İktidardaki isimlerin İyi Parti lideri Meral Akşener’i hedef alırken ısrarla dişil kalıplardan güç bulmaya çalışmaları dikkatlerden kaçacak gibi değil. Fosforlu Cevriye’den Gelin Hanım’a, kadını saldırıya açık ve kırılgan rollerle anma pratiğinin ardında yatan duygu ve motivasyonları tahmin edebiliriz. Fakat rakiplerinin Akşener’in kadın kimliğine yaptığı bu vurgu aslında ironik de. Çünkü altı çizilen dişil kimliği, aslında, Akşener’in seçmen gözünde zayıf değil, bilakis güçlü ve ilham verici bulunan bir parçası.
Nasıl bir dişil güç peki seçmenin Meral Akşener’de gördüğü veya görmek istediği?
8 Mayıs’ta Taha Akyol ve Elif Çakır’ın “Gündem Özel” programına konuk olan Akşener aslında bunu net olarak tarif etti. Akşener vatandaşların kendisine “Millet İttifakı’na analık yap, ittifakın bozulmasına izin verme!” dediğini söylüyordu, ve bu bağlamda ittifakın genişleyerek devam etmesini savunuyordu.
Neydi “analık yapmak”tan kasıt? Sağ siyasette kadınların ataerkil rollere halel getirmeyeceklerini bildirmek amacıyla, anneliklerine ve anneliğe yaptıkları vurgudan farklı ve metaforik bir olgudan bahsediliyordu burada.
Aile ilişkilerinin ve aile içi rollerin siyasette bir paradigma olarak kullanılması zaman zaman karşımıza çıkan bir durum. Süleyman Demirel’e seçmenin “baba” diye hitap etmesi en iyi bildiğimiz örneklerden. Bir patriyark olarak, koruyucu, kural koyucu, dikey ilişkilerin yöneticisi olan ve toplumsal bağlamda devlet’i simgeleyen baba arketipi medeniyet kadar eski.
Fakat, siyasette baba arketipine sıkça rastlasak da anne arketipine daha yabancıyız. Oysa feminist psikanalist Juliet Mitchell’in dediği gibi babanın bir yasası varsa bir de “Annenin Yasası” vardır.[1] Bir başka deyişle, annenin aile içinde oynadığı “siyasi” rolün de tıpkı babanınki gibi toplumsal bir karşılığı vardır.
Nedir bu rol, ya da “annenin yasası”?
Dikey ilişkileri düzenleyen babanın yasasından farklı olarak annenin yasası kardeşler arası, yani eşitler arası ilişkileri düzenler. Annenin gözünde kardeşler farklılıklarıyla eşittir, hepsine yer vardır, hepsinin hakkı saklıdır. Annenin aile içindeki temel “hukuki” görevi, kardeş kavgasını engellemek, farklılıklara yer açmak, ötekinin hakkının kabulünü dayatmaktır. Anne yasasının eksikliği ise yatay dengelerin eksikliği demektir ve çoğu zaman despotik bir büyük kardeşin tiranlığıyla sonuçlanır. Hatta diyebiliriz ki, günümüzün otokratik liderleri en çok bu despotik kardeşe tipine benzerler çünkü genellikle koruyucu olmaksızın baskıcıdırlar. Bu anlamda annenin yasasının toplumsal karşılığı, suiistimallerin engellendiği, vatandaşlar (ve kurumlar) arası dengelerin gözetildiği, farklı ve eşit olma imkanı sağlayan çoğulcu siyasettir.
Akyol ve Çakır’ın programını kaçırmış olanlara geri dönüp izlemelerini öneririm. Bence o programda Akşener Türkiye siyasetinde bunda sonra oynayacağı rolü, en azından seçmenin kendisinden beklediği rolü net olarak tanımlamış oldu. Bazen seçmenden gelen bir cümle bir siyasi harekete isim koyar. Ekrem İmamoğlu’nun seçim turunda 15 yaşındaki bir gencin çoşku dolu “Her şey çok güzel olacak Ekrem abi!” haykırışı nasıl seçmenin “iyimserlik” ihtiyacına tercüman olduysa ve nihayetinde İstanbul seçimlerinin ikinci turunun en başarılı kampanya sloganı haline geldiyse, Akşener’e söylenen “Bize annelik yap!” çağrısının da net bir toplumsal ihtiyaca işaret ettiğini düşünüyorum.
Bu ihtiyaç, popülizmin kutuplaştırıcı siyasetinden yorulmuş, yılmış halkın, artık toplumun bir yarısının öbür yarısını “öteki” olarak görmediği, tehdit olarak algılamadığı, küskünlerin barıştığı, post-popülist (popülizm sonrası) bir düzen ihtiyacıdır. Sağı, solu, Türkü, Kürtü, laiki ve muhafazakarı tüm seçmenlerin, aynı parti değilse de aynı ittifaka, akabinde aynı meclise, aynı ülkeye sığabilme hayalidir. Bu hayalin gerçekleşmesinde de siyasi spektrumun merkeze daha uzak noktalarından gelen siyasi parti liderlerinin tutumları özellikle kritik olacaktır. Çünkü geniş ittifaklar uzak partilerin ılımlı liderlerinin atacağı adımlarla kurulur. Milliyetçi sağ gelenekten gelen Akşener’e de bu anlamda özel bir sorumluluk düştüğünü, seçmenin kendisine ilettiği talebin de buna yönelik olduğunu söyleyebiliriz.
Panzehir hukuk devleti
Peki bu barış, bu post-popülist düzen nasıl sağlanır? Sadece kardeşlik söylemiyle mi? Hayır. Barış hukukla sağlanır. Kutuplaşmanın panzehiri hukuk devletinin tekrar inşa edilmesidir. Kutuplaşmanın ardında “öteki” tarafından tehdit edilme, zarar görme, hatta yok edilme korkusu yatarken hukuk devleti bu korkuları bertaraf eder. Vatandaşlara, kendilerini korumak için sürekli teyakkuz halinde olmaları ya da otokratik bir gücün arkasına saklanmaları gerekmediğini, bu garantiyi hukukun sağlayacağı mesajını verir. Haklarını ve varlıklarını koruma sorumluluğunu hukuka devreden vatandaş, “öteki”ne daha güvenle ve toleransla bakabilir.
Özetle adil bir hukuk sistemi toplumsal birliği de yeniden sağlayan dayanak olacaktır. “Öteki”lere, farklı olana yer açılan, post-popülist yeni bir dünya düzeninde dişil siyasetin öne çıkacağını da öngörebiliriz. Ne de olsa, medeniyet tarihinin en eski “öteki”si olan kadınların bu konuda söyleyecek fazladan bir çift sözü olacaktır. Bununla birlikte umarım ki, bu dişil siyaset ya da “annenin yasası,” sadece kadın siyasetçilerin değil hukuk, adalet ve barış hasreti çeken tüm siyasi aktörlerin ilham kaynağı olur.
[1] Juliet Mitchell, “Law of the Mother: Sibling Trauma and the Brotherhood of War,” Canadian Journal of Psychoanalysis 21:1, 145-159 (2013).