Aşağı doğru giden tehlikeli sarmaldan bir türlü kurtulamayan ekonomi, diğer bütün sorunları unutturdu. Oysa tek kriz ekonomide değil, ondan beslenen ve onu da besleyen bir de Covid krizimiz var. Aşılanma sorunu devam ediyor. Yalnızca son üç ay içinde resmi rakamlara göre 16,000 insanımızı Covid nedeniyle kaybettik. Sayılar giderek anlamsızlaşıyor, onun için 1999 büyük depreminde kaybettiğimiz insan sayısının 18,000 olduğunu hatırlayalım. Bitmeyen bir depremde yaşıyoruz.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca dün (20 Ekim) “84 Milyonun huzurunda her gün vefat haberi vermenin insana neler hissettirdiğini bilemezsiniz” dedi. Sonra da şöyle devam etti: “Aşı her yerde benzer etkiyi göstereceğine göre, acaba nerede hata yapıyoruz? Tedbirlerde zayıfız. Aşılanma da tedbir de artmalı.”
Bu son üç ayda aşılama dışında ciddi hiçbir tedbir almadan, sözde normal bir hayat sürüyoruz. Aşılamada da geldik bir duvara dayandık. Aşı olmanın önemini anlayan kesimler ve bireyler aşılarını oldular. Yaklaşık 47 milyon kişi iki doz aşı oldu. Bunların yaklaşık 4,5 milyonu iki doz Sinovac aşısı olanlar. Yani bağışıklık düzeyleri oldukça düşük.
Nüfusun yarısı aşı olmuyor, ölümler sürüyor
Hadi yine de nüfusun yarısından biraz fazlası korunma altında. Diğer yarısı, çeşitli nedenlerle aşı olmuyor. Onları ikna etmek için ciddi hiçbir faaliyet gösterilmiyor, tersine memleketin fikirlerini gösteri yoluyla ifade etme özgürlüğüne sahip tek grubu olan aşı karşıtları miting üzerine miting yapıyor. Bu mitinglerde bilim insanlarını ve Sağlık Bakanını yuhalıyor. Her türlü hurafeyi ve yalanı hem sosyal medyada hem yönetime yakın medyada yayıyor. Sonuçta günlük aşılanma sayılarındaki düşüş, Türk Lirasının değerindeki düşüşten daha hızlı.
İtiraf edeyim, bu yazının başlığını Güçlü Yaman’dan ödünç aldım. Güçlü Yaman pandeminin başından beri Sağlık Bakanlığının biz vatandaşları, hatta bilim kurulu üyeleri gibi uzmanları mahkûm etmeye çalıştığı bilgisizlik/verisizlik karanlığını biraz olsun dağıtan sorumlu, aktif vatandaşlardan biri. Bu ülkede şükür ki pandemiyi biraz olsun anlamamıza çok değerli katkılar sağlayan, açık kaynakları kullanarak hesaplar ve projeksiyonlar yapan, bunları hepimizin anlayabileceği şekilde tablo ve grafiklere döken, sabırla ve inatla bunu her gün yapan bir dizi gönüllü insan var. Sağ olsunlar.
Son üç ayda iki Marmara Depremi kadar kayıp
Güçlü Yaman 2020’nin yaz aylarından beri, 23 ilin digital ortamda bulunan mezarlık kayıtlarını, e-devlette yayınlanan vefat listelerini kullanarak “fazla ölümleri” hesaplıyor ve Twitter hesabından bunları yayınlıyor. Fazla ölüm, daha önceki beş yılın ölüm ortalamalarına göre içinde bulunulan yıldaki ölüm sayısı artışlarına verilen ad. Salgın, afet gibi kayıtların düzgün tutulamadığı -ya da bizdeki gibi kasten düzgün tutulmadığı- ülkelerde, bu afetin neden olduğu ölümlerin sayısını tahmin etmek için kullanılan bir ölçüt.
Yaman’ın birçok basın yayın organında da zikredilen verilerine dayandırdığı, pandemi dönemi fazla ölüm sayısı 146 bin. Bu tahmin, Covid’e bağlı resmi ölüm sayılarının üç katı. Son üç ayda resmi ölüm sayılarıyla, kendisinin hesapladığı fazla ölümler arasındaki farkın biraz azaldığını, fazla ölümlerin, resmi sayıların iki katı kadar olduğunu söylüyor. Öyleyse son üç ayda aslında otuz bin vatandaş salgın nedeniyle yaşamını yitirdi. İki Marmara depremi kadar can kaybı oldu diyebiliriz.
Ah maske! Sınıfsal konum belirliyorsun
Nüfusun yarısının aşısız olduğu bir ortamda virüsün yayılmasını, hatta aşılı olanlar arasında bir nedenle bağışıklığı düşük olanların hastalanmasını önlemek için geleneksel tedbirlere devam etmek gerekiyor. Maske, mesafe, yaygın test, pozitif olanların yalıtımı, temaslıların ciddi takibi vb. Testler yaygın yapılmıyor. Son haftalarda test pozitiflik oranı yine yükselişte ve yetersiz test yapıldığını gösteren yüzde beş sınırının üstünde. Filyasyon kevgir oldu, birçok temaslının işine gücüne devam ettiğini duyuyoruz. Maske mesafe ise tamamen yalan oldu.
Maske birçok Batı ülkesinde, özellikle ABD’de salgın inkarcıları ve aşı karşıtları tarafından politik bir simgeye döndürüldü. Bu virüsün yayılmasını kontrol etmenin önünde ciddi bir engel. Türkiye’de ise farklı bir konumlanması var. Sosyal medyada dolanan düğün, kutlama videolarına bakıyorsunuz, pahalı restoranları -benim durumumda dışarıdan- izliyorsunuz. Herkes maskesiz, yiyor içiyor, gülüyor, hatta öpüşüyor, ama hizmet verenler, mesela garsonlar maskeli.
Bu pandemiden yoksullar, eğitimsizler, günlük ekmek parası kazanmak zorunda olanlar daha çok etkilendi. Yaşam koşulları nedeniyle virüse daha çok maruz kalıp, daha çok hastalandılar. Görünen o ki tedbir almak sorumluluğu da yalnızca onlara ait. Pandemi geçip gitse bile, paralılara yakın mesafeden hizmet veren parasızların üniformalarına bir de maske eklenecek.
Ah maske! Politik çekişmelerin simgesi olmakla kalmadın bir de sınıfsal konum belirleyici oldun. Öyle olunca da virüse serbest dolaşması için çok alan kalıyor.