İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 11 Mayıs 2011’de Türkiye tarafından imzaya açıldı. Ardından, 8 Mart 2012’de “Ailenin Korunması ve Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi” için 6284 sayılı yasa çıktı. Nihayet İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014’te TBMM tarafından oylanarak kabul edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kocasının şiddetine maruz kalan Nahide Opuz’un davasında adaletin yerine getirilmediği gerekçesiyle Türkiye’yi haksız bulması ardından hükümetin harekete geçmesi sonucu Türkiye tarafından gündeme getirilmiştir.
Yani birilerinin söylediği gibi İstanbul Sözleşmesi dışarıdan empoze edilmiş değildir. Bazı ülkelerin, ülkemizdeki yapıyı bozmak üzere hazırlanmış bir tuzağı da değildir. Yine İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi üye devletlerinin şiddetsiz bir Avrupa yaratma düşüncesinin de ortak emeğidir. Konsey toplantısının İstanbul’da yapılması süresinde imzalandığı için adı İstanbul Sözleşmesi olarak konulmuş ve kısaca öylece anılmaktadır.
Sözleşme bugüne kadar kadına karşı şiddet, ev içi şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin en kapsamlı tanımlamaları yapmıştır. Cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele edilmesi, erkek şiddetinin önlenmesi, şiddete karşı tedbir alınması konusunda taraf devletlere pek çok yükümlülük yükleyen ilk sözleşmedir.
Daha açık bir ifadeyle Sözleşme’nin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin bütün türlerini kapsar. Eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddet buna dâhildir. Ayrıca kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belgedir. Dolayısıyla Sözleşme, ev içi şiddet mağduru olan yaşı ne olursa olsun (çocuk, genç, yetişkin, yaşlı) kadın ve erkek bireyleri kapsamaktadır.
İstanbul Sözleşmesi denetim birimi Grevio dur. İlk Grevio heyeti başkanı ülkemizden Prof. Dr. Feride Acar seçilmiştir. Şimdi Prof. Dr. Aşkın Asan bu görevi yürütmektedir. Grevio, 4 yılda bir ilgili bakanlıktan durum değerlendirmesi yapılmış rapor ister ve STK da gölge rapor hazırlama sorumluluğu yükler.
Kısaca elimizde her ayrıntıyı düşünmüş ve 6284 sayılı yasanın eksiklerini tamamlamış bir sözleşme var. Ancak biz kadın örgütleri, bu sözleşmenin uygulanmamasından şikâyetçiyiz. Şikâyetimizin yansıması ise vahşete dönüşen kadın cinayetleridir. Birer rakama dönüşen bu ölümler için önleyebilecek iradeye sahip olmanın ilk adımı, hükümetin kadın politikasızlığına son vererek mekanizmalara işlerlik kazandırmasıdır.
Aslında tam da burada “bir kaşık suda” kopan fırtınadan bahsetmek gerekmektedir.
Malum bazı medya organları, tarikat ve cemaatler bu sözleşmenin eşcinsel evliliklerine yol açacağı gerekçesi ve “Kutsal Aile yapısını” bozduğu söylemi ile gündem yaratmaya çalışıyorlar. Tabii ki öncelikle aileyi kutsal bir tanım için koyarak yanlış yapıyorlar, sonra sözleşmenin ruhunu anlamadıkları için çok yanılıyorlar.
İstanbul sözleşmesi şiddete uğrayanın cinsel kimlik ve yönelimine bakmadan mağdur odaklı korumayı öngörür. İste bu ruhu anlamayan ve kadınların uğradığı şiddeti görmeyenlerin anlayışındaki bu eksiklik can yakmaktadır. Üstelik bu yanlışı iktidardaki siyasi partinin genel başkan yardımcısı Numan Kurtulmuş’a da yaptırıyorlar.
Oysa AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un “nasıl imzalandıysa, öyle çıkılır” diyerek başlattığı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış tartışması, Başkanlık sisteminde uluslararası sözleşmelerden Türkiye’nin nasıl çıkabileceğini de tartışmaya açtı. Anka Ajansının yayınladığı araştırmada açıklandığı üzere; Anlaşma metninin 80’nci maddesinde, Türkiye’nin istediği zaman Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirimle fesih hakkı bulunuyor. Ancak bu hüküm, Türkiye’deki iç mevzuatı bağlamıyor. Parlamenter sistemde, bir uluslararası anlaşmadan, sözleşmeden çekilmek için izlenen prosedür, “nasıl yürürlüğe girdiyse, öyle çıkılır” şeklinde tanımlanıyor. Sözleşme Meclis tarafından onaylandığı için yine Meclis onayıyla Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesi gerekiyor.
Türkiye, 2017 yılında yapılan referandumla Başkanlık sistemine geçerken, yapılan Anayasa değişikliklerinin en önemli hükmü Cumhurbaşkanı’na “temel hak ve özgürlükler konusunda” kararname çıkartma yetkisi tanımamasıydı. Bu nedenle de Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzalayacağı bir kararnameyle Sözleşme’den çekilme şansı bulunmuyor. Bu konuyu Kurtulmuş bilmeliydi.
Sorgulaması gereken konuysa; bu ülkede şiddet nedeniyle kadın ölümlerinin azalması için nelerin eksik yapılmakta olduğuydu. Geçtiğimiz günlerde bir haber kanalında Kübra Par’ın sorularını yanıtlayan deneyimli Avukat Kezban Hatemi, İstanbul Sözleşmesi denetim mekanizması olan Grevio temsilcisi Aşkın Asan’a bu cenahtan yapılan saldırılar nedeniyle 6284 uygulamak zorunda kalındığını ve koruma kararı alındığını ifade etti. Aynı grup 2019 Eylül ayında da kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın yönetiminde yer aldığı KADEM Derneği üzerinden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a saldırıda bulundu. Yani demem o ki, bu sözleşmenin içeriği hiç önemli değil bu saldırıları yapanlar için. Önemli olan bu saldırılarla elde edilecek ranta hedeflenmiş bir amaç görülmekte.
Ben İstanbul Sözleşmesi imzacısı, iktidar partisi Genel Başkanı Sayın Cumhurbaşkanı’nın da bu konuda kaldırılsın düşüncesi taşıdığını, Sözleşmeyi feshedeceğini düşünmüyorum. AKP TBMM grup başkan vekili Özlem Zengin, eski KADEM Başkanı ve İstanbul Milletvekili Sare Aydın ve mevcut KADEM Başkanı Saliha Gümrükçüoğlu da sözleşmenin savunucularından. Pek çok konuda aynı düşünmesek de İstanbul Sözleşmesinin doğruluğunda hem fikiriz. Ayrıca 25 Kasım 2019 tarihinde yayınladığı bildiride Emine Erdoğan da şiddetin bir insan hakları ihlâli olduğunu dile getirerek sözleşmeye sahip çıkmıştır.
Kadınların yaşam hakkına saygı duyan herkesin savunduğu, savunacağı ve savunması gereken bir sözleşmeye dil uzatılmasın… Bu tablo içinde Kurtulmuş adeta zemin yoklamıştır. Ve Cumhurbaşkanının “Çalışıp, gözden geçirin. Halkın talebi kaldırılması yönündeyse, buna göre bir karar verilsin. Halk ne derse o olur” diyerek topu taca atması ile de mevzu kapanmıştır. En doğrusunu yapmıştır.
Aralık 2019 da Adalet Bakanlığının yayınladığı genelge ve Ocak 2020 de İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgelerle Sözleşme maddelerin uygulanması ve eksiklerin giderilmesi adına uygulamada bir kararlılılığın devamı da söz konusudur zaten.
Son kez her cenah anlamalı ki İstanbul Sözleşmesi kutuplaşma siyasetine feda edilemez.
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…