, üretim zincirini muhafaza eden, toplum güvenine haiz, dikkatli, duyarlı ve kapsayıcı liderlere sahip velhasıl yönetim ve eşgüdüm kapasitesi yüksek, kurum ve kuruluşları ahenkli bir saat gibi çalışan ülkeler bu süreci nispeten az hasarla atlatacak ve çıkış stratejilerini başarıyla yürütecekler. Salgın döneminde iyi performans gösteren bu ülkelerden güçlü ekonomik, mali ve istihdam yapısına ve planlamasına sahip olanların öne çıkacakları muhakkak. Zafiyet gösteren ülkelerdeki devlet yapılarının sorgulanması ise haliyle kaçınılmaz olacak.
Bölgesel açıdan da manzara olumlu görünmüyor. Global yönetişimin uğradığı erozyon nedeniyle sistem zaten parçalanmış ve birbirinden kopuk hale gelmiş durumda. Avrupa Birliği (AB) iç çelişkiler yaşıyor. Uluslararası Kriz Grubu’nun dünyadaki sıcak savaş noktaları hakkındaki uyarıları son derecede ürküntü verici. İklim değişikliğinin daha da vahim kıldığı ekonomik/sosyal şartlar altında yaşayan Afrika kıtasının durumu özellikle dikkati çekiyor. Asya alt-kıtasında ve özellikle Hindistan’da endişe verici gelişmeler var. Bizden uzak olmakla beraber Latin Amerika’nın da büyük ölçüde olumsuz etkileneceği anlaşılıyor. Kriz sonrası global düzlemde ve öncelikli olarak alt bölgelerden başlayarak yasadışı göç yanında legal olarak insan ve mal dolaşım serbestliğinin, üretim-tüketim zincirinin yeniden nasıl sağlanacağının önemli bir tartışma ve hatta gerginlik konusu olması muhtemel.
Uluslararası düzeye gelince, bu virüs salgını öncesi hem küreselleşmenin hem de teknolojik gelişmelerin siyaset, ekonomi ve yönetişim alanlarındaki etkileri zaten tartışılmaya başlanmıştı.
Bu tartışmalarda, aşırı küreselleşmenin sonuna gelindiğine dair belirli çevrelerde yoğun bir inancın oluştuğu biliniyor. Bu olgunun yarattığı milliyetçilik, popülizm, merkantilizm ve korumacılık akımları bir süredir alarm vermeye başlamıştı. 40 yıldan fazla süren liberal ekonomi politikaları, 2008 finans krizinin de etkisiyle gelir eşitsizliğini daha da büyük ölçüde derinleştirdi. Bu olguya paralel olarak, aynı dönemde büyük kitleleri de etkisi altına almaya başlayan dijital medyanın yalan, yanlış, yönlendirici ve çarpıtma haberleri, bir bakıma siyasetçilerin ve Batı tipi demokrasilerin itibarsızlaşmasına yol açtı. Bu noktada ABD’nin 2003 Irak işgalinin Batı değerlerine karşı yarattığı duygusal kırılmayı ve Rusya kaynaklı trollerin bu durumu istismar kampanyalarını da unutmamak gerekir.
Konuya dönersek, kriz çıkışı ile beraber mevcut uluslararası sistemde aynı zamanda yapısal önemli değişikliklere gidilmesini oldukça güç bir ihtimal olarak görüyorum. Böyle olması arzu edilir olmakla beraber, ülkeler herhalde kendi yaralarını sarmaya mutlak öncelik vereceklerdir. Muhtemelen zorlukları kendi imkanları ile nispeten daha kolayca aşabilecek bazı ülkeler olacaktır. Ancak uluslararası toplumun büyük kısmının dış yardım ve dayanışma olmadan bu süreci atlatması mümkün olmayacaktır. Neticede hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yardımlaşma ve dayanışma ihtiyacı daha da artacaktır.
Kısacası, değişime duyulan ihtiyaç ortada ancak bu ihtiyacı karşılayacak ortak iradenin acaba oluşma şansı var mı? Uluslararası toplumun önündeki en önemli ve acil soru bence bu.
Bu aşamada ümitli olmak pek mümkün görünmüyor. Bu konu üzerinde ayrıca durmamız gerekiyor ama, Birleşmiş Milletler (BM) kolektif güvenlik konusunda maalesef kendisine yüklenen misyonu yerine getirmekten uzak kaldı. Ayrıca, bir diğer büyük eksiklik de sorunların aşılmasında başı çekecek, sözünü ettiğim ortak iradeyi oluşturacak lider veya liderlerin ortada olmaması. Önemli uluslararası konularda genellikle liderlik üstlenmiş, beraberinde Batı dünyasını da harekete geçirmiş olan ABD’nin Donald Trump’ın başkanlığıyla beraber bu işlevini kaybettiğine; hatta bu da yetmiyormuş gibi mevcut sistemi “bozucu” unsura dönüştüğüne şahit oluyoruz. Örneğin, Dünya Ticaret Örgütünü (DTÖ) felç ettikten sonra, UNESCO’yu, şimdi de Dünya Sağlık Örgütünü (DSÖ) hedefe koydu. Covid-19 salgını sonrasını düşünürken gelecek Kasım’daki ABD başkanlık seçimlerinin sonuçlarını da önemli bir etken olarak göz önünde tutmamız gerekiyor.
Bir diğer önemli unsur büyük güçlerin özellikle ABD ve Çin’in karşılıklı duydukları kuşku. Uluslararası politikanın bünyesinde zaten var olan “bencillik”, “ikiyüzlülük” ve “içten pazarlık” reflekslerinin hemen bir tarafa bırakılacağını varsaymak her halde büyük safdillik olur. Çin ve ABD-Çin karşıtlığı üzerinde de ayrıca durmak gerekir.
Bu ana hatlarını çizmeye çalıştığım çerçeveyi daha da zorlayacak bir diğer çok önemli olgudan söz etmezsem tablo tamamlanmamış olacak.
Bilim insanları “Cambrian explosion”dan bahseder. Bu, yüz milyonlarca yıl önce yeryüzünde ilk omurgalıların ve daha sonra insanın oluşumuna yol açan bir patlama. Önümüzdeki yıllarda yapay zekâ, big data, eşyaların interneti, nanoteknoloji vb. uygulamaların insan hayatında yaratacağı değişiklikleri bu patlama ile mukayese ediyorlar. İnsanlık bu kadar önemli ve büyük bir değişim ve gelişimin arifesinde. Dar bir çevre dışında kitlelerin henüz bu değişimin boyutları hakkında tam fikir sahibi olamadıkları görülüyor. Cep telefonunun kısa sürede bütün insanlığı sardığı gibi bu değişikliklerin de süratle yaşamımıza girmesi muhtemel.
Böylesine kaotik bir dönemde önemliyi önemsizden ayırmamız ulusal geleceğimiz açısından yaşamsal bir konu. Önümüzdeki büyük soru böylesine büyük değişikliklere yol açacak teknolojik gelişmelerin sadece kullanıcısı mı olacağız, yoksa katkı sağlayan unsuru mu olacağız? Matbaayı üç asır sonra kabul etmenin, buhar makinesini ve sanayi devrimini ıskalamanın bedelini en ağır şekilde ödeyen bir toplumuz. Üstümüze doğru gelen bu teknolojik tsunamiyi de zamanında yakalayamaz ve ıskalarsak gelecek kuşaklar ve tarih önünde sorumlu olmaktan kaçınmamız mümkün olmayacak.
Sonuç olarak yapmaya çalıştığım ulusal, bölgesel ve uluslararası analizin sentezinden şöyle birkaç ana sonuç çıkarmak mümkün:
Muhtemelen küresel eşgüdümün daha da zor olacağı bir döneme giriyoruz. O itibarla bölgesel yapıların ve dayanışmaların ön alması beklenir. Bu çerçevede Türkiye’nin üyesi olduğu başta NATO gibi bölgesel kuruluşlarla bağlarını güçlü tutması yararlı olacaktır.
Bunun yanında coğrafi yakınlık olmasa da ulusal ölçekte başarılı olan ülkelerle yeni gruplaşmalara girip belirli dünya meselelerinde inisiyatif almak da mümkün olabilecektir. Böylece ortak dayanışma ve inisyatif alma alt-gruplarının teşviki mümkün olabilecektir.
Ulusal ölçekte salgın ile mücadelede başarısız olan ülkelerde iç karışıklık, büyük göçler ve neticesinde uluslararası çatışmalarda yoğunluk ve bulaşıcılık olabileceğini öngörmek durumundayız. Özellikle zaten iyice kırılganlaşmış olan yakın coğrafya kuşağımızda daha da derinleşecek ekonomik-sosyal çatlakların iç çatışmaları beslemesini beklemek gerekir.
Az önce andığım gelişmelerin seyrine, krizin derinliğine ve süresinin uzunluğuna göre önümüzdeki on yıl küresel yönetişimin eksiklerini gidermeye ve bazı alanlarda yeniden inşa çabalarıyla geçecektir. Global düzeyde liderlik eksikliği devam eder ve güçlü küresel irade oluşumunda zafiyet ortaya çıkarsa, konum ve durumlarını kendi sınırları içinde muhafaza etmek için ulus devletlerin kendilerini korumaya çalıştıkları bir dönem de yaşanabilir.
Alacakaranlık bu döneme ilişkin bazı ihtimallerle ortak iradenin şekillenmesinin karşısındaki engel ve zorluklardan bazılarına değindim. Olumsuzluklar yanında bu dönem yeni imkân ve fırsatların ortaya çıkacağı bir dönem de olabilir. O itibarla, ön alabilmek için çeşitli alanlarda süratle fikir şantiyeleri kurmamız, toplum olarak yarınımızı etkileyecek bu konularda fikri açıdan hazırlanmamız gerekiyor.
* Gelecek yazılar: BM, AB, NATO’da değişim, Türkiye’nin tehdit algıları, ABD, Rusya, Ortadoğu
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…