Son günlerde ülkenin kanayan yarası olan “hukuk” alanında eleştirilere konu olan bir dizi gelişmeye hepimizi ilgilendiren ve içeriği itibarıyla belli belirsiz bir şekilde “fişlenmeyi”, “damgalanmayı” ve “sakıncalı (!) olduğu düşünülen kişilerin kamu faaliyetlerine dâhil olamamasını” öngören bir yenisi daha eklendi. Bu düzenlemeye göre ilk defa memuriyete veya kamu görevine atanacak kişiler yanında, kamuyu ilgilendirdiği düşünülen işlere başvuracak kişiler dâhil, pek çok kişi hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak. Bu soruşturma ve araştırma ise ne yazık ki alışkın olduğumuz üzere objektif değerlendirme ve ölçütlere bağlanmış değil.
7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu, yayımlandığı tarihte yürürlüğe girmek üzere 17 Nisan 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Toplamda 16 maddeden oluşan bu kanunun içeriği değerlendirildiğinde, ilk olarak güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının yalnızca memur ya da kamu görevlilerini değil; bundan çok daha geniş kapsamda öngörüldüğü göze çarpmaktadır. Kanunun hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak kişileri açıklayan 3. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birim, proje, tesis, hizmetlerde statüsü veya çalıştırma şekline bağlı olmaksızın istihdam edilenler kişiler de bu kapsamda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına tabii tutulacaktır. Bu bağlamda, şayet devlet eliyle yerine getirilecek herhangi bir proje “milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz proje” kapsamında değerlendirilirse bu projede istihdam edilecek her kişi hakkında da bu kanun hükümleri uygulama alanı bulabilecektir.
Masumiyet karinesi ne olacak?
Arşiv araştırması, kanunun 4. maddesinde düzenlendiği üzere; adli sicil kayıtlarını, mahkeme kararları ile yürütülmekte olan kovuşturma ve soruşturmaları, kişinin kolluk tarafından aranıp aranmadığını ve sair birtakım bilgilerin incelenmesini içermektedir. Burada ilk akla gelen temel bir problem, “masumiyet (suçsuzluk) karinesinin” ne şekilde korunacağıdır. Zira Anayasa’nın 38. maddesi uyarınca, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”. Bu kapsamda, kesinleşmiş mahkûmiyet kararları dışında başka hiçbir sicil kaydı ya da mevcut yargılama kişiler hakkında olumsuz yargı oluşturmamalıdır. Ancak kanun ile masumiyet karinesini koruyabilecek bir düzenlemeye yer verilmediği hatta aksine mevcut soruşturma ya da kovuşturma işlemlerinin de arşiv araştırması kapsamında incelenecek şekilde düzenlendiği belirtilmelidir.
Ucu açık ifadeler
Güvenlik soruşturması kavramından anlaşılması gereken ise kanunun 5. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme özellikle sorunludur. Bu kapsamda kişilerin, (i) görevin gerektirdiği niteliklerle ilgili kolluk kuvvetleri ve istihbarat ünitelerindeki olgusal veriler ile (ii) yabancı devlet kurumları ve yabancılarla ilişiği ve (iii) terör örgütleri veya suç işlemek amacıyla kurulan örgütlerle eylem birliği, irtibat ve iltisak içinde olup olmadığı araştırılacaktır. Öncelikle, “irtibat”, “iltisak” ve “ilişik” gibi kavramların ucu ve içeriği oldukça belirsizdir.
Bu türden kavramları, ceza hukuku mevzuatında da kullanılmakta olması nedeniyle eleştirmekteyim. Bir hukuk devletinden belirlilik ilkesine uygun düzenlemeler getirmesi beklenir. Aynı şekilde, yabancılarla ilişiğin ne olduğunun anlaşılması güçtür. Her ne kadar kanun gerekçesinde bu kavramların açıklanmış olduğu belirtilmişse de esasen gerekçenin atıf yaptığı düzenlemelerde de bu kavramların tanımlanacak şekilde belirlenmiş olmadığına dikkat etmek gerekir. Kavramların ilk kez bu kanun ile kullanılmadığı doğru ancak bu ilk kullanım değil diye her seferinde tanımlanmamış ve muğlak bir kavram üzerinden hukuki düzenleme yapmaya devam mı edeceğiz? Anayasa Mahkemesi, söz konusu kavramların yer aldığı somut hukuk düzenlemelerinin iptaline ilişkin olarak önüne gelen başvurularda bu kavramları açıklamaya çalışmışsa da bunun temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler getiren hükümler açısından yeterli olmadığını düşünmekteyim.
Değerlendirme komisyonları ne kadar objektif olur?
Kanunun 7. maddesi uyarınca, yaptırılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi amacıyla ilgili kurumlarda birer değerlendirme komisyonu kurulacaktır. Değerlendirme komisyonuna iletilen bilgiler, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve mahalli mülki idare amirlikleri tarafından hazırlanacaktır. Değerlendirme komisyonlarına olgusal olmayan yani “kulaktan dolma” ya da yorum şeklindeki bilgiler de iletilebilecektir. Bu halde, komisyonun değerlendirmesinin de objektif ölçütlere dayalı yapılıp yapılmayacağı noktasında çekinceler söz konusudur.
Öte yandan söz konusu araştırma ve soruşturma kapsamında toplanan kişisel verilerin 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’na uygun olarak gizliliğinin korunacağı, veri güvenliğine ilişkin gerekli tedbirlerinin alınacağı ve her halde iki (2) yılın sonunda değerlendirme komisyonlarınca silineceği ve yok edileceği düzenlenmiştir. Bu itibarla güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmasında ve değerlendirilmesinde görevli olanların, görevlerini kötüye kullanmaları halinde, bu eylemlerinden ötürü 6698 sayılı Kanun’un 17. maddesi ile Türk Ceza Kanunu’nun kişisel verilere ilişkin 135-138. maddeleri uyarınca sorumlu olacaklarını da hatırlatmak gerekir.
Kanun gerekli miydi?
Sonuç olarak, 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu’nun hukuki açıdan oldukça birçok problemi beraberinde getirmekte olduğunu öngörmekteyim. Devletin belirli kurumlarında, pozisyonlarında, projelerinde vb. işlerinde yer alan kişilerin güvenlik gerekçesiyle belli araştırma ve soruşturmalardan geçirilmesi gerekir mi? Bana göre elbette gerekir. Zira bir devletin bunu yapmaması kendine yönelen ve/veya yönelecek olan tüm tehditlere karşı korumasız hale gelmesi demektir. Ancak bu gereklilikten önemlisi bunun ne şekilde yapılacağıdır. Nitekim söz konusu kanunun da tam olarak bu açıdan eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Her ne kadar kanunun genel gerekçesinde bu şekilde bir düzenlemeye gidilmesinin zorunlu olduğu ve nitekim Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlarda da bir hukuk boşluğundan bahsedildiği şeklinde açıklamalara yer verilmişse de Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararlarını dikkatli okumak gerekir. Zira Anayasa Mahkemesi bir hukuk boşluğu var demekte ancak bu boşluğu daha büyük soru ve problemlerle gider dememektedir. Tam aksine Anayasa Mahkemesi diyor ki hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması gerekir; kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir; bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından zorunludur. İşte Mahkeme’nin “Burada bir boşluk var, bu boşluğu doldur” dediği düzenlemede olması gereken nitelikler bunlardır. Bu kararları işimize geldiği gibi okumak ve esas hedeflerimize ulaşmak için bir araç veya malzeme haline getirmek hukuk karşısında artık alışıldık hale gelen basit bir oyundan ibarettir.
İnsanın temel hak ve özgürlüklerine yönelik hükümler getiren düzenlemelerin mutlak surette bu nitelikleri taşıması gerektiği hukuk devleti olduğunu iddia eden bir devlet açısından kaçınılmaz ve inkâr edilemez bir yükümlülüktür. Bu nedenle kanunun bu bakış açısıyla bireylerin temel hak ve özgürlüklerini zedeleme tehlikesi barındırmayacak şekilde düzenlenmesi gerektiğini düşünmekteyim.
Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından bir zorunluluktur.
—
Usulü eleştiriye açık
“Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanun Teklifi” (“Kanun Teklifi”) 31 Mart’ta TBMM gündemine gelmiş ancak muhalefet partilerinin oyları ile reddedilmişti. Reddedilen aynı Kanun Teklifi, bir hafta sonra TBMM Genel Kurulu’na sunuldu ve bu kez kabul edilerek kanunlaştı. Oysaki TBMM İç Tüzüğü’nün “Reddedilen kanun tekliflerinin yeniden verilememesi” başlıklı 76. maddesi uyarınca reddedilen kanun tekliflerinin, ret tarihinden itibaren bir tam yıl geçmedikçe TBMM’nin aynı yasama dönemi içinde verilmesi yasaktır. Dolayısıyla 7315 sayılı kanun, her şeyden önce kanunlaşma usulü bakımından TBMM İç Tüzüğü’nü ihlal etmek suretiyle eleştiriye açıktır.