Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan siyaset dünyasına AK Partiyle katılan iki yeni isimdi. Parti 2001 yılındaki kuruluşunda Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç üçlüsüyle tanınıyordu. Davutoğlu önce Başbakan Erdoğan’ın dış politika danışmanı, sonra Dışişleri Bakanı ve nihayet halefi olarak kendi elleriyle seçtiği Başbakanı oldu. Babacan önce Hazine Bakanı olarak Kemal Derviş’ten kalan IMF anlaşmasını tamamladı, ekonomiyi toparladı. Sonra sırasıyla Avrupa Birliği (AB) Baş Müzakerecisi, Dışişleri Bakanı ve nihayet ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. Davutoğlu, Bizans usulü bir Genel Merkez darbesiyle Mayıs 2016’da istifaya zorlandı. Babacan, Haziran 2018 seçimlerinde milletvekili adayı olmadı. 2019 yılında her ikisi de 2019 yılında AK Partiden istifa etti. Şimdi Davutoğlu, Gelecek Partisi’nin, Babacan ise Deva Partisi’nin genel başkanları olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek hâkim olduğu AK Parti’ye sert eleştirilerde bulunuyorlar. Haklarıdır. Ama görülüyor ki, eleştiri yetmiyor, özeleştiri de gerekiyor.
Ama kuru kuruya değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra “Kandırılmışız, Rabbim ve milletim bizi affetsin” deyip işin içinden çıkması gibi değil. Neyin hatalı olduğunu ve bugün aynı durumda ne yapacaklarını söyleyerek.
Neden mi?
Çünkü Babacan (Başbakan Davutoğlu tarafından kabine dışı bırakıldığı) Kasım 2015, Davutoğlu da istifaya zorlandığı Mayıs 2016’ya dek AK Parti’nin bütün icraatının en sorumlu isimleri arasındaydı. Bugün Erdoğan ve AK Parti geldiği noktadaysa, iyisi ve kötüsüyle onların da büyük payı vardı. Babacan’ın 2002-2015 arası, Davutoğlu’nun 2009-2016 arası AK Parti hükümetlerinin bütün kararları altında imzaları, bütün uygulamalarında onayları vardı.
Mesela neler mi vardı o kararlar, uygulamalar, olaylar arasında?
“İçeride kalıp düzeltmeye çalışmak”
Mesela, bugün hem Davutoğlu hem Babacan’ın karşı çıktığı siyasetçilerin, gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin salt söyledikleri ve yazdıkları nedeniyle hapse atılmaları kendilerinin de sorumlu olduğu dönemlerde başlamıştı. Kimlerin Dışişleri Bakanlığı döneminde Büyükelçilere yurt dışındaki Fethullah Gülen örgütlenmelerine tam destek talimatı verildi, buna uymayanlara baskı uygulandı? Davutoğlu, “Hakan Fidan ile birlikte [Darbe girişiminin aktörlerinden] Korgeneral Mehmet Dişli’nin alınmasını istedik, karşı çıkıldı” diyor Erdoğan’ı ima ederek. Ama devlet kademelerinin kapıları AK Parti hükümetleri döneminde Cemaat’e ardına dek açılmadı mı? Hâlâ ABD’nin Türkiye ekonomisini tehdit gerekçesi yaptığı konulardan Reza Zarrab ve İran ile altın ticareti konusu neydi mesela? Bu örneklere göz göre göre batağına daldığımız ve bedelini PKK’nın ABD’nin ortağı haline gelmesiyle ödediğimiz Suriye iç savaşı dahildir. Soma’da 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan faciayı protesto eden bir madenci yakını Erdoğan’ın danışmanı tarafından tekmelendiğinde Davutoğlu, ya da Babacan, Bakanlar Kurulunda ne demişlerdi örneğin?
Gazeteci Cüneyt Özdemir, YouTube mülakatında Babacan’a bugün eleştirdiği konulara o günlerde neden karşı çıkmadıklarını sorunca “İçeride kalıp düzeltmeye çalıştık” yanıtı aldı. Bunu da Türk siyasetindeki kol kırılır yen içinde kalır geleneğiyle mazur gösterdi. Gazeteci Uğur Gürses, Twitter’da “İçeride kalıp düzeltmeye çalıştık mevsiminin geleceğini biliyorduk” diye yazdı. Babacan da Davutoğlu da madem yeni bir siyaset anlayışını hayata geçirmek iddiasındalar, o halde buna Türk siyasetindeki o kötü alışkanlığı değiştirerek başlamalılar. Eleştirilerindeki haklılık payı, kendi özeleştirilerini yapmadıkça yeterince inandırıcı olmayacaktır.
Eski kırmızıçizgi Erdoğan ise yenisi nedir?
Zamanında MHP’nin kurucu lideri Alparslan Türkeş’in “davadan döneni vurun” sözleri yargılanıp, bağımsız Türk yargısınca “siyasi mecaz” sayılmış ve aklanmıştı. AK Parti’de bu sözlerin gerçek siyasi mecaz anlamını bulduğuna en büyük örnek Abdullah Gül oldu. Gül bu hareketin üç temel sütunundan biriydi. Erbakan’a bayrak açmaya cesaret etmiş bir siyasetçiydi. Ancak Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’a itaat etmeyince gözden düşmeye başladı; bugünlerde AK Parti yetkililerince düşman muamelesine maruz bırakılıyor. Şimdi sıra Bülent Arınç’ta görülüyor. Arınç’la iki yıl önce çıkan kriz, oğlu Mücahit Arınç’ın milletvekili listesine, kendisinin de Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’na alınmasıyla durulmuştu. Ancak geçenlerdeki Osman Kavala-Henri Barkey çıkışı üzerine bir de cami hoparlörlerinden yatsı ezanı ardından ilahi ve dualar okunmasını eleştirmesine, Cumhurbaşkanlığı ekibinden tepkiler geldi. Şimdi güç onlarda.
Son olarak Davutoğlu ve Babacan’a İslamcı cepheden gelen çıkış ve hakaretlerin ne fikir mücadelesine ne siyasi mücadeleye sığar yanı var. Özellikle Davutoğlu’nun Akit TV yayınında, adeta pusuya düşürülmüşçesine maruz kaldığı muamele, insanı gazeteciliğinden utandıracak düzeydeydi. Babacan ise zaten “Kemal Derviş’in halefi, Batılı devletlerin uzantısı” suçlamasına maruz bırakılıyor, sanki bu kadar yıl AK Parti ekonomi politikasını o omuzlamamış gibi.
Neticede, Erdoğan Gül’ü de, Davutoğlu’nu da, Babacan’ı da AK Parti dışına iterek onları siyaset sahnesinden sileceğini sandı ama yanıldığı görülüyor. Gül bir yana, ama Babacan ve Davutoğlu’nun AK Parti iktidarının içindeyken “kırmızıçizgilerinin” Erdoğan’a halel gelmemesi olduğu anlaşılıyor. Bugünkü kırmızıçizgileri nedir? Bunu görmek için de eleştirilerinin yanı sıra, özeleştirilerini de duymaya ihtiyaç var.