Kadir Has Üniversitesi’nin 2020 yılına dair Türkiye Eğilimleri Araştırması 7 Ocak’ta kamuoyuna açıklandı. Benim toptancı değerlendirmeme göre hayli içe dönük, kimliği konusunda “ne o ne bu” ya da “her ikisinden biraz” diyerek aslında ya kimliğini bulamadığını ya da aslında bukalemunluğa yatkın olduğunu gösteren bir toplum yapımız var. Nüfusunun yüzde 64,2’si kendisini oran sıralamasıyla muhafazakâr, milliyetçi, siyasal İslamcı, ülkücü veya ulusalcı diye tanımlayan, kuruntulu ve vatandaşlık kavramıyla henüz tam anlamıyla bir aidiyet duygusu geliştirmemiş bir ülkedeyiz.
Üstelik Türkiye “üç tarafı denizlerle dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkedir” görüşünü diri tutan bir anlayış da egemen. Özellikle laik-dindar ekseni üzerinden kutuplaşmış, ancak yüzde 60’ı demokraside cevher gören, yüzde 25 kadarı yönetim şekline kayıtsız, toplamda yüzde 32’sinin ülkeyi dini liderlerin, yüzde 30’unda ordunun yönetmesini olumlu karşılayabilecek bir toplum.
Dindarlık azalırken mezhepçilik artıyor
Bir şekilde kendisini Kürt diye tanımlayanların oranının 2019’da yüzde 13,5’ten 11’e düştüğü bu ülkede kendisini Müslüman olarak tanımlayanlar 2018’de yüzde 85,9 iken 2020’de 75,8’e dönmüş. Ancak kaybedilen oranların büyük kısmı kendisini Sünni diye tanımlayanlarla (yüzde 8,8’den 16,2’ye çıkmış) ikame edilmiş.
Yani sanırım mezhepçilik veya mezhebe bağlı daha militan bir İslam anlayışı yükselmeye başlamış. İlginç bir bulgu bu kadar Müslüman ve Sünni ülkede toplumun yüzde 38’inin hiç namaz kılmadığını söylemiş olması. Her taraftan kendisini saran ve fena halde benimsediği Batı tipi modern yaşamdan hala korunabileceğini sanan bunun için de yüzyılların klişesi “Batı’nın teknolojisini alalım ama kültürünü almayalım” düsturuna sarılan bir toplum.
Ahlak dendiği zaman modern vatandaşlık, seküler ahlak, işini iyi yapma, ilişkilerinde dürüst olma, ayrımcılık yapmama, işine hile karıştırmama, muhataplarına düzgün davranma onları insan yerine koyma gibi konuları es geçerek her zamanki gibi ahlak denince asıl derdi kızlarla erkeklerin bir arada olmasının yaratacağı “düşkünlükten” ibaret gibi gözüken de bir profili var. Gençleri gerçi giderek farklı tellerden de çalıyor.
Azerbaycan dışında dost algısı yok
Dış politikaya yaklaşımda aslında Azerbaycan dışında kimseyi sevmeyen ya da güvenmeyen bir ülkede yaşıyoruz. Sadece Azerbaycan yüzde 57,8 ile Türkiye’nin dostu/müttefiki olarak değerlendirilirken KKTC bile yüzde 44’ün üstüne çıkamıyor. AB üyeliğini isteyenlerin oranı hala yüzde 52,8 gibi yüksek bir değerde. NATO üyeliğini önemli ya da çok önemli bulanların oranı yüzde 48. Yine de dost/müttefik olarak değerlendirmede klasmana giren ilk ülke ancak 11. sıradan Almanya olabiliyor. Gene de geçmiş yıllara göre Türkiye dış politikada kendi başına hareket etsin eğilimi 2015’teki 29,3’lük zirveden 10,2’ye inmiş. Toplum en çok Türki Cumhuriyetler ve Müslüman ülkelerle işbirliği yapılmasını istiyor. Hem de yukarıdaki AB düşkünlüğü ve NATO’ya yönelik olumlu görüşe rağmen. Ancak ankette sorulmadığı için bu ülkelerle ne konularda nasıl ve hangi çıkarlara hizmet edeceği düşünülerek işbirliği yapılmasının istendiğini bilemiyoruz. Daha da güzeli yüzde 56’sı Türkiye’de yaşamaktan bir şekilde mutlu olduğunu söyleyen ancak yüzde 22’ye yakını yurt dışında yaşamayı tercih edeceklerini söyleyenlerin gitmek istedikleri ülke tercih listesinde yakın ilişki kurulmasını istedikleri ülkelerin hiçbiri yok. Adresler Almanya, Kanada, İngiltere diye Yunanistan dahil Batılı ülkeler sıralanarak gidiyor.
İş tehdit algısına geldiğinde dünyada tehdit algılanmayan ülke yok gibi. ABD ve İsrail toplum tarafından en fazla tehdit sayılan ülkeler. Rusya Federasyonu da tehdit algılanan ülkeler sıralamasında yükseklere tırmanarak yüzde 47,1’e gelmiş. Yarı dünya ötedeki Myanmar bile yüzde 32,2 ile sıralamaya giriyor.
Myanmar neden tehdit, Çin neden değil?
Bu örnekten Myanmar’da Müslümanların çektiği sıkıntıların Türkiye kamuoyunda bir yankı bulduğunu söyleyebiliriz.
Ancak kriter buysa hem Türk hem Müslüman olan Uygurların uğradığı ağır zulme, temerküz kamplarında beyin yıkamaya tabi olmalarına, karışık evlilik yapmaya zorlanmalarına karşın bunları gerçekleştiren Çin’in sadece yüzde 42,2 tarafından tehdit diye algılanması biraz garip kaçıyor denebilir.
Türkiye’nin dış politikasını yüzde 46,5 gibi yüksek bir oranda başarılı bulan kamuoyu Türkiye’nin sorunlu olduğu ülkelerle ilişkilerini düzeltme çabası içine girmesine ise güçlü bir şekilde karşı çıkıyor. Her halükârda hatasız ve haklı olduğumuzu düşünüyoruz. Dış politikadaki başarı algısının özellikle bu yıl bölgesel güç olma arzularını kamçılayan gelişmelerle bağlantısı olduğu düşünüldüğünde Türkiye kamuoyu rızaya dayalı etkiden çok güce dayalı etkiyi tercih ediyor dememiz mümkün. Böyle bir yaklaşımın ve çevredeki neredeyse tüm ülkelerin Türkiye karşısında cephe almasının yaratacağı yalnızlık muhtemeldir ki kamuoyu tarafından da “değerli” bir yalnızlık olarak değerlendiriliyor.
Suriyeli mülteciler: barut fıçısı
Bana en şaşırtıcı gelen sonuçlar ise sınır ötesi operasyonlara ve yabancı ülkelerde asker bulundurmaya verilen destekteki düşük oranlardı. Sınır ötesi operasyona yüzde 38,2 yabancı ülkelerde asker bulundurmaya ise 31,3 destek veriyor. Bu konularda desteklemiyorum diyenlerin oranı sırasıyla yüzde 45 ve 48,8.
Son olarak da Suriyeli mülteciler meselesinin patlamaya hazır bir barut fıçısı olduğu da bu araştırmanın sonuçlarından çıkarılabiliyor. Bunun yanı sıra kamuoyunun Türkiye’nin bir mülteci (araştırmada göçmen diye geçiyor) barınağı haline gelmesinden de giderek daha fazla rahatsız olduğunu görebiliyoruz. Tepkiler gelecek göçmenlerin sayısına sınır koymaktan, göçmenleri geri göndermeye kadar değişiyor. Bu seçenekler arasında göçmenlerden kurtulma eğilimini yüzde 65-70 arasında . Denekler “sayısı ne olursa olsun göçmenler kabul edilmelidir” önermesine de yüzde 44 oranında destek vermiş.