Siyaset

Pandora’nın Kutusu ve Yolsuzluğun Siyasallaşması

Yolsuzluğun siyasallaşması, seçmenin öncelikli beklentisinin yolsuzluğun son bulmasındansa, kendi durumun düzelmesinde olmasıyla bağlantılı.

Ekim başında gündeme düşen Pandora Belgeleri’ne gösterilen ilgi yolsuzlukla mücadelede uluslararası bir kamuoyunun oluşmaya başladığını gösteriyor. ABD Başkanı Joe Biden’ın Haziran ayındaki NATO zirvesi konuşmasında üye ülkeleri yolsuzlukla mücadeleye çağıran ve bu anlamda yolsuzluk konusunu hukukun alanından siyasete, hatta uluslararası güvenliğe taşıyan konuşması da bu anlamda yeni bir sürece girildiğine işaretti. Son dönemde yolsuzlukla ilgili daha fazla haber okumamız, siyasilerin iktidara gelmeleri (Slovakya Cumhurbaşkanı Zuzana Caputova’nın seçim zaferi gibi) ya da iktidardan ayrılmaları (Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un istifası gibi) gibi süreçlerde yolsuzluğun belirleyici olması hep bu değişime işaret ediyor.
Keza bu hafta TÜGVA belgelerinin ortaya çıkışı sadece kaynak israfının, nepotizmin hazin boyutlarını değil, bu konuda yavaş yavaş artan kamuoyu duyarlılığını gösteriyor. Yolsuzluğun elbette haber değeri hep vardı, ama artan biçimde siyasallaşması yeni.
Buraya nasıl geldiğimize bakacak olursak, şunu teslim etmek gerekir ki, yolsuzluğu öncelikle siyasallaştıran bugün çokça eleştiri alan popülist liderlerdi. Ekvador Başkanı Rafael Correa rüşvetçi elitlerin üzerinde bir correa (kayış) gibi şaklayacaktı. Donald Trump yolsuzluk bataklığını kurutacak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 3 Y’ye savaş ilan edecekti. Popülistlerin başarısı toplumsal adalet ve anti-elitist söylemlerini yolsuzluk sorunuyla bağdaştırmakla gerçek oldu.

Yolsuzluğun siyasallaşması

Ne var ki popülistlerin söylemleri, dahası iktidara geldikten sonraki icraatları incelendiğinde aslında yolsuzluğun kendisini değil bu kanallarla zenginleşmiş elitleri hedef aldıklarını, fakat yolsuzluk kanallarının kendisine dokunmadıklarını görmek mümkündü. Türkiye örneğinde AKP iktidarının 10. yılında patlak veren 17 Aralık skandalı tam da bu ikileme dikkat çekiyordu.
Popülist iktidarlar döneminde yolsuzluk ve usulsüzlüğün daha çok derinleşme imkanı bulmasının temel sebebi bu iktidarların, üstlerindeki yargısal denetim mekanizmalarını milli iradenin temsili adına kaldırmaları oldu. Örneğin, Correa “Evet, yargıya el sürdüğüm doğru ama ellerim temiz!” diyerek bu yaklaşımı rasyonalize ediyordu ). Keza Cumhurbaşkanı Erdoğan bir dizi müdahale sonunda yargının yürütme kontrolüne geçtiğini inkar etmiyor tersine artık “yargı kurumları ve yargı mensupları ülke ve millet ile aynı istikamete bakıyor” diyerek bu durumu övüyordu.
Bu kez yolsuzluktan şikâyet etmek sırası ana akım merkez partilere gelmişti. Ne var ki işleri kolay değildi. Yolsuzluk karşıtı söylem sistem karşıtlığıyla, anti-elitizmle özdeşlemiş olunca, öteden beri elitizmle suçlanan ana akım parti liderlerinin dilinde eğreti duruyor, seçmende bir türlü istenen etkiyi yaratamıyordu.

Seçmen beklentisi yolsuzluk mu?

Seçmenin öncelikli beklentisi yolsuzluğun ortadan kaldırılmasındansa kendi ekonomik durumlarının iyileşmesiydi. Ne de olsa yolsuzluk sistemik bir sorundu. İktidardan beklenebilecek olan bunu ortadan kaldırmak değil, pastayı büyütmek ve seçmenlerine geçmiş iktidarlara göre daha büyücek bir dilim sunmalarıydı.
Yolsuzluğun muhalefet tarafından başarılı bir şekilde siyasallaşması ve nihayet seçmenden karşılık görmeye başlaması popülist dalganın dünyada ve Türkiye’de inişe geçmesiyle başladı. Venezuela’dan Ekvador’a, Türkiye’den ABD’ye 2018 sonrası rüzgâr artık dönmüştü.
Bu dönüşümün çeşitli sebepleri varsa da kuşkusuz en önemlilerinden biri popülist ekonomik politikaların tıkanma noktasına gelmesidir diyebiliriz. Zaman gösterdi ki orta vadede popülistlerin yumuşak karnı ekonomidir. Popülist ekonomik politikalar kısa vadede kamu kaynaklarını hızla nakde çevirip seçmenlerine geri dağıtarak veya kısa vadede seçmene cazip görünen faiz indirimi, vergi affı gibi politikalar izleyerek destek bulabilirler. Fakat bu politikalar orta vadede sürdürülebilir olmadığından gün gelip tıkanma ve kriz yaşanacaktır. Nitekim araştırmalar bir ülkede popülistler iktidara geldikten yaklaşık on sene sonra ekonominin net olarak kötüleştiğini gösteriyor.

Türkiye örneği

Türkiye’de de olan buydu ve ne zamanki muhalefet yolsuzluk ve ekonomik gidişat arasında net bir bağ kurdu, popülist seçmen bu sese kulak vermeye başladı. Bu yolsuzluğun siyasallaşması madalyonunun diğer yüzüydü. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun “israf” söylemi yolsuzluğu soyut veya entelektüel bir konu olmaktan çıkarıp anlaşılır ev ekonomisi terimleriyle ifade ediyordu. Benzer şekilde İYİ Parti lideri Meral Akşener’in “Projeye değil ranta karşıyız” sloganı, “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” türü kabulleri çürütüyor ve başka bir seçeneğin de olduğunu hatırlatıyordu. Ankara’da Mansur Yavaş’ın belediye ihalelerini şeffaflaştırma adına attığı adımlar ve bunları “Ankaralının cebinden daha az para çıksın diye” yaptığını açıklaması da aynı sebepten son derece etkili oldu. Bunu, Yavaş’a verilen uluslararası Belediye Başkanları Vakfı ödülü kadar Erdoğan’ın AKP belediyelerinin bundan böyle ihalelerde aynı prosedürü izlemelerini talep etmesinden çıkarabiliriz.

Yolsuzluğun siyasallaşması, umudun uyuşturulması

Sözü Pandora belgelerine ilham olan miti hatırlayarak bitirelim. Efsaneye göre, Pandora’nın kutusu (ya da küpü), Zeus’un insanlığa ceza olarak yolladığı, içi kötülüklerle dolu bir kutuydu. İnsandaki merak olmasa kutu açılmayacak, kötülükler de dünyaya saçılmayacaktı ama insan meraklı bir varlıktı ve kutu açıldı ve kötülükler dağıldı. Ta ki bunu görüp dehşete kapılan Pandora telaşla kutuyu kapatana kadar. Pandora kutuyu kapattığında neredeyse tüm kötülükler dışarı çıkmıştı fakat bir tanesi kutunun dibinde kaldı. Bu da elpis, yani umuttu.
Diyeceksiniz ki umudun kötülüklerin arasında ne işi var? Farklı şekillerde yorumlamak mümkün elbette, fakat bence Pandora’nın kutusunun dibindeki, insanı eylemsizliğe iten boş umutlar ve beklentilerdir. Bizi hiçbir aksiyon almadan, şartların kendiliğinden düzelmesini beklemeye iten, bir anlamda uyuşturan, felç eden, bu sebeple tüm diğer kötülüklerden de beter bir illet. “Kibritçi kız” masalında, kış ayazında sokakta kalan küçük kızı yardım aramaktansa kibritlerin cılız ve yalan ışığıyla oyalanıp usul usul ölmeye iten türden fanteziler.
Bu sebeple bence, Pandora belgelerine ve benzerlerine verilecek doğru tepki artık yolsuzluğu uzak bir tartışma konusu olarak görüp “bir gün inşallah bitmesini ummak” yerine, kişisel ve toplumsal çıkarlarımızı doğrudan etkileyen ve eyleme geçmemizi gerektiren bir alarm olarak algılamaktır.

Seda Demiralp

Prof. Dr. Işık Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü

Recent Posts

“Hun be xer hatîn” Türkiye ve Suriye’de Kürt işleri paralel gelişiyor

MHP ile DEM Parti düşman çatlatmaya devam ediyor. Kötü anlamda söylemiyorum. Kürt işleri özellikle Suriye’de…

26 dakika ago

AB Komisyonu Başkanı 1 milyar yolda dedi, Özel sert çıktı: “Türkiye 200 milyar kaybetti”

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…

1 gün ago

Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” sözü ve Erdoğan övgülerinin anlamı

Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…

1 gün ago

Asgari ücret, enflasyon ve üretkenlik

Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…

2 gün ago

İlk Suriye’nin geleceği toplantısından kareler: kim, kiminle, nereye?

Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…

2 gün ago

Kılıçdaroğlu ile Suriye’deki son durum ve Suriye siyaseti üzerine

CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…

2 gün ago