Haftalardır, hatta aylardır bir beklenti büyütüldü 24 Mart’taki AK Parti Kongresi üzerine. Cumhurbaşkanı ve Parti lideri Tayyip Erdoğan 24 Mart’ta bir manifesto ilan edecekti. Türkiye’nin 2023’ün de ötesinde, 2053 hedeflerini açıklayacaktı. Yeni Türkiye’nin kuruluş manifestosu olacaktı bu.
O kadar ki, AK Parti Kongresi sonrasında gölgede kalmasın diye MHP Kongresinin öncesine, 18 Mart’a alındığı konuşuldu Ankara’da. Buna herhalde parti büyükleri de inanmış olacak ki, Kongreye birkaç gün kala Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal “19 yıldır hazırlanıyorduk, yeni başlıyoruz” demeci verdi, adeta “gizli gündem” tezlerini doğrularcasına.
Senaryolar ortaya çıktı. Erdoğan, partili cumhurbaşkanlığını bırakacak, zor dönemeçte Hazine ve Maliye Bakanlığını bırakıp giden damadı Berat Albayrak’ı partinin başına getirecekti örneğin. Bir başka senaryoya göreyse AK Parti’yi Süleyman Soylu’ya emanet etmeyi düşünüyordu.
Bunların hiçbiri olmadı.
Erdoğan manifesto bir yana, “yeni Anayasa 2022 başında” niyeti dışında yeni bir bilgi dahi vermedi. Öyle Batı’ya posta koymalar da yoktu, Yalnızca bir-iki “Bay Kemal”, o kadar.
Dağ fare doğurdu.
Partide yer yerinden oynamadı
Parti yönetimindeki en heyecan verici değişiklik ise, daha önce Başbakanlık, Meclis Başkanlığı yapmış olan Binali Yıldırım’ın Numan Kurtulmuş’un yanında ikinci Genel Başkan Vekili olmasıydı. Gerisini siz düşünün. Bir de Erdoğan o görevi daha önce de yapmış olan Mahir Ünal’ı, TBMM Grup Başkan Vekilliği yaptı tekrar. Grup Başkan Vekili Özlem Zengin’i Genel Başkan Yardımcısı yapması ise, başka bir şey bulamayan Erdoğan hayranlarınca “Bak, güzel sahip çıktı” yorumlarına yol açtı. Daha önce çıplak üst araması konusundaki sözleri nedeniyle demokrat kesimin hedefi olan Zengin, kadın cinayetlerinin mesele yapılmasına kızan Ayasofya imamına “herkes işiyle ilgilensin” dediği için de AK-Trollerin hedefi olmuştu.
Erdoğan’ın AK Partiyi dava partisinden, “dava artık liderdir” anlayışıyla lider partisine dönüştürme hedefi baki. Parti Kongresi “Beraber yürüdük biz bu yollarda” yerine “Seninle her şeye varım ben” şarkısıyla açıldı. Ancak Erdoğan’ın ittifaklar politikası nedeniyle yaptığı ağır taktik hatalar buna izin vermedi, en azından bu kongrede; dengeci davranmak zorunda kaldı.
Ağır taktik hatalar
Artık Erdoğan’ın 2019 yerel seçimindeki ağır kaybının hâlâ etkisini gösteren travmasını saymayalım; o zaten elde bir. Ama mart ayı içinde yaptığı taktik hatalar 24 Mart Kongresi için planladığı adımların tamamını atmasına engel oldu.
Öncelikle 2 Mart’ta yargıda gidilen idari düzenlemeleri İnsan Hakları Eylem Planı diye açıklaması hataydı. İçeride ve dışarıda, Erdoğan’ın bu reform sözlerinin de öncekilerin akıbetine uğrayacağı kuşkusu doğru çıkmaya başladı.
İkincisi, 12 Mart’ta bir takım -bazısı gerekli- mali düzenlemeleri ekonomi reformu adı altında ilan etmesi oldu. Erdoğan o gün gerçekten reformu andıran bir şeyler söyleseydi, muhtemelen Merkez Bankası piyasayı rahatlatmak için 18 Mart’ta yeniden faiz artırmayacak, Erdoğan belki MB Başkanını sadece 4,5 ay sonra göndermeyecek, piyasalar alt üst olmayacaktı.
O arada, MHP Kongresi arifesinde, 17 Mart’ta HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi ve HDP’ye kapatma davası açılması içeride ve dışarıda havayı daha da ağırlaştırdı. Nihayet, yine 20 Mart’ta İstanbul Sözleşmesinin iptali, AK Parti Kongresi öncesi psikolojik manzarayı tamamladı.
Gelelim konuşmaya
Şöyle düşünün: Haberciler Erdoğan’ın siyasi manifesto bekledikleri konuşmasından çıkara çıkara “vatandaş evinde tuttuğu döviz ve altını bankalara yatırsın” cümlesini başlığa çıkarabildiler.
Yeniden tırmanan Covid-19 salgınına karşı yine “lebalep” dolu salondaki bindirilmiş kıtaların heyecanı olmasaydı, sıradan bir Grup konuşması kıvamındaydı.
Ama satır aralarında başka mesajlar vardı. Örneğin daha konuşmasının başlarında MHP ve lideri Devlet Bahçeli’yle kader birliğini vurguladı. Zaten 18 Mart kongresinde Bahçeli de aynısını yapmış, “2023’te adayımız Erdoğan” demişti. Daha çok Türkçü ve İslamcı, daha az özgürlükçü bir çizgi hâkim oluyor. Ekonomi ve siyasetteki içe kapanmayla uyumlu bir çizgi.
Erdoğan’ın konuşmasındaki “30 yaşına gelmiş, hâlâ evlenmeyen, evlenmek istemeyenler var” bölümü gerçekten rahatsız ediciydi. Kimin hangi yaşta evleneceğine, evlenip evlenmeyeceğine, çocuğuna kimin bakacağına hükümet mi karar verecek? Devletin görevi belli bir yaşın altındaki çocukların -ki yasalarımız 18 diyor- cinsel saldırı, zorlama ve şiddetten korunmasıdır, o kadar. Kişi hak ve özgürlüklerine bu derece karışılmaz.
Erdoğan’ın savunma pozisyonu kongresi
Sonra, Kongreye davet edilmeyen partiler konusu var. HDP’yi zaten Bahçeli gibi Erdoğan da PKK’nın vitrini gibi görüyor, dolayısıyla davet dahi etmemiş. Ancak DEVA Partisi ve Gelecek Partisi de davet edilmemiş. Erdoğan, eski yoldaşları Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ı tabanına siyasi tehdit olarak mı görüyor da çağırmıyor?
Hangi açıdan bakarsanız bakın, Erdoğan’ın beklenenden çok daha mütevazı içerikte bir konuşma yapması, partideki değişikliklerin kozmetik düzeyde kalması, kabinede değişiklik konusunda yaşadığı tereddütler bir şeye işaret ediyor.
Erdoğan siyasi geçmişinde ilk defa almaya değil korumaya odaklı bir çizgide, savunma pozisyonunda görünüyor. Bir yanda -AK Parti kongrelerindeki kural ihlalleri gölgesinde- giderek tırmanan kovit salgını, diğer yandan artan işsizlik ve hayat pahalılığı, mali dalgalanmalar var. Diğer yanda ekonomiyi daha da kötü etkilemesi muhtemel dış politika sorunları; özellikle ABD ve AB ile. Bir başka yanda da yüzde 50+1 barajı nedeniyle mecbur kaldığı ittifaklar; önce MHP, şimdi de henüz potansiyel durumdaki Saadet Partisi.
Erdoğan’ın işi kolay değil.