Türk demokrasisi hiçbir zaman sorunsuz değildi. Seçim sistemi, parti sistemi, siyasetin kişileştirilmesi, askeri ve sivil darbeler Türkiye’de demokratikleşmenin önündeki önemli engeller oldu. Özellikle son on yılda Türkiye’nin liberal demokrasi endeksi skorlarında yüzde 35 daralma gözlenmekte (V-Dem 2019 Raporu). Demokratik gerilemeyi aşırı merkezileşme, yürütme üzerindeki denetlemenin ortadan kalkması, yatay hesap verebilirlikte düşüş gibi makro düzey göstergelerle ölçebildiğimiz gibi kamuoyunda bunun bir karşılığı olup olmadığını kamuoyu araştırmaları ışığında takip edebiliyoruz. Türk kamuoyuna son 10 yıldır ayna tutan Türkiye Eğilimler Araştırması (TEA) 2020 bulguları ile Türk kamuoyundaki demokratik gerileme toksik kutuplaşma bağlamında incelenebilir.
Dindarlık, maneviyatçılık ve muhafazakarlık
Türkiye kamuoyu her zaman daha sağcı idi. Son yıllarda bu eğilime dindar-dinci tartışmaları eklendi. TEA 2020’ye göre her on kişiden dokuzu kendini dindar olarak tanımlarken aslında bu “ibadet etmeyen dindarlık” yani “pratik dindarlık” ve maneviyat eksenli artan bir muhafazakarlık olarak görülmeli. On kişiden en az altısının batıya karşı kültürümüzü, kimliğimizi ve manevi değerlerimizi korumamızı gerektiğini düşünen bir milli-maneviyatçılık da yaygın Türk kamuoyunda.
Peki ya, bu hissiyat partizanlıktan nasibini ne kadar alıyor? AKP ve MHP seçmenlerinin neredeyse tamamı kendini “orta” ve “yüksek” derecede dindar olarak tanımlarken – tarihsel olarak bu konuda ağır eleştirilere maruz kalan – CHP seçmeninin sadece %20’sinin kendini “az” dindar olarak tanımlıyor. İYİ parti seçmeninin AKP ve MHP’ye daha yakın dindarlık eğilimi göstermesi pek de büyük bir partizan kırılım olmadığını gösteriyor. HDP istisnası hariç, dindarlık ile milliyetçiliğin benzer eğilimler gösterdiğini söylemek mümkün. Aynı bulgulara göre az dindar olanlar aynı zamanda az sağcı (hatta solcu) ve az milliyetçiler.
Toksik kutuplaşma: Millet vs. Muhalefet
2018 yılından bu yana kutuplaştığımızı düşünenlerde %15’lik bir artış var, bunun bir ittifaklar kutuplaşması olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kamuoyunda hakim olan güvensizlik ve toleranssızlık, giderek artan bir toksik kutuplaşma kültürüne dönüşüyor. Bu, bir arada farklılıklara saygı ve tahammül ile yaşamayı gerektiren demokrasi idealine, ve hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, ve özgür medya gerektiren demokratik yönetime de bir tehdit teşkil ediyor.
Özgür ve şeffaf seçimler demokrasi için vazgeçilmezdir ama hep söylendiği gibi demokrasi sadece seçim değildir. Türkiye’nin ne kadar demokratik bir yönetime sahip olduğu sorulduğunda son 25 yıl ortalaması 10 üzerinden yaklaşık 6 çıkıyor. (bkz. Dünya Değerler Araştırması 1994-2019).
Askeri ve sivil darbelerle örüntülenmiş olsa da 70 yıldır çok partili bir demokrasi olan Türkiye’de her 10 kişiden 6’sının demokratik; üç kişiden birinin dini, yine 3 kişiden birinin askeri, 2 kişiden birinin lider rejimini desteklemesi ülkedeki demokrasi kültürü ile ilgili sorunun boyutunu da gösteriyor (TEA2020). Öte yandan, demokrasi kültürü için daha vahim olanı her üç kişiden birinin nasıl yönetilmek istediğine dair “fikrinin olmaması”.
Demokrasiye verilen desteğin sorunlu olmasının yanı sıra, demokratik gerilemenin itkisi olan toksik kutuplaşmanın farklı göstergeleri var.
(Bağımsız) yargı (mı)?
Önemli bir toksik kutuplaşma alanı yargının siyasallaşması. Hukukun üstünlüğü, adil bağımsız ve tarafsız yargı, demokrasi ve etkin kuvvetler ayrılığı için bir vazgeçilmezdir. Yaklaşık her iki kişiden birinin Anayasa Mahkemesi ve yargıyı güvenilir bulduğu Türkiye’de, yargının bağımsızlığı konusu önemli bir sorun hale gelmekte.
Son üç yılda yargının siyasallaştığını düşünenlerin oranı %15 artmış, siyasallaşmadığını düşünenler ise %23 azalmış. AKP seçmeni arasında 2017’den bu yana yargının siyasallaştığını düşünenler net iki kat artarken, diğer partilerin seçmenleri daha kararsızlaşmış. İYİ Partililer (3 kat), MHP’liler (3 kat) CHP’liler (2,5 kat) arasında ise kararsızlarda dramatik bir artış var.
Cumhurbaşkanı mı Cumhurbaşkanlığı mı?
Seçimler demokrasinin olmazsa olmazıdır. Seçilmişlerin meşruiyeti önemli bir demokrasi sorunudur. Seçilmiş bir cumhurbaşkanı destekleniyor mu? Türkiye’nin yönetim şekli kutuplaşmanın en net gözlendiği alanlardan birisi. Türk tipi başkanlık rejimi olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine destek %55 iken parlamenter demokrasiye destek %45. Fakat cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini başarılı bulanların oranı bulmayanların oranından sadece 6 puan fazla. Partizanlık ise yine ortada: AKP ve MHP’liler cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini, CHP-HDP ve İYİ Partililer ise parlamenter demokrasiyi çok büyük oranda destekliyor.
Erdoğan’a verilen destek geçmiş yıla göre %9 oranında artarken karşıtlıkta %8 oranında azalma var. AKP ve CHP-HDP seçmenleri bu hususta keskin bir şekilde iki farklı uçta. İYİ Parti seçmeni yine diğer pek çok hususta olduğu gibi kararsız. Genel olarak, her yüz AKP seçmeninden 80’i, her yüz CHP seçmeninden ise sadece 8’i Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı başarılı buluyor. Bugün bir cumhurbaşkanlığı seçimi olsa yüzde 43 Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oy vereceğini söylerken %31 kesinlikle Erdoğan’a oy vermeyecek.
Erdoğanizmin yaşam eğrisi
Cumhurbaşkanlığına kurum olarak güvenenler değişmezken, güvenmeyenlerde bir artış var; Cumhurbaşkanlığı “kesinlikle güvenilmeyen” kurumların başında.
Görünen o ki, Erdoğan’dan bağımsız bir cumhurbaşkanlığı algısı oluşuyor bu da Erdoğan’dan sonra bu kurumun meşruiyetinin ciddi olarak sorgulanacağı beklentisine yol açıyor. Bunun cevabını ileriki yıllarda Cumhurbaşkanlığına duyulan güven/güvensizlik eğilimi kararsızların tutumuna olduğu kadar Erdoğan’ın siyasi popülaritesine bağlı olarak arayacağız. Bu da son 18 yıllık siyasi konjonktüre bakıldığında Türk siyaseti denkleminde bir değişkenden ziyade bir sabit niteliğinde.
Biraz açalım. Türk kamuoyundaki toksik kutuplaşmanın önemli bir sacayağını Erdoğan sevgisi-karşıtlığı dikotomisi (ikiliği) oluşturuyor. Türk kamuoyunun, fikir, tercih ve algı bağlamında genelde kararsızlar ve kayıtsızlar olarak tanımlayabiliriz. Avrupa Birliği ile entegrasyonun, hatta demokrasinin iyi bir şey olup olmadığı konusundaki kararsızlık örnek verilebilir. Fakat Erdoğanizm- AKP seçmenindeki koşulsuz Erdoğan sevgisi ve fakat muhalif seçmendeki Erdoğan-fobisi / kaygısı – partiler arası kutuplaşmayı önemli ölçüde besliyor.
AKP’lilerde Erdoğan, CHP’lilerde parti önde
AKP’lilerin yıllar içinde yargıya daha az güven duymaya başlasa da dış politikada, eğitim ve ekonomide hükümeti eleştirse de Erdoğan’ı istisnasız destekliyor. Bugün seçim olsa yine Erdoğan’ı destekleyeceğini belirtiyor.
Öte yandan muhalif seçmende Erdoğan karşıtlığı olarak tezahür ediyor bu süreç. Fakat bu karşıtlık bir alternatif lider tercihine de dönüşemiyor. AKP seçmeni için Erdoğan etkisi çok hayati ve kritik. Partiye, icraatına, iç ve dış siyasi performansına kadar desteğin tek ve temel nedeni (partizanlıktan daha ziyade) Recep Tayyip Erdoğan. CHP seçmeni için ise partizanlık öne geçiyor, Kemal Kılıçdaroğlu liderliği ise kararsızlığa sürüklüyor. CHP seçmeni kendi partisine karşı daha acımasız ve “kendi partisini başarısız bulan” en acımasız seçmen CHP seçmeni; başarılı bulanlar %67. Lider Kılıçdaroğlu’nu başarılı bulanlarda hemen hemen aynı, %64. CHP seçmeni Erdoğan algısı, cumhurbaşkanlığı yönetimine destek, bakanları ve icraatlarını beğenmeme gibi konularda “çok net” tutum içinde.
Erdoğanizm ve kutuplaşma
Son 18 yılda, Recep Tayyip Erdoğan’ın zaferleri ile sonuçlanan (başbakanlık, referandum, cumhurbaşkanlığı) 15 seçim yapıldı. Erdoğan’ın şahsında tezahür eden desteğin AKP’ye ya da AKP hükümetlerinin politikalarına da verildiğini söylemek yanlış değil.
Genel olarak daha dindar ve muhafazakâr olan AKP seçmeni, Erdoğan’ı güçlü ve dünyanın gıpta ettiği bir ulusal gurur kaynağı olarak görürken, modern laik Türkler demokratik gerilemenin bir itkisi olarak kabul etti. Bu dikotomi ekseninde TEA2020 bulgularına bakarak partizan kırılımların toksik, zehirli bir kutuplaşmayı ve nihayetinde demokratik gerileme algısına olan etkisini ve Erdoğanizm’in Türk siyasal hayatı içerisindeki yaşam eğrisini uzun dönemde daha yakından takip etmek gerekecek.