Önemli bir dönemece daha yaklaşıyor ülke. Siyaseten bu noktada ne önemli olacak? 2002’den bu yana iktidarda olan AK Parti’yi bir keseye koyacağız öbürüne de geriye kalan hayatımızı. Ben yaşlarda olanlar ana-babalarından daha iyi bir hayat yaşadıklarını göğüslerini gererek söyleyebilecekler mi? Geriye kalan yaşanmıştan az olduğu aşikar yıllar yine de nasıl geçecek? Daha gençler, öncelikle geleceğe baktıklarında bizden daha iyi olabileceklerine güven duyacaklar mı? Daha iyi bir gelecek için bizim neslimiz gibi doğayı mahvetmeye razı olacaklar mı? Daha çok büyümek mi olacak öncelikleri yoksa daha adil paylaşım mı? Bu sorular ve cevapları evinizdeki buzdolabı ya da tatil bütçeniz gibi maddiyata dairdir. Ama aynı zamanda manevi inanç dünyamız, bizi hayatta olmuş olmaktan mutlu eden her şeye de dairdir. Biz araştırmacılar görebildiğimizi görürüz ama oy verirken bunların tümüne bakar aslında seçmen. İktisaden, siyaseten ve ülkenin sosyal gelişimi açısından varoluşsal sorunlar karşısında tıkanmışlığın yarattığı bir hesaplaşma ile karşı karşıya kalan AK Parti iktidarının bu sorgulamadan çıkmakta zorlandığını görüyoruz.
Türkiye ekonomik olarak ne durumdadır sorusuna olumlu cevap vermek zor. 2002’den bu yana bir değerlendirmeye girmek de pek anlamlı değil. Kimse son bir-iki yılın ötesine bakma yeteneğine sahip değil. Ya da bu hesabı yapacak yatırıma değmez sıradan vatandaş için. Bugün işini kaybetmiş ve yeniden bulamayacağını düşünen bir seçmenin 2002’den son birkaç yıl öncesine kadar ne kadar iyi günler geçirmiş olduğunu düşünerek hayatından memnun olma olasılığı sıfır değilse de oldukça düşüktür. İktidarlar, hele hele uzun dönemdir iktidarda olanlar için en zor olan tam da budur. “Bizim iktidarımızın başını, ikibinli yılların başını düşünün, o zamanki gelirinize bakın. Bir de bugünkü gelirinize bakın. O zaman ne arabanız, ne klimanız vardı!” türünden bir karşılaştırmanın bir anlamı yok. Ekonomik değerlendirmeler kısa dönemlidir.
Peki bu değerlendirmeleri görece bir çerçeve içinde yapmak iktidara yarar sağlayabilir mi? Yani ülkenin durumunu diğer benzer ülkelerdeki durumla karşılaştırarak onlardan iyi durumda olduğunu ya da kötü durumun bu ülkelerde de benzer şekilde yaşanmakta olduğunu öne sürerek bir avantaj sağlanabilir mi? Özellikle popülist iktidarların izlediği bu strateji Türkiye’de de denenmektedir. Ancak özellikle pandemi çerçevesinde Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu derin krizin devlet müdahalesi yoluyla bertaraf edilememiş olması iktidar elindeki bu stratejik malzemeyi de etkisiz kılmıştır. O gruba şu kadar milyar lira destek verdik, bir başkasına ondan da milyarlarca lira fazla destek çıktık dendiğinde tek yapılması gereken ülkenin o hep övünçle dile getirilen 82 milyonu aşan nüfusunu, bu milyarların dolar kuru olarak ne ifade ettiğini ve tüm bu rakamların GSMH içindeki payını hatırlamak olmalı. Bu rakamlar ıstırap içindeki vatandaşa kendini iyi hissettirmekten çok uzaktır. Seçime gidilirken ne zaman cebe giren geliri etkileyeceği belli olmayan müjdeli haberler ve milyarlarca liralık destek jargonuyla daha sık karşılaşabiliriz. Ama halk bu söyleme kanmayacaktır. Cepteki eksiklik bu söylemle kapatılamaz. Halkın kendi cebindeki yangını hissetmekte olduğu çok açık. Bu da gelecek hakkında AK Parti için oy kullanırken olumlu düşünmenin önündeki en büyük engeldir.
O zaman bu söyleme niye devam ediliyor? En az iki nedenle. Birincisi elbette daha iyi bir söylem ya da anlamlı bir destek politikası olanağının olmamasıdır. İkincisi de bir ihtimal bu söylemle net bir iktidar değişimi yaşanmayabilir düşüncesi olabilir. İktidarın net bir şekilde el değiştirmesi için cumhurbaşkanlığı seçimini bir muhalefet adayının kazanması ve aynı zamanda da meclis çoğunluğunu rahat bir şekilde kontrol etmesi gerekir. Hatta muhalefetin gündemindeki parlamenter sisteme geri dönüş için anayasa değişikliğini yapabilecek sandalye sayısına hakim olması gerekir. Anayasa değişikliği sürecini yeni Cumhurbaşkanlığı sistemine geçerken yaşadık. Olmayacak iş değil elbette. Ancak bunun için yukarıdaki ekonomik zorluklar sonucu oluşan memnuniyetsizliğin pek de derinden hissedilmediği küçük Anadolu kentlerinde fazlasıyla bulunan ve az oyla kazanması mümkün sandalyeleri de kazanabilmek gerekir. Yukarıda gerçeklikle bağı kopmuş görünen söylemin devamında ana hedefin bu Anadolu seçmeni olduğu düşünülebilir. Ekonomik zorlukların derinden yaşandığı büyük illerdeki seçmen desteği mecliste sandalyeye dönüşürken her sandalye için küçük Anadolu illerinden üç dört kat daha fazla nüfusa ve dolayısıyla da oya ihtiyaç duyulmaktadır. İstanbul’da bir meclis sandalyesine düşen nüfus Bayburt ya da Tunceli’dekinin dört katından fazladır.
2020 itibariyle mevcut nüfus verileri temelinde hesaplandığında bir grup küçük Anadolu ili nüfuslarına oranla sahip olmaları gereken sandalyeden 35 fazla sandalye sahibidir. Her ile nüfustan bağımsız birer sandalye verilmesinin sonucu olarak ortaya çıkan bu adaletsiz sandalye dağılımı en basit şekilde düzeltilebilir. Nüfustan bağımsız verilen sandalyeler kaldırıldığında 14 görece büyük nüfuslu ile bu 35 sandalye dağıtılacaktır. Bu şekilde örneğin İstanbul’da 14, Ankara ve İzmir’de sırasıyla 5 ve 4 fazla sandalye olacaktır. Bursa’ya 2, Adana, Antalya, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kocaeli, Konya, Sakarya, Şanlıurfa ve Samsun’a ise birer ek sandalye gidecektir.
Sandalye dağılımında bir kişi bir oy prensibinden sapma anlamına gelen bu sandalye dağılımındaki küçük illeri kayıran taraflılık Türkiye siyasetini bu görece az nüfuslu illerin tercihleri doğrultusunda şekillendirmektedir. Nüfusuna göre sahip olması gerekenden bir fazla sandalyeye sahip olan toplam 35 ilin Türkiye genelinden görece daha muhafazakar siyasal tercihleri doğrultusunda bir meclis ağırlığına sahip oldukları söylenebilir. İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi illerdeki siyasal tercihler ülke siyaseti üzerinde yeterince temsil edilememektedir. Bu yeni sandalye dağılımının en temel eşitlik ilkesi gereği düzeltilmesi gerekir. Bu düzenlemenin muhalefetin büyük illerde özellikle son yerel seçimlerde gösterdiği başarının devam edeceği varsayımı altında muhalefete yarayacağı düşünülebilir. Bu açıdan seçim sistemine dair düzenlemelerde bu konu hiç gündeme gelmemektedir. Ancak temel eşitlik ilkesi temelinde büyük illerin nüfuslarına göre hak ettikleri sandalyelere kavuşmaları gerekir.
Bugünlerde gündemde olan seçim sistemi değişikliklerini de benzer şekilde temsilde adalet açısından değerlendirmek gerekir. Seçimlerin meclisteki sandalye dağılımına dönüşmesini etkileyecek iki temel değişiklikten konuşulmaktadır. Biri seçim barajının düşürülmesi diğeri ise daraltılmış seçim bölgelerine geçilmesidir. Barajın bugünkü seçmen tercihi dağılımları ve ittifak olanakları dikkate alındığında meclis aritmetiği üzerine anlamlı bir etkisi olması düşük bir olasılıktır. Belli başlı partilerden %10 barajının yakınında olup da bir ittifaka dahil olamayacak bir parti bugün için görülmemektedir. HDP’nin 2015’den bu yana %10 üzerinde göstermiş olduğu seçim performansının devam edeceğini varsayıyorum. Diğer yeni partilerin de bir ittifaka dahil olmadan %10 ya da %5 barajını rahatlıkla geçmeleri yüksek bir olasılık gibi görünmemektedir. Elbette bu durum baraj değiştirildiğinde seçmen tercihlerinin de görece küçük farklı partilere yönelmesiyle değişebilir. Ancak bu partilerin de ittifak çatısı altında arkalarındaki seçmen desteğini daha garantili bir şekilde sandalyeye çevirmek istemelerini beklemek gerekir. Dolayısıyla baraj değişikliği bugünkü seçmen tercihi dağılımında hemen hiçbir etkisi olmayacak bir değişiklik olarak düşünmek gerekir. Ancak uzun dönemde yeni partilerin siyasete girmesini kolaylaştıracağından siyasete bir dinamizm getirecektir.
Daraltılmış seçim bölgeleri ise Türkiye siyasetinde temsili kısıtlayan yeni bir baraj olacaktır. Öncelikle bu yeni daraltılmış bölgelerin sınırları nasıl çizilecektir? Bu yeni sınırlar farklı grupların siyasal temsilini kısıtlayıcı şekilde çizilebilir. Bunun örneklerini mevcut yazında bulmak mümkün. Türkiye’de de benzer temsil kısıtlarının ortaya çıkmaması için her ilin siyasi yapısını dikkate alan geniş katılımlı bir danışma mekanizması kurulmalıdır.
Daraltılmış bölge mevcut D’Hondt sistemi ile işletildiğinde %5’e de inse bu barajı geçen %5-10 arası oy almış bir parti ya da ittifakın yedinci sandalyeyi kazanma şansı olmayacaktır. Oysa oy dağılımlarına bağlı olarak da olsa %2-5 oy alan bir parti ya da bağımsız aday 10 ve üzeri sandalyeli bir geniş seçim bölgesinden meclise girme şansı elde edebilmektedir. Dolayısıyla seçim bölgelerini daraltarak küçük partiler için efektif baraj aslında hiç düşmemekte ve hatta ülke seçim barajının iki katı ya da üzerinde gerçekleşebilmektedir. Üstelik seçim bölgesi sınırlarıyla oynayarak bazı parti seçmenlerinin oylarının en az ziyanla mecliste temsile dönüştürürken diğerlerinin de mecliste temsile dönüşmesini engelleyecek düzenlemeler yapmak mümkün hale gelmektedir.
Daraltılmış seçim bölgeleri düzenlemesinden en çok büyük illerde az oy alan partiler etkilenecektir. Bu da en başta HDP olacaktır ama bu büyük illerden gelen birkaç milletvekilliğinin kaybı da, HDP baraj sorunu yaşamadığı sürece meclisteki gücünü pek etkilemeyecektir. İyi Parti ve MHP’nin ittifaklar içinde olmak nedeniyle bu düzenlemeden etkilenmeyecekleri düşünülebilir. Ama ittifaklar bugün varken yarın olmayabilir. O zaman bu yeni daraltılmış bölgelerde tek başına seçmen karşısına çıkacak %7-12 civarındaki partilerin büyük illerden milletvekili seçtirmeleri hep sorun olarak kalacaktır. İttifak dışında kendi başına seçmen karşısına çıkamayacak partilerin de varlık nedenlerini sorgulamaları gerekecektir.
Tüm bu düzenlemeler sadece ve sadece meclis aritmetiği üzerine etki ederken cumhurbaşkanlığı seçim dinamiklerine bir etki yapmalarını beklemiyoruz. Meclis aritmetiğini mevcut iktidar lehine etkileyecek daraltılmış bölge düzenlemesi ile cumhurbaşkanlığı seçimi kaybedilse bile meclisi kontrol edemeyen bir yeni cumhurbaşkanı seçilebilir. Bu İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığında yaşanan icra zorluklarının yeni seçilen cumhurbaşkanının da karşısına çıkabileceğini düşündürüyor. Ancak unutmamak gerekir ki meclisin cumhurbaşkanının işini zorlaştırdığı bir cumhurbaşkanlığı rejiminin de uzun dönemde meşruiyetini sürdürmesi son derece güç olacaktır. Bu da aslında şimdiki muhalefet gündeminin daha baskın ve ikna edici hale gelmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla seçim sistemindeki bu değişiklikler ancak ve ancak cumhurbaşkanlığı seçiminin de iktidar adayı tarafından kazanılması durumunda anlamlı bir pozitif etkisi olabilecektir. Yoksa eğer cumhurbaşkanlığı kaybedilir ve meclis hakimiyeti de Cumhur ittifakında kalırsa cumhurbaşkanlığı sisteminin sürdürülebilirliği yine zora girecektir. Seçim sistemi ile oynayarak iktidarda kalma hesapları yapar konumda olmak başlı başına bir sorundur. Genelde yeni derin dip dalgası siyaset sahiline vurduğunda evdeki hesap da çarşıya uymaz.
Kamuoyunda etki ajanlığı ya da etki casusluğu yasası olarak bilinen yasa önerisi, ikinci defa TBMM’de…
İsrail’in önceki Dışişleri Bakanı İsrael Katz kafayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a küfretmeye takmıştı, cevabını vermek de…
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, son günlerde popüler isimlerin tutuklanmasıyla Türkiye'nin gündemine giren yasa…
MİT Hukuk Müşaviri Fuat Midas, Etki Casusluğu kavramını örneklerle, ülke adı vermeden anlatmaya başlıyor: “Adam…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 10 Kasım’da yaptığı iki konuşmayla Türkiye’nin “önümüzdeki dönemde” başlatacağı önemli bir siyasi-askeri…
Diyarbakır'da 21 Ağustos'ta kaybolduktan sonra Eğertutmaz Deresi'nde cesedi bulunan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetiyle ilgili…