“Canım çok yanıyor hangi gazeteciye ağır bir söz bile söylense. Kaldı ki şiddet uygulanınca yüreğim yanıyor.”
Bu iletiyi dün, 6 Ağustos’ta Meryem Göktepe paylaştı. 1996 yılının 8 Ocak günü, cezaevinde öldürülen mahkumların cenazesini izlerken gözaltına alınan, dövülerek öldürülen Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe’nin ablası, Meryem Göktepe.
Önceki gece Marmaris’te canlı program sırasında Halk TV ekibine ve konuklarına “beş serserinin” saldırmasının hafife alınacak bir olay olmadığını en iyi bilenlerden.
Bunun ne kadar tehlikeli bir oyun olduğunun farkında.
“Şiddet uygulanınca” demiş Meryem Göktepe; sanki bunun münferit bir vaka olmadığını, sık sık tekrarlanan bir durum olduğunu istemeden kabul etmiş gibi. Üstelik, artık gazeteciye şiddetin yeni bir formu var. “Bir grup serseri”, ağızlarında aşina olduğumuz ama asla alışmayacağımız zorba bir iktidar diliyle saldırıyor habercilere.
Saldırganların söyledikleri, bu yeni trendi en kristal şekilde ifade ediyor: “Yanlış şeyler söylerseniz engelleriz.”
“İmza: İktidar” diye bitirmedikleri kaldı.
Neden mi trend? 7 Haziran günü, gazeteci Erk Acarer, Berlin’deki evinin önünde saldırıya uğradı.
7 Mart günü, gazeteci Levent Gültekin, Bakırköy’de kalabalık bir grubun saldırısına uğramıştı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Eskişehir Milletvekili, gazeteci Utku Çakırözer, her ay başında, gazetecilere yönelik saldırılarla ilgili bir rapor açıklıyor. Halk TV saldırısından üç gün önce de “Her ay uyarıyoruz ama gazetecilere yönelik engelleme ve şiddet bitmiyor! Temmuz ayında da en az 18 gazeteci haber takibi sırasında şiddete maruz kaldı, darp edildi, haber yapmaları engellendi. Niye? Gerçekler öğrenilmesin diye” demişti.
Hürriyet’e göre saldırı değil, “tartışma”
Maalesef basılı gazeteyi görmedim. Ama Hürriyet gazetesinin internet sitesine özellikle baktım. Gazete, video görüntülerine rağmen olayın bir saldırı olduğuna ikna olmamış, “tartışma” olduğunu söylemiş. Merak eden için ekran görüntüsünü yazının sonuna koyuyorum. Yazık. Bugün gazeteyi yöneten Ahmet Hakan, 2015 yılında önce çalıştığı binanın çevresinde takip edilmiş, sonra evinin önünde dört kişi tarafından dövülmüştü. Bu yeni trendin ilk örneklerinden, habercilerinden biriydi bu saldırı. Ahmet Hakan, o dönemde Hürriyet’te köşe yazarı, CNN Türk’te Tarafsız Bölge programının ev sahibiydi. Levent Gültekin’in, İsmail Saymaz’ın da defalarca konuk olduğu programın.
Hakan, henüz tazminatsız, haksız-hukuksuz işten atılan 45 mesai arkadaşıyla birlikte görevden ayrılan genel yayın yönetmeni Vahap Munyar’ın yerine tereddütsüz oturmamıştı.
Oysa, “canı sıkılan öfkeli grupların” kendisine yönelik saldırıdan bir ay önce Hürriyet’in kapısına ne yaptığını da gayet iyi biliyor olmalı.
Son zamanlarda artan saldırıların “Bir Zamanlar Tarafsız Bölge’ye Çıkanlara Kızgın Vatandaşlar Tugayı” tarafından üstlenilmediğini de…
Bunun siyasette adı var: Şovenizm
Bu yeni “söz söyletmeme”, “haber yaptırmama” trendi, haberin doğası gereği, iktidardan, kışkırtılan iktidar yanlılarından muhaliflere, eleştiri getirenlere yöneliyor. Ancak tehlikenin başka bir yönünü, bulaşıcılığını yine yangın sürecinde gördük. NTV Ege temsilcisi Merih Ak ile kameramanı Burak Uygun ve TRT Haber muhabiri Duygu Tuncer ile kameramanı Serhat Alabuğa, Marmaris’in Hisarönü Mahallesi’nde maalesef öfkeli vatandaşlarca darp edildi. Haber endüstrisinin önemli bir kısmının işini değil, PR ve iktidar propagandası yaptığı dönemde yükselen öfkenin içeriği haklı bile olsa hedefi sahadaki meslektaşlarımız, sonucu da fiziksel şiddet olmamalı.
Ancak bu olayla Halk TV programcı ve konuklarının, Erk Acarer’in, Levent Gültekin’in uğradığı saldırıyı aynı çuvala koymak, ne olduğunu anlamamızı zorlaştırır.
İlkinde canı yanarken sesini duyuramamaktan yanlış yöne akan bir isyan var.
İkincisinin tarihten gelen, siyasette yeri olan, zorbalıkla açıklanabilecek bir adı var: Şovenizm, yani “abartılı, saldırgan bir vatanseverlik ve ulusal üstünlük inancı.” Sözcük, gerçekten yaşadığı meçhul bir Napolyon askerinin adından, Nicolas Chauvin’den geliyor. Efsaneye göre, 17 kez yaralanan ve sakatlanan Chauvin, yani ilk şoven, imparatora kör bağlılığı nedeniyle her seferinde savaş alanına geri döndü.
Saldırganların bölgenin yerlisi ve “safdil” iktidar yanlıları olduğuna inanırsak, “liderin yanılmazlığı” ilkesini geliştiren Hannah Arendt’in son vidasına kadar söktüğü şovenizm, Marmaris’te özgün bir körlük olarak karşımıza çıktı demektir. Ya ormanlarının gerçekten yandığına inanmıyorlar ya da ormanı korumakla yükümlü iktidara öyle bağlılar ki “Niye koruyamadınız?” diye soranlara program basacak kadar öfkeleniyorlar.
“Çıkar bakayım telefonunu”
Bu kör saldırganlık sadece gazetecilere yönelik değil elbette. “Çıkar bakayım telefonunu’” diyen “amcalara-teyzelere” yer yer gülebiliriz ama o lisan, daha iki yıl önce ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na, üstelik asker cenazesinde vuran; geçtiğimiz mayıs ayında toprağını, ağacını koruyan İkizdere köylüsüne destek olmaya giden Meral Akşener’i ablukaya almaya çalışan lisanla ortak atadan geliyor. Bazı saldırılar örgütlü, planlı, bazıları mevcut zorbalığın ürettiği ortamın kaçınılamaz sonucu.
Her ikisi de planlayıcılarının ya da provokatörlerinin dahi öngöremeyeceği sonuçlar doğurabilecek kadar tehlikeli ve yayılmacı. Şu linkte Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin öldürülen gazeteciler listesi var. Metin’den önce ve sonra öldürülen gazetecileri hatırlayıp hangisinin bahanesinin “şovenizmle” paketlenmediğini bir düşünün. Hrant Dink, Uğur Mumcu, Çetin Emeç…. 2015’te arkadaşıyla kar topu oynarken öldürülen Nuh Köklü cinayetine bakın, yine şovenizm izleri göreceksiniz.
Gazetecilerin zamanı çalmak, gerçeği çalmak
Saldırının akut tehlike çanları boyutu dışında, bir de “gündem değiştirme çabası ” diye geçiştiremeyeceğimiz bir yönü var.
Dün İsmail Saymaz ile bir türlü konuşamadık. Televizyonlara, başka gazetelere olayla ilgili demeç vermesi gerektiğinden telefonu kapatmak zorunda kaldı. O esnada, “İşte Konya katilinin ifadesi: Tek tek öldürdü ve evi yaktı” haberi düştü. Demek ki bu esnada bir de başka bir şovenizm vakasıyla uğraşmaktaymış. Yedi kişinin canice öldürüldüğü ancak İç İşleri Bakanı’nın sorgusuz sualsiz “Türk-Kürt meselesi değil” diyerek cinayetin “ırkçı motivasyonlarla işlenip işlenmediğine” dair soruların önünü tıkadığı vakayla.
Saymaz gibi Gökmen Karadağ’ın, Murat Ağırel’in, Halk TV ekibinin, saldırıyla ilgili bilgi toplamaya çalışan tüm gazetecilerin zamanı değerli oysa. Bu olay yaşanmasa enerjilerini başka konulara ayıracaklardı.
Gazetecilerin zamanını çalmak, gerçeğin de bir parçasını çalmak demek. Gerçekleri zamanında biriktirebilseydik, ormanlar yanarken, kahramanlar ölürken, hayvanlar can verirken yatan uçaklar kalkabilirdi. Gerçekle ne kadar haşır neşir olursak o kadar iyi olacağız.