Sizi bilmem ama ben akşamları gösterilen yeşil slaytları izlemeyi çoktan bıraktım. Bu slaytlarda gösterilen sınırlı sayıda veriden vaka sayıları diye gösterilen rakamların salgının gidişatı hakkında bir fikir vermekten uzak olduğunu geçen yazımda gerekçeleriyle anlatmıştım. Bir süre yoğun bakımlara yatış sayılarını toplayıp çıkararak salgının hızı konusunda dolaylının dolaylısı bir fikir sahibi olmaya çalıştım. Sonunda Sağlık Bakanı nedense yoğun bakım yatış sayılarını da slaytlardan çıkarıp yerine zatürree oranı gibi hangi kriterlere göre belirlenip hesaplandığını bilmediğimiz bir oran koyunca tamamen ilgimi yitirdim.
Yok, salgının gidişatına ilgimi kaybetmedim. Zira, erken, hızlı ve plansız “normalleşmenin” başımıza çok bela açacağını biliyor ve endişeleniyordum, ama Bakanlığın kamuya açıkladığı verilere ister sağdan sola, ister yukarıdan aşağı bakın, isterseniz karmaşık hesaplamalar yapıp, satır aralarını tahminen doldurun, durum hakkında bilgi sahibi olmak mümkün değil. Bence bu sayıları bu şekliyle ilan etmekten tamamen vazgeçseler daha hayırlı olacak.
İşte dolan hastanelerin belgesi
Resmî veriler bir şey söylemiyor ama vatandaşların kendi aralarındaki iletişim devam ediyor, mesela Ankara’da Haziran başından beri yatak doluluk oranlarının giderek arttığını, nihayet arife günü kamu hastanelerinin yoğun bakım ve Covid servislerinin tamamen dolduğunu öğrenmek çok güç değil. Nitekim bugün Ankara Tabip Odası bir açıklama yaparak Ankara’da günlük pozitif vaka sayısının 1000’e ulaştığını, yoğun bakım ünitelerinin yüzde yüz dolu olduğunu açıkladı. Az değil, binden fazla yoğum bakım yatağının Covid hastalarıyla dolu olduğunu söylüyorlar. Hadi onlara inanmadınız, Ankara Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün 28 Temmuz tarihli bir genelgesi tıpkı Mart-Nisan aylarında olduğu gibi “elektif ameliyatların ertelenmesi” “hastanelerdeki yatakların en az yüzde ellisinin ve boş yoğun bakım yataklarının tamamının” Covid hastaları için ayrılması talimatını veriyor.
Uyarı var, ama önlem yok
Talimat 28 Temmuz tarihli, Ankara İl Sağlık Müdürü gidişat konusunda rahat olsa niye böyle bir talimat göndersin? Peki aynı il Sağlık Müdürlüğü ve İl Pandemi Kurulu, hani Sağlık Bakanı demişti her türlü tedbiri almaya yetkileri var diye, niye Ankara’dan bayram tatili nedeniyle olacak çıkışları yasaklamadı? Şehir bayram tatili boyunca hayalet bir kasabaya dönüştü. Hastaneleri dolduran Covid hastalarının enfeksiyonu aldığı belirtisiz kişiler, ya da hastaneye yatana kadar temas edip virüsü verdikleri binler değil, onbinlerce kişi aynı günlerde Anadolu’nun çeşitli köylerine, kasabalarına ve tatil beldelerine doğru yola çıktılar. Allah bilir gittikleri yerde memleketlileriyle bayramlaşmışlardır, hatta bir kısmı maske de takmamıştır. Bu durumda salgının oralarda da patlamasının bütün sorumlusu onlar… Öyle mi gerçekten?
Bilimsel çalışmalardan veri saklanıyor
Türkiye’nin salgınla mücadele stratejisi neye dayanıyor? İnsan bu soruya bilime, sahadaki gerçeklere diye cevap vermek istiyor. Haziran ayı içinde Bilim Akademisinin düzenlediği bir çalıştayı izledim. Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden bilim insanları salgının dinamiklerini anlamak, kitlesel hareketlilik kısıtlamaları, bunların zamanlamaları, test yapma stratejileri vb politikaların salgının gidişatını nasıl etkileyeceğini öngörmemizi sağlayabilecek matematik modellemeler geliştirmişlerdi. Aralarında sağlık bilimciler, ekonomistler, matematikçiler vardı, multidisipliner bir gruptu. Hem sunular, hem çalıştay boyu yapılan tartışmalar bu ekiplerin hepsinin yetkin, ciddi ve konuya hâkim olduğunu gösteriyordu. Türkiye’nin ulaştığı düzeyi yansıtması açısından umut ve gurur verici olması gereken bu çalışmalar bende hüzün uyandırdı. Çünkü bütün araştırmacılar, tanı konan vakaların ve ölümlerin illere ve yaş gruplarına göre dağılımı gibi çok sıradan, birçok ülkenin dünyaya açık bir şekilde web’e koydukları temel verilere ulaşamadıkları için modellerin hata payını küçültemediklerinden yakındılar. Mart’tan bu yana Sağlık Bakanlığına bu verileri almak için her biri ayrı ayrı başvurmuş ama bir yanıt alamamışlardı.
Veriler Bilim Kurulundan da saklanıyor
Bu bilim insanları ülkenin karşılaştığı bu büyük felaketle mücadeleye kendi uzmanlıklarını kullanarak katkıda bulunmak için hiç bir maddi karşılık beklemeksizin ilk günlerden kolları sıvamışlar, karar vericilerin çok işine yarayabilecek araçlar geliştirmişlerdi. Ama bırakın bu araçların onlar tarafından kullanılmasını, projeksiyonların gerçeğe daha yakın olmasını sağlayacak veriler bile kendilerine iletilmiyordu.
İçlerinden biri, “biz modeli Web’e koyduk herkes ulaşabilir, çalıştırması da çok kolay, umarım Bakanlıkta birisi eksik verileri ekleyerek çalıştırır ve karar alırken yararlanırlar” dedi. İyilik yap kuyuya at misali. Acı acı, “bir bakan için ne büyük bir fırsat, ama bütün bu enerji ve uzmanlıktan hepimizin ortak yararı için faydalanılmaması ne büyük ziyan” diye düşündüm. Salgınla mücadelemize çok katkı sağlayacak verilere devlet sırrı muamelesi yapılması ve hepsi kamu görevlisi araştırmacılarla bile paylaşılmamasından hüzün duymuştum.
İlerleyen günlerde verilerin Bakanlığın kendi atadığı bilim insanlarından oluşan “Bilim Kurulu” ile bile paylaşılmadığını öğrendik. Böylece salgınla mücadele stratejimizin karanlıkta el yordamıyla saptandığını anladık.
Salgınla mücadele stratejisi neye dayanıyor?
Sahiden Türkiye’nin Salgınla Mücadele Stratejisi nasıl belirleniyor? Daha doğrusu böyle bir strateji var mı? Kamuya ilan edilmiş bir strateji yok. Kararların nasıl alındığını, hangi kriterlerin kullanıldığını da bilmiyoruz.
Ama Mart ortasından beri alınan kararlara, bu kararların zamanlamalarına bakınca, ana kriterin ekonomik aktiviteyi sürdürmek olduğu görülüyor. Hareketliliği azaltmak lazım. Birçok ülke, yeni enfeksiyon sayıları filyasyonla kontrol altına alınabilir düzeye gelene kadar, (hedef sayılar da önceden açıklanarak) elzem işkolları dışında herkese sokağa çıkma yasağı uyguluyor. Bizde, risk grubu olan 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı. Peki, 20 yaş altına ne diyeceğiz? Hastalıktan en az etkilenen grup. Üstelik 10 yaş altı çocukların enfeksiyonu bulaştırma riski de erişkinlerin yarısı kadar. Ama ekonomik olarak aktif değiller, o halde evde kalsınlar. 18-20 yaş arası olup, ekonomik olarak aktif olanlar çıkabilirler.
Okullar kapalıyken AVM’lerin açılması, turizm sezonu yaklaşınca hala binli sayılarda gezinen vaka sayılarına rağmen bütün kısıtlamaların aynı anda kaldırılması. 65 yaş üstü yasakların ekonomik olarak aktif olanlar için kaldırılması, diğerleri için hâlâ “noktürnal” virüsten korumak için akşam saatlerinde dışarı çıkma yasağı.
Ekonomiyi asıl bozan unsur
Ekonomik aktiviteleri korumak tabi ki çok önemli. Ama bu pandemiden önce uzmanlara sorulsa söylenecek olan bir gerçek artık dünya haberlerini izleyen herkes için aşikâr. Ekonomi mi, salgını kontrol altına almak mı ikilemi bir sahte ikilem. Ortalıkta kontrolden çıkmış bir virüs dolanırken insanların eskisi gibi yaşayacaklarını, üreteceklerini ve tüketeceklerini, hele tatillerini geçirmek için akın akın başka ülkelere gideceklerini sanmak, en hafifinden naiflik. Ekonomiyi bozan, sokağa çıkma yasakları değil, hastalananların, ölenlerin, onlara destek veren yakınlarının üretim dışı kalması. Ondan da daha yaygını, korku nedeniyle insanların işe gitmekten, sokağa çıkmaktan eskisi gibi gezip tozmaktan çekinmesi. Ve siz ne yaparsanız yapın, isterseniz Türkmenistan gibi, ülkede tek bir Koronavirüs enfeksiyonu olmadığını söyleyin, insanlar kendi eş dost, tanıdıklarından, sosyal ağlarından bir kişi enfekte olduğunda bu korkuya kapılıyorlar. Bir kişinin ortalama sosyal ağının da ortalama 300-500 arasında olduğunu biliyoruz.
İsveç örneğinin gösterdiği
Dolayısıyla bir ülkede enfeksiyon oranı binde iki-üç olduğunda resmi rakamların ve politikaların ne olduğundan bağımsız olarak toplumun önemli bir kısmı korku nedeniyle davranış değiştiriyor. Enfeksiyon oranı arttıkça bu daha yaygın ve daha uzun süreli oluyor ve ekonominiz salgını kontrol altına almış ülkelere göre daha çok bozuluyor. Bu pandemide kitlesel kısıtlamalara başvurmayan İsveç’in ekonomisindeki küçülmenin komşusu İskandinav ülkelerinden daha fazla olması bu konudaki en yeni kanıt. Türkiye için ODTÜ’den Erol Taymaz’ın yaptığı bir modelleme dört hafta süreli bir sokağa çıkma yasağının ölümlerin yaklaşık üçte birini önlerken ekonomik kayıba etkisi olmayacağını gösterdi. Üstelik bu tür bir önlem hem enfeksiyonun daha önce kontrol altına alınmasını sağlar hem de şimdi içine girdiğimiz yeniden hızlanmayı önleyebilirdi.
“Vatandaş maske tak” demek çare değil
Erken ve hızlı bir şekilde normalleştiğimiz Haziran başından beri yoğun bakımlardaki hasta sayısı düzenli bir şekilde arttı. Son bir haftadır sayılar resmen ilan edilmiyor ama en azından bazı şehirlerden gelen bilgiler artışın Temmuz’un ikinci yarısında iyice ivmelendiğini gösteriyor.
Bütün bu süre içinde Sağlık Bakanı düzenli olarak her akşam vatandaşlara “maske tak, sosyal mesafeye uy” dedi. Çevremdeki birçok insana ve basına bakarsan kabahatli hep bu sorumsuz, şuursuz insanlar.
Ne yapalım? Avrupa’dan yeni vatandaş mı ithal edelim? Eldeki malzeme budur, kaldı ki dünya küçük, her ülkeden gelen görüntülerde benzer ihlaller görülüyor. Her insan topluluğunda tedbirliler ve vurdumduymazlar çan eğrisinin iki ucunda bir azınlık oluşturur, büyük çoğunluk ortalarda bir yerde alır ve her iki yönden gelecek etkilere de açıktırlar. Salgın yönetiminin başarısı vurdumduymazlar da dahil geniş grubun davranışlarını tedbir alma yönünde değiştirebilmeye dayanır. Bu geniş bir konu ve ayrı bir yazıyı gerektiriyor.
Yeniden sıkı önlemlere ihtiyaç var
Geldiğimiz noktada özellikle Bakanın vaka artışlarının hızlı olduğunu söylediği Ankara, Mardin, Diyarbakır, Gaziantep ve Konya’da, bizzat Valinin her sokakta bir vakanın olduğunu söylediği Malatya’da ve daha bilemediğimiz diğer illerde “vatandaş maske tak” demekten daha etkin önlemler alınması gerekmektedir. En azından bu iller açısından Nisan ayının başındaki duruma dönmüş durumdayız.
Bu şehirlere giriş çıkışlar sınırlanmalı ve şehirlerin içinde de hareketliliği en aza indirecek kitlesel önlemler alınmalıdır. Bunlara elzem hizmetlerde çalışanlar dışında herkesin evde kalması, AVM, lokanta, kafe vb.lerinin kapatılması, kutlama, cenaze, taziye vb.ne katılacak insan sayısının sınırlanması dahil olmalıdır. Biliyorum, söylemesi kolay, yapması zor. Ama unutmayalım, birçok ülkenin yakın zamandaki tecrübesi ve çeşitli araştırmalar gösterdi ki bulaşma hızlandıktan sonra etkin tedbirleri almakta gecikmenin bedeli çok ağır oluyor. Mutlaka sayı istiyorsanız, ABD’den bir araştırma, bir haftalık gecikmenin bedelinin iki katı daha fazla ölüm olduğunu göstermişti.