Kavramın özgün adı “polypandemic”, polipandemi. Küresel siyasetin geleceğinin tartışıldığı Münih Güvenlik Konferansı (MSC), yayınladığı son rapora da bu başlığı koymuş. “Polypandemic. Development, Fragility, and Conflict in the Era of Covid-19”. Yani “Çoklu-pandemi. Kovit-19 Çağında Kalkınma, Kırılganlık ve Çatışma”. Türkçeye çevirirken “çoklu-pandemi”, ya da “çoklu salgın” kavramını icat etmek de mümkün, tıpkı Münih’tekilerin “polypandemic” sözcüğünü icat ettikleri gibi. Ancak benim önerim “topyekûn pandemi”, ya da daha Türkçesiyle “topyekûn salgın”.
Neden “topyekûn salgın tanımını önerdiğimi açıklamak için MSC Başkanı Wolfgang Ischinger’in Kasım 2020’de hazırlanan 80 sayfalık raporun girişinde kullandığı cümle yeterli olacak:
• “Birkaç kısa ay içinde konoavirüs pandemisi bir polipandemi (topyekûn salgın) halini aldı-eşitlik ve gıda güvenliği gibi ana kalkınma hedeflerini tehdit eden, aynı zamanda bir bütün olarak temel demokratik ilkeleri ve uluslararası iş birliğini tehlikeye atan, çokyüzlü bir kriz.”
Topyekûn salgın kavramı, siyasi, ekonomik ve toplumsal hayatın hemen her alanını etkilediği için Türkçede “çoklu” sözcüğünden daha çok şey ifade ediyor.
Siyaset ve ekonomide çoklu organ yetmezliği
Görüldüğü gibi kovit-19 virüsünün 2020’nin ilk birkaç ayında küresel bulaşıcılık taşıyan bir salgın olmasının çok örtesinde bir kavram tanımı yapılıyor.
Türkçede salgın (epidemi) ile küresel salgın (pandemi) için ayrı sözcükler kullanmıyoruz. Ama salgın, daha ilk aylarından itibaren ekonomi üzerinde etkilerini göstermeye başladı. Bu etkiler 1918-1920 arasında 40 milyona yakın, yani 1914-1918 arasındaki Birinci Dünya Savaşında öldürülenlerin iki katı insanın ölümüne yol açan İspanyol Gribi salgınından çok farklıydı. O zaman da virüs sınırdan sınıra, seyahatlerle hızlanarak yayılıyordu, ama ekonomi bugünkü kadar küresel değildi. Tedarik zincirleri ve dijital teknoloji kanalıyla ülkeler birbirine bu kadar bağlı değildi. Uluslararası siyasi ilişkiler bakımından da geçerli bu.
Muhtemelen tıptaki gelişmeler sayesinde kovit-19, yüz yıl önceki İspanyol Gribi kadar ölüme yol açmayacak. Oysa uluslararası siyasi ve ekonomik sistemde, MCS raporunda da tıbbi bir kavrama benzetildiği şekilde bir “çoklu organ yetmezliği” söz konusu. Tarımsal üretimden demokrasilerde artan otoriterleşme eğilimine, artan eşitsizlikten eğitime imkanlarına dek etkilemediği alan yok gibi.
Çarpıcı örnekler
Raporda “polypandemic”, topyekûn salgın yüzünden hasar gören alanlar şu örneklerle anlatılıyor:
• Açlık: Afrika’da açlık çeken nüfus yüzde 100 arttı. Dünya Gıda Örgütü (FAO) virüsün etkileri nedeniyle yetersiz beslenme çeken insan sayısını yıl sonu itibarıyla 820 milyon olarak tahmin ediyor.
• Eşitsizlik: ABD’de beyazlar arasında korona ölümlerinin oranı yüzde 9, siyahlar arasında yüzde 30. OECD ülkelerinde 10,000 kişiye düşen doktor sayısı 29, az gelişmişlerde 3. (Türkiye’de 19; OECD sonuncusuyuz.)
• Yoksulluk: Rapor dünya çapında 2020’de kovit nedeniyle tam zamanlı istihdam kaybı 495 milyon. (Türkiye’de resmi rakamlara göre ve işten çıkarma yasağına rağmen işsizlerin sayısı 8 milyonu geçti.)
• Otoriterlik: MCS, hükümetlerin ilan ettiği hak kısıtlaması ve baskı önlemlerinde kovit döneminde yüzde 30 artış olduğuna dikkat çekiyor. Seçim iptali, ya da ertelemelerinin yanı sıra, doktorlar ve medya üzerinde kurulan baskı buna örnek veriliyor.
• Eğitim: Dünya çağında öğrencilerin yüzde 91’i okul kapatmalardan etkilendi; okula gidemeyen çocuk ve genç sayısı 1,6 milyar olarak tahmin ediliyor.
Seçenekler: tamam mı, devam mı?
Raporda yer alan şu ifadeler aslında tabloyu ortaya koyuyor:
• “Kovit-19 ve insanın dirliği üzerindeki acımasız etkileriyle ortaya çıkan sosyo-ekonomik şoklar dünyanın etkilenmedik köşesini bırakmadı. Ancak bazı ülkeler, toplumlar ve insanlar diğerlerinden daha fazla mücadele içinde.
• “Zayıf sağlık sistemleri, kırılgan ekonomiler, yıpranmış devlet-toplum ilişkileri, koronavirüs kaynaklı şoklarla başa çıkmayı zorlaştırıyor.
• “Halihazırda insanlığın çektiği ıstırapla uluslararası barış ve güvenlik üzerindeki salgın kaynaklı tehditler arasında müthiş bir dengesizlik bulunuyor. (…) Kovit-19 geçmişteki hataları büyüteçle [görmemizi] sağladı.
• “Dünyanın gelişmiş ve gelişmemiş bölgeleri arasındaki ilişki tek yönlü bir ilişki yok. Bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda Batının çoğu gelişmiş ülkesinin gelişmekte olan ülkelerden öğreneceği çok şey olduğunu gösterdi.”
• “Uluslararası toplumun iki seçeneği bulunuyor. Ya eşitsizlik ve zafiyetlere yol açan yatırım yetersizliklerine devam edecek, ya da nihayet, dayanışma[nın önemini] anlayan politikaların kendi çıkarları ve güvenliği için geleceğe yönelik stratejik yatırım olduğunu görme yolunu seçecek.”
Üç çıkış senaryosu
Münih Güvenlik Konferansı’nın “Topyekûn salgın” ile mücadele raporunda özellikle gelişmiş ülkelere hitaben, ortada üç senaryo olduğu yazılı.
Birinci senaryo: Hiçbir şey yapmama, günlük önlemler dışında işi oluruna bırakma senaryosu. MSC bu senaryonun milyonlarca kişiyi daha eşitsizlik, yoksulluk ve açlık girdabına çekmekle kalmayıp demokrasileri savuracağını ve “devlet-dışı aktörelerin zaten başlamış olan” kovit istismarını artıracağını öngörüyor.
İkinci senaryo: Ağırlığın daha az can kaybına ve dirliğinin korunmasına verilmesi. Burada zengin ülkelerin hem kendi içlerinde hem başka ülkelerdeki eşitsizlik, yoksulluk gibi zafiyetlerle mücadele için daha cömert davranması öngörülüyor. Mali destek programlarıyla ihtiyaç içindekilerin uzun vadeli mukavemetini artırma gereği vurgulanıyor.
Üçüncü senaryo: Bu, MSC’nin en çok tercih ettiği senaryo. Çünkü zengin ülkelerin diğerleriyle salgın ile sınırlı kalmayacak iş birliği ve dayanışma içinde ihtiyaç içindeki ekonomileri ve halk sağlığı sistemlerini güçlendirmesini öngörüyor. Ayrıca uluslararası işbirliği kurumlarının güçlendirilmesini de.
Güç sahipleri neden fikir değiştirdi?
Buraya kadar okuduklarınız dünya siyasetine yön“Batısızlık”: Batının yeni küresel riski ve Türkiye verme gayretinde olan güç sahiplerinden çok, alternatif sosyal adaletçi, sosyal piyasacı, hatta sosyal demokrat denebilecek kesimlerin söylemlerine daha uygun?
Peki neden? Eskilerin deyişiyle “Düveli muazzamanın”, ekonomik ve askeri güçleriyle siyasette de sözlerini geçirmeye çalışan güç sahiplerinin başına bir şey mi düştü de söylem değiştirdiler? Sadece kovit salgını mı şimdiye dek dünyaya kazananlar-kaybedenler olarak bakanların kaybedenleri de düşünmeye başlamasına yol açtı?
Pek öyle değil. Kovit vurmadan önce, Münih Güvenlik Konferansı’nın Şubat 2020’de yapılan toplantısının başlığı “Westlessness-Batısızlık” idi; o da polydemic gibi koşullara göre icat edilmiş bir sözcüktü. Bir yandan Çin’in yükselişi, Brexit ile birlikte AB’nin güç kaybetmesi, ABD’nin Trump idaresinde her anlamda eşitsizlikleri ve saldırganlığını artan politikasının Batı değerlerini artık bir referans noktası olmaktan çıkarmasını anlatıyordu.
Şimdi ne söylüyorlar?
Bu raporda ise eşitsizliklerin artık zenginlerin çıkar ve güvenliklerini de tehdit eder hale geldiği saptanıyor ve bunun sadece mali ve siyasi güçle bastırılmasının işleri daha da kötüye götürme, demokrasileri otoriter eğilimlere sürükleyerek ortadan kaldırması ihtimaline dikkat çekiliyor. Kovit ile ortak mücadele vesilesiyle zenginlerin ellerini cebine atarak eşitsizlikleri azaltmaya yardımcı olması, devletlerin de buna uygun davranması öneriliyor.
Bu doğrultuda, Türkiye’nin de parçası olduğu G-20’nin uygun bir mücadele zemini olabileceği saptaması da var.
Uluslararası siyasete yeni giren polydemic, topyekûn mücadele kavramı Türkiye’de yapılması gerekenler konusunda fikir veriyor. Geride kalmamakta fayda var.