Dün Ankara’da bir doktor arkadaşım, Covid tanısı konup ilaç verilerek evine gönderilen, ama evde durumu ağırlaşan bir yakınına yoğun bakım yatağı bulmak için nasıl endişe içinde hastane hastane boş yer araştırdıklarını anlattı. Sonunda neyse ki küçük bir hastanede, tanıdığı bir başhemşirenin de yardımıyla bir yer bulunabilmiş. Telefonda bunları dinlerken, şehrin merkezi yerlerinden birinde sokaktaydım. Duyduklarımla büyük bir zıtlık içinde etraftaki kafeler her yaştan insanla doluydu. Acaba diye düşündüm, benim telefonda duyduklarımı duysalar, içlerinden kaç tanesi kalkar gider, kaç tanesi kafelerde oturup, böyle neşeli, bağıra bağıra sohbetlere devam eder?
Değişik illerde sahadaki sağlık çalışanları kendi bölgelerinde, yeni tanı konulan hasta sayılarının Nisan ayında bile görülenin çok üstünde, öyle yüzde yirmi-otuz falan değil, defalarca üstünde olduğunu söylüyor. Üzücü ama virüsün davranışı konusunda bildiklerimiz ışığında şaşırtıcı da değil. Çünkü Mart-Nisan ayında başlayan bulaşma hızının gidişine göre kurulan bir matematik modelleme, kısıtlamaları Haziran ayı başında kaldırırsak Mart ayından daha yüksek enfeksiyon sayılarıyla karşılacağımızı ve sayılar artmaya başlayınca bir hafta içinde yeniden tedbirler almazsak bu sayıların Mart Nisan ayında başlayan dalgadan daha büyük olacağını söylüyordu. Bir Haziran itibariyle bütün tedbirleri aynı anda kaldırdık, iki buçuk aydır da rehavet içinde devam ettik.
Yeni tedbirler, azıcık ondan, biraz bundan
Bugün görünen o ki virüs yaz aylarında da hız kesmedi. Zaten yoğun bakımlara yatışlardaki hızlanma Haziran’ın ikinci haftasından başlayarak, bu sayıların ilan edilmesinin durdurulduğu Temmuz sonuna kadar devam etti. Bu verinin verilmesi durduruldu ama hastanelerde çalışan sağlık çalışanları yatışların hız kazandığını, bazı illerde kapasitenin sınırına dayanıldığını söylüyorlardı. En azından bazı illerde bulaşmanın kaynaklarına yönelik kitlesel tedbirler alınması gerekiyordu. Nihayet 26 Ağustos’da 14 ilde ek tedbirler ilan edildi. Yine aynı gün kamu çalışanlarının esnek çalışmaya geçebileceği duyuruldu.
Yeni tedbirler esas olarak iki gruba ayrılıyor. Birincisi 65 yaş üstüne (yine onlar, evet) çarşı, pazar, toplu taşımayı yasaklamak. Oysa bu talihsiz insanların çoğu bir türlü kontrol altına alınamayan salgın nedeniyle, aylardır evinden çıkamıyor ve bir kısmı sokakta yürümeyi bile unuttu. Bu herhalde inatçı azınlık için geçerli olacak.
Alla Turca çözüm: takı merasimi 1 saat
İkincisi düğünleri bir saatlik süreyle ve takı merasimiyle sınırlamak. Bir saatlik sürenin nasıl seçildiği ve takı merasiminin nasıl güvenli aktivite olarak belirlendiği benim için bir muamma. Bulaşmayla ilgili yapılan çalışmalar, onbeş dakikalık yakın temasın bulaşma için yeterli olduğunu söylüyor. O zaman bu bir saat bununla alâkalı değil? Yemek ikramı yasak, doğru. Gıdanın kendisi değil ama çatal, bıçak, tabak, masa yüzeyleri virüsün alınabileceği noktalar. Üstelik yemek ikramı bir arada bulunmayı uzatır. Ama takı merasimi serbest. Benim bildiğim takı merasimi, damadın, gelinin giysisine altın, para takmak, ya da gelinin eline bilezik geçirmek vb eylemler gerektiriyor. O niye serbest? Anlaşılan o ki düğün, nikah merasimleri, takı takmak, mesela okulları açmaktan daha hayati bir mesele toplumumuz için ve yöneticilerimizin gözünde. Birçok ülkenin yaptığı gibi bu törenlere katılan insan sayısını on-on beş kişi ile sınırlamak ve sosyal mesafeye uyulmasını önermek bizim kültürümüze uygun bulunmamış. Onun yerine alla Turca yeni bir çözüm bulunmuş.
Mesele şu ki, bu çözümün gerçekten çözüm olacağı, bulaşmayı önleyeceği konusunda hiç bir kanıt yok. Tıpkı “65 yaş üstü saat yirmiden sonra evinde kalsın” türü, işe yarayacağı çok şüpheli bir tedbir.
Çalışanlar hâlâ büyük risk altında
İkinci tedbir iş hayatıyla ilgili. Kamu çalışanlarının esnek çalışmaya geçmesini tavsiye ediyor, amirlerine. Umarım amirler, durumun vahametinin farkındadırlar, çalışanlarını korumayı ve aynı zamanda toplum içinde bulaşmayı durdurmayı, kendi dar alanlarındaki bazı işlerden daha önemli sayarlar. Yine de sağlık çalışanlarını çıkarırsak, sayısı 4 milyonu geçen kamu çalışanının hiç olmazsa bir kısmının, hiç olmazsa haftanın bazı günleri şehirlerin kalabalığına karışmamaları bulaşma hızını azaltacak bir tedbir. Örneğin, kamu çalışanlarının nüfusun önemli bir bölümünü oluşturduğu Ankara’da Nisan ve Mayıs aylarında vaka sayısının, diğer iki büyük şehire göre daha azdı. Bu da kamu çalışanlarının “tümünün” idari izinli sayılması sayesinde olmuştu.
Ancak bulaşma yalnızca devlet dairelerinde olmuyor. TÜİK’e göre Türkiye’de Mayıs 2020 itibarıyla 26 milyon kişi istihdam ediliyor, kamu çalışanları bunun beşte birinden çok daha az. Kayıt dışı sektörü geçtik, onlar zaten salgın başladığından beri kendileriyle başbaşa. Ama büyük çaplı sanayi işletmelerinde bile durumun iyi olmadığı, bazılarında işyeri odaklı salgınlar çıktığı, hükümete yakın olmayan gazetelere yansıdı. Bunların arasında en çok dikkat çekenlerden biri olan Manisa Vestel fabrikasına Türk Tabipleri Birliği heyetinin yaptığı ziyaretin raporu, gerçek hayatta tedbirlerin çoğunun nasıl gözardı edildiğini göstermesi açısından düşündürücü.
Var mı bir denetleyen?
Virüs en çok evde bulaşıyor, sonra işyerinde. Aslında eve işyerlerinden gidiyor. Virüsün en kolay ve en sık bulaştığı yerlerden biri olan işyerlerinde salgınla mücadele tedbirlerinin nasıl denetlendiği, işçilerin sağlığının nasıl korunduğu bu salgını kontrol altına almak konusunda en önemli nokta. Bu konuda neler yapıldığını bilemiyoruz, arayıp tarayıp en sonunda Çalışma, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının web sitesinde bazı kontrol listeleri buldum, hepsi o. Beklenen, işyeri sahiplerinin bu kontrol listelerine bakarak ne yapmaları gerektiğine kendi kendilerine karar vermeleri. Eğitim, en önemlisi denetim nasıl yapılıyor, kim sorumlu, bunlar duyuruldu mu? İşyerini güvenli hale getirmek isteyen bir işveren nereye başvurur, kimden yardım alır? Cevapsız sorular. Sonuçta, olup olmadığını bilmediğimiz salgınla mücadele stratejimizin en büyük gediği işyerleri olarak kalmaya devam ediyor.
Sağlık çalışanları tahammüllerinin sınırına geldiler
Salgın hastalıklar toplum içindeki ve topluma yönelik faaliyetlerle kontrol altına alınır. Üç aya yakın çok değerli bir zamanı, aynı şekilde tekrarlandığı için etkisini kaybetmekte olan maske-mesafe tavsiyeleri dışında önemli bir etkinlik görmeden geçirdik. Sağlık Bakanlığı salgını hastanelerde karşılamaya kararlı görünüyor. Örneğin Ankara’da, şehir hastanesi açılınca boş kalan Zekai Tahir Burak Doğumevi uzun zamandır pandemi hastanesi olarak çalışıyor. Yine atıl durumdaki Numune Hastanesinin ve Yüksek İhtisas hastanesinin de kullanıma hazırlandığı söyleniyor.
Hastane binaları var, içinde yatak da var. Peki ya personel? Çeşitli düzenlemelerle halen başka görevler yapan hastanelerin personelinin bu hastaneleri de çalıştırması planlanıyormuş.
Sağlık çalışanları tahammüllerinin sınırına geldiler. Altı aydır tulumların siperliklerin altında sokak sokak dolaşıp filyasyon yapan dişhekimleri de, kendi normal görevleri dışında, Covid polikliniği yapan Patologlar da, Göz doktorları da, hasta yükü altında ezilmiş Enfeksiyon Uzmanları, Göğüs Hastalıkları Uzmanları, Yoğun Bakımcılar da, ve kendi servislerinden Covid servislerine kaydırılmış, günlerce kendi çocuklarından uzak yaşamış hemşireler de, teknisyenler de…. Olağanüstü bir gayretle ve fedakârlıkla ilk salgın dalgasının önünde set oldular, ama yoruldular, üstelik virüsün ilk hedefleri arasındalar. Son bir hafta içinde ülkenin çeşitli yerlerinden beş hekimi kaybettik.
Bu salgın hastanelerde göğüslenemez, toplum içinde ve toplumla birlikte kontrol edilmesi gerekir.
Ölümüne sevmek
Ben bu yazıyı yazarken yan sokaktan “caz band” sesi geldi, gelin almaya gelmişler. Evet yarım saat sürdü, tedbirlere uygun. Neşeli kalabalığı seyrettim. Yeni evlilere mutluluklar diliyorum, ama keşke daha az kalabalık davet etselermiş. Acı acı, ölümüne sevmek ne de olsa bizim kültürde yaygın bir motif diye düşündüm.